Sanayileşme ve modern orduların önem kazanması devletlerin vatandaşlarını daha sağlıklı ve güçlü hale getirme çabasını ortaya çıkardı. İnsan gücü ekonomi ve askeriyenin temel taşı haline gelirken, spor ve beden eğitimi, devleti kalkındırmanın bir aracı olarak görüldü. Osmanlı, beden terbiyesini önce askeri okullarda başlattı, ardından topluma yaydı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında bu çalışmalar genişlerken, jimnastik gibi bireysel sporlar teşvik edildi, futbol gibi rekabetçi sporlar ise gençleri kötü etkilediği gerekçesiyle dışlandı. Söz konusu süreçte spor politikalarının nasıl şekillendiğine ve futbolun neden hoş karşılanmadığına gelin daha yakından bakalım.
Modern anlamda sporun ve özellikle beden terbiyesinin Osmanlı’ya dâhil oluşu askeri okullar kanalıyla oldu. 1860’ların başından itibaren askeri okullardan sivil mekteplere yayılan terbiye-i bedeniye dersleriyle eş zamanlı olarak, bedeni modern tekniklerle güçlendirmenin ve bu yolla sağlığı da korumanın gerekliliği kamuoyunda hızlıca tartışmasız bir hakikat halini aldı.
Beden terbiyesinde Fransız, Alman ve İsveç ekollerinin öne çıktığı bir ortamda Osmanlı’da bu alanın öncülerinden Selim Sırrı (Tarcan) ve Filozof Rıza Tevfik’in (Bölükbaşı) çabaları İsveç modelinin kabul görüp yaygınlaşmasını sağladı. II. Meşrutiyet sonrasındaki Balkan Harbi’yle başlayan uzun savaş yıllarında ise beden terbiyesinin askere hazırlama misyonu öne çıktı.
Geleneksel profesyonel ordu anlayışının aksine ülke sathında her an topyekûn savaşa hazır bir vatandaş ordusu öngören “millet-i müselleha” yani silahlandırılmış millet anlayışının Alman ekolünün tesirinde eğitim gören İttihatçıların askeri kanadında yaygın kabul görmesi, İttihatçıların ve onların devamı olan erken Cumhuriyet idarecilerinin beden terbiyesi ve sporu militarist bir bakışla şekillendirmeleri neticesini verdi. Bu anlayış her iki dönemde de spora yapılan yatırımların saiki olduğu gibi futbol başta olmak üzere rekabetçi sporların vatana faydası olmayan faaliyetler olarak ele alınmasını doğurdu.
Futbol hakkında Osmanlı arşivlerindeki en eski belge 23 Kasım 1890 tarihlidir. Belgeye göre Kadıköy’de Kuşdili Çayırı’nda 20-25 İngiliz genç toplanarak iki tarafı kapı şekline konulmuş ve etrafına hat çekilmiş bir daire içinde lastikten mamul bir top ile oyun oynamaktadırlar. İngilizler eliyle Osmanlı topraklarına giren bu oyun zamanla Müslüman Türkler arasında da yayılacak ve 1900’lerin başlarında bugün bildiğimiz meşhur kulüpler başta olmak üzere birçok futbol kulübü kurulacaktır.
Fakat belgeden de anlaşıldığı gibi devlet hem kalabalık halinde oynanması hem de seyirci çekmesinden dolayı bu spora bir güvenlik riski olarak yaklaşmıştır. Rekabetçi doğasından dolayı da yine hem devlet hem de halk nezdinde faydalı bir spordan ziyade bir nevi “serserilik” olarak addedilmiştir.
“İki tarafı kapı şekline konulmuş ve etrafına hat çekilmiş bir daire içinde…”
“Kadı karyesinde Moda’da ikamet eden İngiltere Devleti tebaasından Mösyö Witt’in oğullarının taht-ı nezaretinde olmak üzere Dersaadet’te sakin 20-25 kadar genç İngilizlerin sene-i sabıka misillü dünkü cumartesi günü de Kuşdili Çayırı’nda bi’l-içtima iki tarafı kapı şekline konulmuş ve etrafına hat çekilmiş bir daire içinde lastikten mamul bir nev’ oyun topu ile oynadıkları görülerek olay soruşturulmuştur.”
