Numan Aka / Yazar
Ülkemize özgü çağdaşlığın nişanelerinin başında nedense alkol kullanmak hep ilk sıralarda gelir. Alkol kullanmayı bilerek ya da bilmeyerek bu kadar öne çıkaranların niyeti muhtemeldir ki, yaşam tarzı özgürlüğünü savunmak. Yine de insan sağlığı, aile ve toplum huzuru açısından bu kadar zararlı bir tüketim maddesini yüceltmek anlaşılır gelmiyor.
Bir düşünme biçimi ve dünya görüşü olan çağdaşlık, literatürdeki adıyla “modernizm” içinde anarşizmden ırkçılığa pek çok fikri barındırabilir; maddeci ve dünyacıdır. Çağdaşlığı, kaba bir özetle Avrupa’dan yayılan Aydınlanma felsefesinin güncel sürümü olarak tanımlamak, fayda ve akılcılıkla yakından ilişkili olduğunu belirtmek yanlış olmaz.
Türkiye’de modernizmin tarihi çok eski değil. İstisnai, entelektüel bir kesimi dışarıda tutarsak çoğunlukla “aydın çağdaşlık geldi, kapkara irticayı yendi” şeklinde bir tekerlemeden öteye gitmeyen, fikri derinlikten yoksun kendini daha çok günlük yaşamında dini vecibelere uzak olmakla ifade eden bir karaktere sahip. En önemli nişaneleri olarak da “cinsel özgürlük” ve “alkol kullanmak” başta geliyor. Şimdilerde bu ikiliye cinsel yönelim özgürlüğü de dâhil edilmeye çalışılıyor. Abarttığım düşünülebilir. Bilakis kendilerini çağdaş veya seküler olarak tanımlayanların görünen tutumları böyle. Bu dünyacı, maddeci kişisel yaşam tercihlerinin, modernizmin bir rüknü gibi algılanması ve yansıtılması büyük ölçüde kendi kabahatleri.
“Gardrop Modernizmi”ni; giyim kuşam, yeme içme, yaşam tarzı modernizmi olarak tercüme edebiliriz. Türk modernleşmesi gardrop modernizmine indirgenemez şüphesiz. Kökleri Cumhuriyet öncesine dayanan, askeri, siyasi ve içtimai gelişmelerin yön verdiği bir sürecin sonucudur. Bu gayrinizami tabiri, daha çok modernizmi tutarlı ve meşakkatli bir
fikri tahlilin sonucunda değil de “dünyanın gidişatına ayak uydurmak, Batılılar gibi görünmek” vb. basit güdülerle sahiplenen sonradan görme bir kesimi tarif için kullanıyoruz. Modernistlerimiz arasında en kalabalık kesimi oluşturmaları, ülkemizin belirgin talihsizliklerinden biridir.
Gardrop modernistlerinde, modernizmin akılcılık, faydacılık ve özgürlükçülük ilkelerinin doğru tanım ve kullanımlarına rastlamak pek mümkün olmamaktadır. Modernizmin; dinden ve gelenekten, ahlaki, hukuki ve içtimai olarak kademe kademe bağımsızlığını kazanması, Batı’nın kendine özgü tarihinin bir sonucudur. Bunda, dinî olduğu kadar dünyevî bir otorite de olan Katolik Kilisesi ile yaşanan gerilimin payı yüksektir. Gardrop modernisti bu değişimin kabuğu ile ilgilenir daha çok. Söz gelimi Türk modernleşmesinin en makul çıktısı “teknolojik gelişim açsından muasır medeniyetler seviyesine erişmek” dersek eğer, “çağdaş Batılılar gibi giyinmek, yaşamak, dinin emrettiğinin tersini yapmak” da en aptalcasıdır.
