Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) “2024 Yılı Yazar, Fikir Adamı ve Sanatçıları Ödülleri”ni kazanan isim ve eserleri açıkladı. Prof. Dr. Ali Şükrü Çoruk’un Ketebe Yayınları’nda çıkan İmparatorluk Yıkılırken Edebiyat isimli çalışması da 2024 yılı kapsamında İnceleme dalında ödüle layık görülen eser oldu. Çoruk’un 25 yıl gibi uzun bir sürede kaleme aldığı edebiyat tarihi araştırmalarının sonuçları olan makalelerin bir araya getirildiği eser, Tanzimat’la birlikte başlayan modernleşme sürecinin edebiyat ve toplum üzerindeki etkilerini dikkat çekici yeni veriler ışığında değerlendiriyor. Gündelik hayatın modernlik karşısındaki kırılmalarını, şair ve yazarların modernleşme olgusuna dair tutumlarını ve aldıkları pozisyonları titizlikle irdeliyor. Basın-yayın alanındaki gelişmelere eğilerek siyasal ve toplumsal mücadelelerin arka planında yatan edebî dinamiklere, yenileşme dönemlerinin kaotik ortamında kaleme alınan eserlere, tarihsel ve edebî bağlamda önem taşıyan, kimi zaman gülünç kimi zaman ciddi tartışmalara da odaklanan Çoruk, Türk edebiyatının gelişiminde rol oynamış sansasyonel diyalogları, toplumsal ve politik bağlamlarıyla birlikte mercek altına alıyor.
Prof. Dr. Ali Şükrü Çoruk ile Türkiye Yazarlar Birliği ödülüne layık görülen, tarih ve edebiyatın iç içe geçtiği noktalara dair yenilikçi, eleştirel ve zengin bir içerik sunan eseri İmparatorluk Yıkılırken Edebiyat’ı konuştuk.
25 yıldır kaleme aldığınız makalelerin bir kısmını İmparatorluk Yıkılırken Edebiyat başlığı altında kitaplaştırdınız. Ketebe Yayınları’ndan çıkan kitap, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 2024 yılı kapsamında İnceleme dalında ödüle layık görüldü. Edebiyat araştırması ve tarih iş birliğinin gözetildiği bu makaleleri bir kitapta toplamanızın nedeni neydi?
Edebiyat tarihi edebiyat biliminin önde gelen araştırma sahasıdır. Akademik hayatım boyunca yaptığım araştırmaların çoğu bu alana ait. Bu kitapta yer alan makalelerim daha önce değişik tarihlerde çeşitli bilimsel dergilerde yayınlanmıştı. Dağınık halde duran, dergi sayfalarında kalan bu makalelere okuyucunun ulaşması zordu. Bir kitap bütünlüğü oluşturacak hale gelen bu makaleleri okuyucunun istifadesine sunmak için editörüm ve aynı zamanda öğrencim Hacer Selçuk ile çalışmaya koyulduk ve böylelikle bu kitap ortaya çıktı. Kitap beklemediğim ölçüde ilgi gördü. Normalde akademik yayınlar belli bir okuyucu kitlesine hitap ederler. Bu ilgi kitabın daha geniş bir kitleye hitap ettiğini gösteriyor. Bence bu ilgi kitapta değişik makaleler etrafında tartışılan konuların ve problemlerin günümüz için de geçerli olmasından ileri geliyor. Neticede Türkiye Yazarlar Birliği’nin seçici kurulu da kitabı alanda bir boşluğu giderecek tarzda değerli bulduğu için ödüle layık gördü. Bütün bunlar gurur verici tabii.
Osmanlı’da modernleşme serüveninin başladığı ilk yıllardan itibaren edebiyatın bu değişimlere, dönüşümlere çabasız ve duyarsız kalmadığını görüyoruz. Öncelikle modernleşmenin gerekliliğini savunarak halkı iknâ vazifesi yüklenen şairler, ardından seçilen edebi türler, yazılan romanlar ve bu romanlarda modernleşmenin ete kemiğe bürünmüş hali olan karakterler… Modernleşmenin edebiyata bu denli hızlı nüfuz etmesini neye bağlıyorsunuz?
