Hile veya diğer bir adıyla sahtekârlık deyince buna karşı tepkimizin, duruşumuzun daha fazla, yerinde ve etkili olması gerekmez mi? Aslında bu tepki ve duruş bizi anlatan, tanımlayan bir durumdur aynı zamanda. Biz neye karşıysak, kırmızı çizgimiz neyse bunun bizi harekete geçirmesi de gerekir. Bu alanı belirledikten sonra doğru ve yanlışı ayırma gibi bir görevimiz de olmalı. Yani hileci boş durmuyorsa siz de ondan daha fazla çalışmak, uyanık kalmak, tedbir almak ve bütün bu olumsuzlukları gidermek için bir gayrete ve çabaya ihtiyaç vardır. Özellikle gıda alanındaki hilelere karşı sadece devlet olarak bir politikanın belirlenmiş olması yetmez, toplum olarak da bu konuda görev ve sorumluluklarımızın olduğu şuuru ve bilinciyle hareket etmemiz gerekiyor. Toplum diyerek çerçeveyi genişletmek yerine bir gıdanın üretiminden tüketimine kadar bütün bu süreci kapsayan, fabrikasından zincir marketine, bakkialından pazarına kadar bilhassa esnafımızda hileye, dalavereye karşı “ahi” bilinciyle donanmış olmak, kötü örneklere karşı iyilerin bir arada olması ve birlikte hareket etmesi gerekiyor. Diyanet televizyonunun Diyanet’e soralım programının bir bölümünü seyretmiştim. Orada Trabzon’dan arayan, ismini vermek istemeyen bir seyirci, bir esnafın sorusu dikkat çekiciydi. Şu meyanda bir soruydu bu. Seyirci “Biz mesela tereyağı satıyoruz, Trabzon tereyağı demezsek satamıyoruz, bu yüzden yağlarımızı bu şekilde satabiliyoruz. Bu günah mıdır?” diyordu. Problem esasında bir gıdanın muhteviyatına uygunsuz bir şey katmak değil, bunun nasıl bir etiketle, hangi rafta ve ne isimle satıldığı, satıcının ne şekilde sattığı da çok önemli. Dürüst insanı anlatırken kullanılan bir deyim çok hoşuma gitmişti: Adımına hile katmaz. Bu söz bize şunu anlatıyor: Bir gıda nasıl ki ‘soğuk zincir’ ile sağlıklı kalabiliyorsa bir adam da adımına hile katmıyorsa doğru ve dürüst adam olur ancak. Devlet aklı ve işleyişiyle hileye karşı uygulamaya konan yeni tedbirler bakalım işe yarayacak mı? Peki, bal bal demekle ağzın tatlanmayacağı gibi sahtekarlık sahtekarlık diye de bu mesele hallolabilecek mi? Bir yanda hileye karşı atılan adımlar, bir yanda da balın saflığını sağlama çabası yazımıza çeşni katıyor.
Taklit ve hileli gıda listeleri anlık olarak ekim ayı itibariyle elektronik ortamda tüketicilerle paylaşılmaya başlandı. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın Gıda Kamuoyu Duyuru Sistemi’nde her yeni sonuç listeye eklenmeye başladı. Eski sisteminde ise bu durum 6 aşamalı bürokratik bir süreçle yönetiliyordu. Farklı yağlar karıştırılan yağın zeytinyağı olarak piyasaya sürülmesi veya peynire margarin katılması gibi taklit veya tağşişli ürünlerin tespiti edilmesi halinde bu ürünler toplatılıyor. 3 yıl içindeki ilk 2 tespitte ağır para cezaları uygulanıyor. 3 yılda 3’üncü defa yapılırsa bu da mevzuatta suç olarak tanımlanıyor. Cumhuriyet başsavcılıklarına suç duyurusu yapılıyor.
