Vaiz Fatma Bayram İyiler Yalnız Değildir isimli yeni kitabını geçtiğimiz günlerde okuyucuyla buluşturdu. Bayram, bu kitabında Bakara Suresi 177. ayetteki tanımı çerçevesinde iyiliği ele alıyor, iyiliğin akli ve kalbi boyutlarını bir arada sunuyor. Modern dünyada iyiliğin tanımlarını, iyiliğin inançla ilgisini ve “İyi insan kime denir?” sorusunun cevabını en samimi şekilde sorgulatan Bayram, hayatın çeşitli dalgalanmalarını yansıtan bir çeşitlilikle “iyiliği” ele almaya; düşünceye ve bilgiye, duyguya ve davranışlara yan yana yer vermeye çalışıyor. Bayram, “Etrafımızdakiler için yapabileceğimiz en harika yatırım, kendimizi iyileştirmektir. Bize baktıklarında iyilik numuneleri görmeleri, onların hayatında büyük bir zenginlik oluşturur” diyor.
Geçtiğimiz günlerde yeni kitabınız İyiler Yalnız Değildir’i okurla buluşturdunuz. İyilerin yalnız olup olmadığına gelmeden önce… Bir insanın ahlaklı olması için inançlı olması gerekir mi? Kişi inançlı olmasa bile iyi insan olamaz mı?
Bu konu malesef sağa sola çekiştirilerek sündürülmeye ve söylemediğiniz şeyleri söylemiş sayılmanıza müsait. Verdiğiniz cevabın, bağlamından koparılıp amacınızın dışında bir yerlere çekilmesi çok mümkün. Bu nedenle öncelikle altını kalınca çizerek şunu ifade etmek isterim: Benim konuya bakışım tamamen Bakara Suresi 177. ayetteki iyilik tanımı çerçevesindedir. Bu tanım yükselen değerlere uymayabilir. Bu durumdan etkilenmeden “Kur’an ne diyor” diye baktığımızda önümüzde açık seçik duran iyilik tanımının günümüzün iyinin kişiden kişiye, toplumdan topluma değiştiğini savunan yaklaşımla örtüşmediğini görüyoruz. Evet, Yüce Allah elbette kişilerin güç ve zayıflıklarını, toplumsal şartlarını vs dikkate alacaktır. Ama bu kişisel farklılıklar “iyi”nin kişiden kişiye değişeceğini göstermez. Bu zorunlu açıklamadan sonra bahsettiğimiz ayete baktığımızda iyiliğin üç alt başlığı olduğunu görüyoruz: İnanç, ibadet ve ahlak. Ahlaklı olmak için inançlı olmak şart olmasa da Allah’ın tanımına göre “iyi bir insan” olmak için bu üçünün bir arada olması gerekiyor.
“Namaz kılmıyor ama iyi bir insan” ya da “Allah’a inanmıyor ama kimseye kötülük yapmaz” gibi cümleleri sıklıkla duyuyoruz. Bir insanın “iyilerden” sayılabilmesi için İslam inancına göre kıstasımız nedir?
Bu soruyu kısmen bir önceki sorunun içinde cevaplamış oldum. Allah’a ve peygambere inanan bir kişinin namaz kılmaması en azından bir irade zaafiyetini göstermesi açısından göz ardı edilemeyecek bir eksikliktir. Bunu kendimiz adına söylüyorum. Yoksa kimseyi yargılamak ve hakkında karar vermek için değil. Bir doktorun sigara içmesi ya da bir hakimin rüşvet alması gibi bir zayıflıktan bahsediyorum. Benim asıl hayretle karşıladığım şey, insanların eksikliklerini eksiklik olarak görmemeleri. Yani hem işin bir tarafını eksik yapacak hem de kendini hiç eleştirmeyecek. Kimse de ona “bu konuda şöyle bir eksiğin var,” demeyecek. Bu bana çok hastalıklı bir düşünme tarzı olarak görünüyor. Tevbeye, ıslaha, gelişime, iyileşmeye kapalı olmaz mıyız bu durumda?