Tanzimatla beraber başlayan modernleşme süreci her ülkede olduğu gibi bir krizi de beraberinde getiriyor. Var olan durumla yeninin karşılaşması anlamına gelen bu kriz sürecinden edebiyat da etkileniyor. Başka bir deyişle hayat değişince edebiyat da değişiyor. Değişen edebiyat bu sefer hayatı da değiştirmeye başlıyor. Dolayısıyla edebiyat ve hayat arasındaki ilişki karşılıklı. Roman başta olmak üzere pek çok yeni edebi tür Tanzimat döneminde edebiyatımıza giriyor. Doğal olarak bu yeni türlerin üzerinde durduğu temel konuların başında eşzamanlı olarak modernleşme ve onun ortaya çıkardığı meseleler var. Kendilerine devlet ve toplum tarafından yüklenen misyonun farkında olan edebiyatçılar ve özellikle romancılar yaşanması doğal olan bu kriz sürecinde toplumun zihninde beliren soru işaretlerini dağıtmayı hedefliyorlar ve kendilerine göre sağlıklı bir modernleşme projesi sunmaya çalışıyorlar. Bunu yaparken realiteden hareketle olan ile olması gerekeni göstermeye çalışıyorlar ve elbette edebiyatın ve sanatın imkanlarından, ikna gücünden faydalanıyorlar. Özellikle Namık Kemal ve Ahmet Midhat Efendi’de somutlayacağımız Tanzimat aydınının genel olarak hareket tarzı bu. Realitenin ve dönüşüm sürecinin edebiyat üzerinde bu derece belirleyici olması ister istemez roman kahramanlarına ve olay örgüsüne de yansıyor. Ahmet Midhat Efendi’nin romanlarına baktığımızda bunu net bir şekilde görüyoruz. Meselâ Felatun Bey ile Rakım Efendi romanına baktığımızda bir modernleşme parodisi olarak karşımıza çıkan Felatun Bey’i biçimlendirirken yazarın oldukça mübalağaya kaçtığını düşünebiliriz. Ancak dönemi anlatan tarih metinlerine ve gazetelere baktığımızda toplumda bu türden tiplerle gerçek hayatta karşılaşmak mümkün. Benim üzerinde durduğum Hariciye Teşrifatçısı Kâmil Bey bazı konularda Felatun Bey’i aratan aşırılıklara sahip. Böyle olunca modernleşme meselesi ister istemez edebiyatın temel meselesi hâline geliyor.
Kitabınızda “Gündelik Hayat Tarihine Kaynak Olarak Popüler Romanlar” başlıklı bir makalenize de yer veriyorsunuz. Bu yazıda temel alınan soruyu size yöneltmek isterim. “Edebiyat bir bilgi kaynağı veya bilgi üretimine yardımcı bir sanat dalı olabilir mi?”
Bu biraz da bilginin değişken tanımıyla alakalı. Bununla beraber özellikle yazıldığı dönemin izlerini taşıyan romanların pek çok bilim dalı için önemli veriler sağladığı bir gerçek. Özellikle psikoloji ve psikanaliz usta romancıların yaptığı ruh tahlillerinden faydalanmaya devam ediyor. Meseleye tarih, özellikle sosyal tarih açısından baktığımızda gündelik hayattan ve yazıldığı dönemin aktualitesinden beslenen popüler romanların bu alana ciddi katkılar yapacağını söyleyebiliriz. Dolayısıyla tarihçiler araştırma yaptıkları konu çerçevesinde romanlardan faydalanabilirler. Bu noktada romanlardan hareketle iktisadî çözümlemeler yapan Mustafa Özel’in çalışmalarını örnek olarak gösterebiliriz.
Osmanlının son, Cumhuriyet’in ilk yıllarını kapsayan döneme edebiyat tarih ilişkisi üzerinden ele aldığınız İmparatorluk Yıkılırken kitabı bir seriye dönüşüyor. 2. ve 3. kitap için hazırlıklara başladığınızı ifade ediyorsunuz. Serinin gelecek kitapları kronolojik bir sıralamanın devamı mı olacak?
Akademik hayatım boyunca yazdığım yazılar sadece bilimsel makalelerden ibaret değil. Bu süreç içinde bilimsel kaygılardan uzaklaşmadan yazdığım yazılar da söz konusu. Bu çalışmanın devamı olarak sözünü ettiğim yazılardan hareketle İmparatorluk Yıkılırken Toplum ve Siyaset ile İmparatorluk Yıkılırken İstanbul başlıklarıyla iki kitap daha hazırlamayı düşünüyorum. Böylelikle 3 kitaptan oluşan bir seri ortaya çıkmış olacak.
Kitaptaki en dikkat çekici başlıklardan biri “Bir Gelenek İcadı Olarak II. Meşrutiyet Dönemi’nde Gerçekleştirilen İstanbul’un Fethi Törenleri”. II. Meşrutiyet ile iyiden iyice çatırdamaya başlayan bir imparatorlukta böyle tarihi bir olayın bir törene dönüştürülme nedeni sizce nedir?
Ünlü tarihçi Hobsbawm, modern dönemde belli ihtiyaçlar çerçevesinde özellikle devlet eliyle kullanıma sokulan ve tekrar edilen bazı uygulamaları “gelenek icadı” olarak nitelendiriyor. Sözünü ettiğiniz makalenin teorik çerçevesini oluştururken Hobsbawm’ın bu düşüncesinden hareket ettim. Bugün her yıl gerçekleştirilen İstanbul’un Fethi etrafında yapılan kutlamaları da bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Devlet eliyle ilk defa bu kutlamaların başlangıç yılı 1914 yani modern dönem. Öncesinde böyle bir kutlama yok. Bu törenler bir ihtiyaç çerçevesinde başlatılıyor. Balkan Savaşı sonrası ve Birinci Dünya Savaşı öncesinde başlatılan bu törenlerle fethin anlamı etrafında halkta vatanseverlik duygusunun ve İstanbul’u koruma bilincinin arttırılması hedefleniyor. 1918’den 1953’e kadar ara verilen törenler fethin 500. yılı dolayısıyla tekrar başlatılıyor ve günümüzde de devam ediyor.
İyiliğin bulaşıcı olduğunu anlattım
Skyroad ile Keşfet Fotoğraf Yarışması’nda en iyi yedi rotaya ödül