Kalemi kağıdı elinize aldığınızda ya da akıllı telefonlardan, bilgisayarlardan birine mektup yazdığınızda o mektuba bir cevap geleceği ihtimalini bilirsiniz. Peki yazdığınız mektuba bir cevap gelmeyeceğini bile bile ne yazarsınız? “251 Mektup / 15 Temmuz Şehitlerine Mektuplar” kitabı tam da bu sorunun cevabı niteliğinde. 15 Temmuz Derneği’nin okurla buluşturduğu kitap, şehit ailelerinin, gazeteci ve yazarların kaleme aldığı satırlardan oluşuyor. Hain darbe girişiminin yaşandığı gece şehadete yürüyen 251 vatandaşımız için yazılan mektuplarda farklı duygular bir arada yer alıyor. Özellikle şehit ailelerinin acıları ve özlemleri ön plana çıkıyor. Yazarların o geceyle ve sonrasıyla ilgili duyguları ise milletimizin zihninde şehitlerin yaşamaya devam ettiğini gösteriyor. Kitap ayrıca 251 şehidin ailelerinden alınan doğru künye bilgileriyle bir kaynakça olma özelliği de taşıyor. İşte sözün bittiği duyguların satırlara ilmek ilmek işlendiği 251 Mektup / 15 Temmuz Şehitlerine Mektuplar kitabından yüreğe dokunan bazı alıntılar;
Babam,
Uykunu bölüyorum ama seninle konuşmak istiyorum. Öncelikle seni çok özlediğimizi belirtmek istiyorum. Sana söylemek istediğim o kadar çok şey var ki nereden başlasam bilmiyorum. Başucuna gelip sana bir şeyler söylediğimde beni görüyor ve dinlediğini biliyorum. Ama gücüm ne toprağı aşıp gözlerine ulaşmaya, ne de fısıltılarını dinlemeye yetiyor. Sen gideli tam üç yıl oldu. Eve gelmeyeli, bizleri öpmeyeli, gülüşünü görmeyeli, sesini duymayalı, sensiz, sessiz geçen tam üç yıl. Seni hep bizimle beraber, evimizin başköşesinde durursun sanıyordum. Öyle değilmiş meğerse baba.
Bazen diyorum ki biraz daha yaşasaydın. Daha güzel günlere uyansaydık birlikte. Ne bileyim işte gezseydik. Sen yine eskisi gibi olsaydın, “Hadi baba yemek hazır diyebilseydim.”
Her ölüm erkendir de seninki daha erken oldu babam. Babalar Günü gelip geçiyor, bayramlar gelip geçiyor, sabah kalkıp “Bayramın kutlu olsun.” deyip elini alnımıza koyamıyoruz babam....
İnsan gurur duyunca ağlar mı? Özleme alışır mı baba?
Peki gurur senin yerine bizleri korur kollar mı?
İçimde bir yer var. Seni her düşündüğümde orası çok acıyor, sızlıyor, sanki kopacakmış gibi oluyor...
Şehit Ali Mehmet Vurel’in kızı Elif Vurel
Bugün bir tanıdığımdan bahsedeceğim size. “Vatan” deyince gerisini unutuveren bir delikanlıdan. Siz de bileceksiniz; adını Fahr-ı Kainat’ın adıyla anıp “Muhammetçik” dediğimiz, “Mehmetçik” dediğimiz kahramandır o. Bazılarınız onu tarih sayfalarından tanırsınız.
Onunla ilk önce, Alparslan’ın ardında, Malazgirt Ovası’nda karşılaşmıştık, hatırlayacaksınız. Ve yine hatırlayacaksınız, Kosova sahrasında Türk’ün bayrağı olan ay ile yıldız, ilk kez onun kanına yansıyarak inmişti yere. Fetih günü, Bizans burçlarına sancağı diken oydu. Viyanalar, Zigetvarlar, Bağdatlar birer birer onun kanıyla vatan olmuştu sonra. Güçlü, atılgan, zeki, becerikli ve gözü pekti. Daima ön safta olmak isterdi. Durmazdı, durmak nedir bilmezdi. Cepheden cepheye koşarken arkasında bazen bir bacağını, bazen bir kolunu, bazen bir gözünü bırakır ama vatan sevgisini daima ileride, önde tutar, “Vatan sağ olsun!” derdi, “Yeter ki vatan sağ olsun!”
Mevsimlerden en çok baharı, aylardan en ziyade ağustosu sevdiğini bilirdik ama bir 15 Temmuz gecesinde, büyük sevgisini ebedî bir aşka dönüştürdüğüne şahit olduk, hayranlık ve gıptayla...
Şehit Bülent Aydın için Yazar İskender Pala’nın yazdığı satırlar
Şehidim,
Zaten kalbimiz kırıktı, Bir de üstümüze ateş açtılar.
İnsan bazen sadece öfkeli oluyor. Öyle bir öfke ki sıkınca taşı heykele dönüştürecek bir yutkunma, suya dokunsan her yeri buzula çevirecek bir hissizlik, gökyüzüne dokunsan her yeri karanlığa çevireceğin bir öfke. Sizi aramızdan ayıran kurşunlar, bizim öfkemizi büyütse de size her iki cihanda berrak, masum ve yiğit bir kimlik bıraktı. Bize de özlem.
Öfkem, sizin ansızın biten, yarım kalmış bu dünya hayatlarınıza ve geride bıraktıklarınızın üzüntüsüne dair. İnsan, neyi yarım söylüyorsa orada yaradan başka bir şey oluşmuyor. Sizin de hikâyeniz burada yarım kaldı. Sizin ve sevdiklerinizin...
Şair Yazar Bülent Parlak
...Dostum, aklıma, tam yirmi bir sene önce, 2000 yılının 1 Ocak’ında, 28 Şubat cuntasının Bandırma Cezaevi’ne “Noel Baba” adıyla düzenlemiş olduğu operasyonda vurulduğum an geldi. Senin beni yatırıp kafamı dizine koyup dudaklarıma su serpiştirmen, “Yakup ölürsen şehit kalırsan gazisin” deyip motive etmen. Hatırlıyor musun, bir gönüldaşın benim öldüğümü zannedip, “Yakup Köse şehit, Yakup Köse şehit” diye haykırışını işitmiştik. Ben de sana, “Halil benim için şehit diye bağırıyorlar. Şehit oldum da farkında değil miyim?” diye sormam üzerine sen, “Dur ya o kadar acele etme” diye espri yapmıştın. Gülmüştük. Ölüme gülen insanlardık, sen güle güle gittin. Biz ise güleceğimiz günü özlemle, hasretle bekliyoruz. Ne derdik seninle, “Bizi güldürmek isterlerse ölümle tehdit etsinler...”
Şehit Halil Kantarcı’nın dostu Gazeteci-Yazar Yakup Köse’nin satırları