Gardrop Modernizminin memleketimize ne denli büyük bir ayak bağı olduğunun en açık göstergelerinden biri alkol kullanımının sahipleniliş biçimidir. Bireysel bir özgürlük değil çağdaşlığın bir gereği olarak lanse edilir adeta. Oysa Türkiye’de alkol kullanmak yasak değil. Dahası pek çok ülkeye göre kamusal alanlarda alkollü içecek tüketimi konusunda yeterince düzenleme de yok.
Elbette hiçbir kanun veya düzenleme kişilerin alkol kullanma alışkanlığının önüne geçemez; bu kişisel bir tercihtir. Mesele burada düğümlenmiyor zaten. Fakat ne zaman alkolün sağlık ve asayiş açısından bireylerde ve toplumlarda oluşturduğu tahribat konusunda bir hassasiyet oluşsa veyahut bu konuda makul bir düzenleme yapılmaya kalkışılsa “çağdaşlık ve yaşam tarzı özgürlüğü” yaygarası kopuyor ve konu tamamen kilitleniyor.
Çağdaşlık ve alkol kullanmak arasında memleket sekülerinin kurduğu bu tuhaf ilişki alkolün bireysel ve toplumsal tahribatının sorgulanması ve çözüm üretilmesi yönündeki en büyük engel haline gelmiştir. İnsan tabiatının şiddete meyyal, bencil doğası alkol ile kolaylıkla yoldan çıkarabilir oysa… Alkol şiddetin kök nedenidir sonucu çıkmasın. Kimyacı tabiriyle alkol şiddetin katalizörüdür, kolaylaştırıcısıdır.
Aslında tablo oldukça açık; dünyanın her tarafından yüzbinlerce vaka, on binlerce cinayet verisi var elimizin altında. Daha yeni, Norveçlilerin 18 şehri kapsayacak şekilde yaptıkları bir araştırma, içkili mekânların kapanış saatini 1 saat uzatmanın şiddet olaylarını yüzde 16 artırdığını tespit emiş. Hakeza on binlerce ölümle sonuçlanan trafik kazası verisi var elimizde; tüm dünyada alkollü araç kullanımından kaynaklanan kazalar başı çekiyor. En düşük oranlara sahip ülkelerde bile bu, yüzde 40’a yakın oranlarda.
Öte taraftan aile içi şiddet, kadın ve çocuklara şiddet verileri de benzer şeyler söylüyor bize. Yeşilay Danışmanlık Merkezi Müdürü Melike Şimşek yetişme tarzı, aileden gördüğü şiddet, çevresel kültür, maddi yoksunluk gibi çeşitli kök nedenleri olan aile içi şiddet vakalarında faillerin alkol olma oranının yüzde 60’larda olduğunu söylüyor. Aslında tüm şiddet eğilimlerinin, insan iradesini zayıflatan ve öfkenin başıboş kalmasına yol açan alkol etkisiyle daha kolay ortaya çıkması ve şiddete dönüşmesi, hiç kimsenin inkâr edemeyeceği bir gerçek.
Bir Müslüman açısından alkolün haramlığı, Allah’ın doğrudan emri olması ve kulunun tabiatını en iyi bildiğine inanması hasebiyle çetrefil bir konu değildir. Kişisel mücahedesinin bir parçasıdır. Yaşadığı toplumda da benzer bir hassasiyet araması tabiidir.
Öte yandan tüm bu objektif göstergelerin, kendisini çağdaş olarak tanımlayanlar nezdinde de bir hassasiyet oluşturması beklenir. Ülkemizde gençler arasında alkol alışkanlığının yüzde 30’lara varması, dindar aileler kadar seküler çağdaşları da endişelendirmelidir. Oysa tüm kötülükleri toplumun muhafazakâr kesimlerine yıkmaya çalıştıklarına şahit oluyoruz. Kötülüğün anası da atası da yalandır.
“Çağdaşlık” din dışılıkla, alkol kullanmakla birlikte anılmak zorunda değildir. Alkolün bireysel şiddetle ilişkisini saklayıp üstünü örtenler, insanları alakasız siyasi hedeflerle yanıltanlar bugün sorunun ta kendisidir.