Bir de iyiliğin sadece insan insana hatta sadece “ben”le ilişkiye indirgenmesi durumu var. Yani bana göre iyi biri bana iyi davranan biri oluyor. Söz gelimi iş hayatında zalim biri olsa da bana iyi davranana “iyi biri” dememiz söz konusu ki bu da ayrıca sorgulanması gereken bir durum. Allah’a inanmadığı halde kimseye kötülük yapmayan “iyi” biri mümkün. Nitekim peygamberimiz döneminde de böyle insanlar vardı. Peygamberimize bile iyilik yaptılar ama çeşitli sosyal nedenlerle iman etmediler. O zaman da devreye ahiretteki durum giriyor. Doğrusu benim sorum şu: Yaratacının kendi üzerindeki hakkını reddeden biri bana nazik davranmakla iyi biri olur mu? Nezaket ve görgünün bırakın iyilikle eşitlenmesini ahlakla bile aynı şey olmadığını gözden kaçırabiliyoruz. Tekrar ifade edeyim, burada benim temel meselem kendimle ilgilidir. Derdim şu; “Ben Allah katında iyi biri nasıl olurum?”
“Öbür dünya yoksa iyilik ölür”diyorsunuz. Ahiret inancının iyiliğin sürdürülebilir olmasındaki etkisi nedir?
Ucu ahirete varan bir sorumluluk duygusunun her seviyede insanın ahlaki yapısını güçlendirdiği kanaatindeyim. En yüksek düzeyde ahlaki seviyeyi başaran insanlar dahi bu seviyeyi her durumda korumak için bir motivasyona ihtiyaç duyarlar. Sıradan insan için ise ahiretteki hesap ve onun neticesi olarak vaat edilen ödül ve ceza daha da güçlü bir teşviktir. Bazıları bunu tüccar mantığı diye suçlasa da ben o kanaatte değilim. İnsanın doğasında var olan, emeğinin karşılığını görme isteği, üstelik de Allah tarafından teşvik ediliyorsa neden bir kusur olsun? İyiliğin denendiği durumlarda sınavı geçebilmek için biraz metafizik desteğe ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
n Kitabınızda “ahlak” ve “iyilik” kavramlarının giderek sekülerleştirildiğini ve dinden uzaklaştığını ifade ediyorsunuz. Bu durumun sonuçları bizim için neler olur?
Kişisel kanaatime göre bu durumda, kendini yüksek düzeyde kontrol etmeyi yani iç disiplini başarmış ve manevi bir takım değerler üretecek potansiyele sahip çok küçük bir azınlık dışında kalanların giderek daha da güdüselleştiği bir dünyaya doğru gideriz. Bu durumda başta hukuk sistemi olmak üzere bütün toplumsal örgütlenmelerin falsosuz çalışması gerekir. Aksi durumda her türlü sapkınlığın normalleştiğini, şiddet ve haksızlıkların arttığını, zayıfın daha da ezildiğini, sosyal dayanışmanın yok düzeyine geldiğini göreceğiz.
Kitapta bahsi geçen ve dikkate değer bir başka husus da iyiliğin yaşadığımız toplumla ilgili olması… Kapsamlı bir iyiliğin ancak sosyal bir harekete dönüşme durumunda hedefine ulaşabileceğini ifade ediyorsunuz. Biraz daha açabilir misiniz?
Kötülüğün yaygın ve hakim olduğu bir toplumda tek başınıza olsanız iyilik halinizi koruyabilir misiniz, sorusuna verdiğim cevaptır. Bir ağacın köklerini dişleyerek yaşamak zorunda kalınsa da yaygın bir kötülüğe kapılmamak konusunda bizi uyaran peygamberimize ilaveten ashabı kehfin durumu da iyiliğin tek başımıza sürdürülmesinin imkansızlığını gösterir. Diyelim ki üstün bir gayret veya soyutlanma ile kendimizi koruduk bu iyilik hali bizimle birlikte ölecek demektir. Oysa biz inançlı insanların Kur’an’da açıklanan en önemli sosyal sorumluluklarından biri de iyiliğin yayılması ve kötülüğün azalması için çalışmaktır. Buna göre sadece kendini kurtarmayı düşünen başta kendini ziyan etmiş olur. Son olarak yeryüzünde kötülüğün tamamen ortadan kalkmayacağının bilincinde olduğumuz da ifade etmek isterim. Burası imtihan dünyasıdır ve kötülük yoksa imtihan da yoktur. Önemli olan iyilerin hakim olduğu, iyiliğin bir erek olduğu ve hepsinden önemlisi kötülüğün kötülük olarak bilinip kınandığı bir toplumun inşasında rol alabilmektir.
Beslenme uzmanları İbn Haldun'u anlamalı