Dönemin basınında futbol başta olmak üzere spor kulüplerinin gençlerin ahlakını bozduğuna dair birçok yazı yazılmıştır. Örneğin İstiklal Gazetesindeki “İctimâî ve Ahlâkî Sukütta [Düşüşte] Spor Kulüplerinin Tesirleri” başlıklı yazıda gençlerin bu kulüplerde fiziki aktiviteden ziyade tavla, iskambil gibi oyunlarda vakit çürüttüklerinden şikâyet edilmektedir:
“Daha pek küçük yaşında idman hevesi ve aşkıyla yanan adedi ehemmiyetli son nesil gençliği spor kulüplerine giriyor, ateş-i faaliyetlerini orada söndürmeye gelen gençler ne yazık ki riyâlı bir samimiyetin, küflü bir inzibatın tedricî tesiratıyla yavaş yavaş uyuşuk ve donuk bir adam oluyorlar. Zahmet edip ziyaret edilse anlaşılır, her gireceğiniz spor kulübümüzde göreceğiniz faaliyet, küme küme gençlerin tavla, iskambil, domino oynamaklarıyla, henüz imlâsı şüpheli spor mecmualarında göz nuru dökmeleridir.”
“Futbol modası çocukları ne hâle getirdi?”
28 Ağustos 1924 tarihinde Sebilürreşad’da alıntılanan “Futbol Modası Çocukları Ne Hâle Getirdi?” başlıklı yazıdaki ifadeler ise futbol merakının gençlerdeki olumsuz tesirlerinin yıllar içerisinde geldiği noktayı göstermekte. 1890’larda yalnızca ecnebilerin oynadığı bir oyun olan futbol zamanla yerel halk arasında da yayılmış, aşağıdaki ifadelerden anlaşıldığı gibi kısa sürede faydalı sporların dışına itilerek ahlak bozucu bir aktivite olarak anlaşılmaya başlanmıştır.
“Futbol merakının, birçok gençlerin uykusunu kaçıracak, oyun esnâsında heyecandan ve asabiyetten çıldırtacak ve nihâyet en ufak bir ihtilâfı vesîle ederek birbirinin üzerine hücûm ettirecek derecede tahripkâr bir ihtirâs hâline gelmesi spor hakkındaki telakkilere tamâmıyla zıddır.
Aynı zamanda bu ihtirâs[hırs] yavaş yavaş, kendinden başka her türlü meşgaleye, bilhâssa fikrî meşguliyetlere mâni’ olan tehlikeli bir merâk hâlini aldı; gençlerimizde fikrî ve bedîî şeylerle uğraşmak, okumak merâkı kalmadı; bu gibi ma’nevî zevklere karşı heyecân azaldı.”
Osmanlı’nın son dönemlerinden başlayarak erken Cumhuriyet yıllarında da benzer esaslar üzerinde devam eden devletin beden terbiyesi, spor ve bireysel sağlığı koruma politikaları modernleşme projesinin genel muhtevası ve modern ulus-devletlerin ruhu dikkate alındığında anlam kazanıyor. Jimnastik ve benzeri bedeni geliştirici bireysel sporların doğuşu ve yayılması devletlerin, vatandaşlarının bedensel bütünlüklerinin askeri ve iktisadi ilerleme açısından olmazsa olmaz olduğunun kavramasından sonra gerçekleşti.
Osmanlı özelinde beden terbiyesi dersinin müfredata girişi evvela askeri okullarda olmuş daha sonra Mekteb-i Sultani öncülüğünde zamanla eğitim sisteminin geneline yayılmıştı. İlk olarak Balkan Savaşları'nda fark edilen askerlerin düşman güçlerine nazaran fiziksel zayıflığı, İttihatçıları beden eğitiminin ülke geneline yayılması konusunda adım atmaya zorlamıştı. Birinci Dünya Savaşı'nda Almanlarla yapılan ittifak neticesinde bu alan daha da disiplin altına alındı ve Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki terbiye-i bedeniye ve spor politikaları 1950’lerin başlarına kadar benzer bir anlayış üzerinde yükseldi.
Devletin her an savaşa hazır, gürbüz, çevik, sıhhatli ve hem fabrikada hem tarlada daha üretken dolayısıyla ülkenin ekonomik atılımında da daha verimli olan yurttaş arzusundan doğan beden eğitimi ve spor politikaları faydalı ve faydasız spor ayrımını da ortaya çıkarmıştır.
Kişilerin bedenini geliştirip sağlıklarını koruyan jimnastik benzeri sporlar faydalı olarak kodlanıp teşvik edilirken halkın daha çok ilgi gösterdiği ancak tefrikayı, rekabeti, ahlaki bozulmayı artıran futbol gibi yarışmacı sporlar faydasız hatta “serserilik” olarak nitelenmiş ve desteklenmemiştir. Bu durum da birçok sahada olduğu gibi ancak İkinci Dünya Savaşı sonrası gerçekleşen paradigmatik değişimle yumuşayacak, önündeki fikri bariyerlerin kalkmasıyla futbol 50’lerden sonra daha da profesyonelleşerek hem ülkemizde hem de dünya genelinde kitleselleşecektir.