Arıcılıkta dünyada ikinci olan Türkiye’de arı yetiştiricileri piyasanın taklit ürünlerden arındırılmasını istiyor. Arıcılar yurtdışına bal pazarlarken çok sayıda analiz ve kriteri yerine getirirken iç piyasada da bu analiz metotlarının uygulanması gerekiyor. 1 kilogram balın arıcıya maliyeti 261 lira olmasına rağmen market raflarında kilogramı 50 liraya, 70 liraya bal var. Tarım ve Orman Bakanlığının laboratuvarlarında balın saflığını ölçecek NMR makineleri var. Bunların 2025’ten itibaren kullanılması dört gözle bekleniyor. Taklit balın değil, arının doğada ürettiği, arıcının dağda ürettiği balın piyasada hakim olmasını amaçladıklarını dile getiren Türkiye Arı Yetiştiricileri Merkez Birliği Ziya Şahin, bala dışarıdan bir madde eklemeyi, balın yapısını bozmayı ve balın yapısından herhangi bir bileşeni çıkarmayı ‘sahtecilik’ olarak kabul ettiklerini belirtiyor.
Michelin’den yeni seçki
Michelin Rehberi Türkiye’deki restoran seçkisini 5 Aralık tarihinde açıklayacak. İstanbul, İzmir ve Muğla’nın yeme-içme kültürünün en iyilerinin yer aldığı seçki İstanbul’da törenle duyurulacak. Törene seçkide yer alacak tüm restoranların şefleri davet edilecek. Profesyonellerin performansını öne çıkaran özel ödüller de etkinlik sırasında sahiplerini bulacak.
Mumyada kefir peyniri izi
Çin'in Sincan Uygur özerk bölgesindeki tarım havzasında yaklaşık 3500 yıllık mumyalarda kefir peynirinde yaygın olarak bulunan bakteri türleri tespit edildi. Mumyalarda 2003'te keşfedilen "beyaz maddeleri" inceleyen araştırmacılar inek ve keçi DNA'sının olduğunun doğrulanmasının yanısıra yaygın olarak kefir peynirinde bulunan bakteri örnekleri bulundu.
Domatestin adı ‘Cevval’
Tarımsal üretim kapasitesini geliştirmek ve dünya pazarlarında rekabet gücünü artırmak amacıyla domates ıslah projesi gerçekleştirildi. Akdeniz Üniversitesinde Manavgat Meslek Yüksekokulu Öğretim Üyesi Doç. Dr. Aylin Kabaş ile Antalya Tarım AŞ işbirliğinde geliştirilen ve “Cevval” adlı yeni türün dayanıklılığı yüksek ve güçlü kök yapısına sahip olduğu belirtildi.
İlk defa Afrika yemek kültürüne dair bir kitabın ülkemizde hazırlanmasını gastronomi açısından önemli bir gelişme olarak değerlendiriyorum. Zira kara kıtanın beş bölgesinin yemek kültürünün anlatıldığı kitapta 50’den fazla tarif var. “Afrika Yemek Kültürü” adını taşıyan bu kitabın elimize ulaşması halinde size daha fazla bilgi vermeyi ümit ediyorum. Bu değerli eser, geçtiğimiz hafta New York Türkevi’nde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan ve devlet başkanı eşleri ve uluslararası kuruluşların temsilcilerinin katılımıyla tanıtımının yapılmasıyla gündeme geldi. 54 ülkeden oluşan ve 2 bin farklı dil konuşulan kıtada elbette yemek kültürünün eşsiz bir hazine olduğu bir gerçek. Kitap içerisinde beş farklı bölgenin yemek kültürü ve ellinin üzerinde özgün yemek kültürünü yansıtan reçetelere yer verilmiş. Afrika kıtasında yer alan ülkelerin yemeiçme alışkanlıkları ve kültürel alışkanlıklardan bahsediliyor. “Aynı sofrada yemek yiyenler birbirlerine ihanet etmezler” diyen Afrika atasözü ile başlayan bu kitapta her hanede anneden kıza aktarılan birbirinden çeşitli geleneksel ev yemekleri tariflerinin bulunduğu ifade ediliyor. Kuzey Afrika bölgesinin önemli bir yemeği olan kuskus yemeğinin zengin çeşitliliği “Ne kadar aile varsa o kadar kuskus çeşidi vardır” sözüyle dile getiriliyor. Yazarları Prof. Dr. Suna Timur Ağıldere, Prof. Dr. Figen Durlu Özakkaya, Doç. Dr. Mustafa Aksoy olan eserin ilk baskısı Türk Tarih Kurumu tarafından 2018’de yapılmış.
Türk sinemasının geleceğine sahip çıkmalıyız