2009 yılında Nobel Edebiyat Ödülü alan Herta Müller, Keşke Bugün Kendimle Karşılaşmasaydım isimli kitabında “Bir pazar günü, dolu cepler, boş kalplerle ne yapar insan...?” diye soruyor. Yanımızda kimse olmadığında pazar değil hafta içi herhangi bir günde yapılacak önemli ne kalabilir, diye ekleyelim biz. Bu hafta konuğumuz, şair A. Yalın Karadağ. Bir süre önce İstanbul’dan İznik’e, yani şehirden taşraya taşınan Karadağ’a klasik bir pazarının nasıl geçtiğini sorduğumuzda şu yanıtı alıyoruz: “Kuleler ile dolu gökyüzünde yaşayan insan hayal ediyor; sabahın 5’i gün ağarmaya başlayacak, ufukta bir aydınlık, güneş ortalığı velveleye vermeye hazırlanıyor. Tüm bunlar olurken küçük bir teknenin üstünde gölde kürek çekiyorsun ve bir noktada duruyorsun öylece. Endişe de var tabi, zira göle düşmek korkusu, aniden derinleşen, çukurlaşan girdaplar, balçıklı göl ve seni içine çekmesi. Mukayeseye yer yok bir yandan. Tüm sıkıntılar, karabasanlar şehirde kalmış, şehir ardında. İşte böyle hayaller kurardık pazar günleri şehirde iken. Şimdi bu hayali bir kırsalda, yapayalnız bir göl kenarında yaşamak işi benimkisi. Cahit Sıtkı Tarancı gibi ‘yaşama aşkının güzelliği’ni övüyorsunuz, üstün olan ölüm burada bunu da bilerek hem de delikanlı çağımızda bu cevherden haberdar cevelanlarla birlikte, Allah uzun ömür versin hepsi 60’ı devirmiş… Sadece pazarları da değil. Her gün pazar gibi.”
Karadağ’a “Pazarları sıkıntılı geçmekten kurtaracak bir öneriniz olur mu”, dediğimizde ise şair, şunları aktarıyor: “Günlerin bir suçu olduğunu düşünmüyorum. Her pazar bir hayal kırıklığı yaşamak insanın kaderi de olabilir. Hatta kronik canı sıkılan insanların her zaman can sıkıntısını daha da artırmak gerektiğine inanırım. Elbette pazarları insanın neden canının sıkıldığı epistemolojik olarak açıklanabilir, çünkü içinde olduğu bir dünya can sıkıntısı ve ertesi gün her şeyin yeniden başlayacak olması, hep bir yarım kalmışlık hissi. ‘Pazar günü, kendimize ayırdığımız zamanın ve mekânın en önemli göstergesidir’ diyor Süheyl Ünver, bir manifesto. Bir manifesto niteliğinde sayılır mı bilemem ama mesela şehirde vapur kaçırmak da güzel bir eylemdir, yalnızlaştırır. Öyle diyor sevgili feylesof Schopenhauer ‘zeki bir insan yalnızlıkta, düşünceleri ve hayal gücüyle mükemmel bir eğlenceye sahiptir.’ İşte böyle, buluşmalara geç kalmak. Pazar günü zamanı çiğnemeyi öğrenmeliyiz, bulutlara yenilmeliyiz, zamana yenilmeliyiz. Tabi bu durumun taliplisi bu orta dünya insanı mıdır?” Gelelim beyaz perdeye, ekrana... Bugün için kendisinden film önerisi alıyoruz. Karadağ, uzun yıllardır değişmezinin Dilberin Sekiz Günü filmi olduğunu söylüyor. Şair, “Tam Pazar gününe yakışır bir film” diyor bu film için. Peki ya kitaplar? Konuyu kitaplardan açınca, şunları aktarıyor Karadağ, “Bizler için geçerli mi bilmem ama pazar gününün okumaya teşvik eden ayrı bir psikolojisi olduğunu varsayabilirim. Şu sıralar taşraya yerleşmemden ötürü bu civarın yazarlarına, şairlerine yöneldim. Mesela uzun yıllardır Bursa’da yaşayan ‘sevgilimdir yazdığım her şiir benim’ diyen Şair İhsan Deniz’i okuyorum, kendisiyle yakın zaman önce tanışıklığım oldu bir de söyleşi yaptım onunla (İhsan Deniz dosyası, Yedi İklim dergisi, Ağustos 2024 sayısı) Yine Süheyl Ünver’in Bursa Defterleri beni ziyadesiyle meşgul ediyor. Hatta geçenlerde aynı zamanda Süheyl bey’in meslektaşı ve izlerinin müdavimi sevgili dostum Gürkan Ataç ile Ünver’in notları ve hatıraları üzerine uzun ve bereketli bir rota yaptık, hayatiyetini idrak etmeye gayret ettik. O pazar hatıralarıyla beraber gönlümüze gömüldü.”
Ve geldik son soruya... Pazar günü insan olsaydı nasıl biri olurdu? İşte Karadağ’ın cevabı: “Artist bir davulcu çingene olurdu muhtemelen. Umarsız, yol-yordam bilmeyen, her an gürültüye teslim, kalabalık, gözleri zurnanın ucunda, bütün ayartmaların adresi, kaygıları dağıtan ve halk arasında ceset gibi dolaşan tuhaf bir şey.”
Bugün kimimize göre “aile” günüdür ama mesainin bir kenara kaldırıldığı zaman dilimi olarak arkadaşlarla da görüşmek için biçilmiş kaftandır. Acaba Karadağ bu konuda ne düşünür, bugün hangi arkadaşlarıyla görüşmek ister... İşte bunları kendisine sorduğumuzda, “F.Zehrâ Cân ve Z.Farah hanımefendileri kalbimin en kuytularında tutarak onların müsadeleriyle: Şehirdeyken özellikle hafta sonu çoğunlukla pazarları görmek istediğim arkadaşlar ama dostlarım elbette vardı… Aykağan Yüce ve Eren Buğdaycı’yı söyleyebillirim. Zamansız ayrılıklar yaşadık. Sanırım en çok onları özlüyorum. Ama kendimi nasipli hissediyorum, dost her yerde dost. Yakın zaman önce tıpkı benim gibi Üsküdar’dan bulunduğum yere göçen/gelen iyi dost Mete Çamdereli olası ve ağrılı büyük yarama merhem oldu. Dostlukları ve ruh yakınlığı için de Zeliha Peşte hanımefendiyi ve Burak Köse’yi ayrıca not düşmek isterim” cümlelerini aktarıyor.
“Pazarları favori mekânınız neresidir ve neden?” dediğimizde de ise şunları ifade ediyor: “Zevk ve his cephem beni metrolopolit yaşamdan uzaklaştırdı, Batı’da yaşadığım zamanlarda dahi daha orta bölgelerde yaşamağa gayret ettim, mesela kuzeydense Sicilya’yı yurt edindim. Favori mekânlarım da hep butik yerler olmuştur, bu durum seyahat ettiğimde de değişmez. Şehirde iken pazarları Zeyrek’e uğrardım, yine Kuzguncuk’un bostanı köşeme çekildiğim bir mekandı, Nakkaştepe sahili yine öyle. Şimdilerde esas mekânım ise henüz 1 kere gittiğim ve bu Pazar da Mâh-ı Muharrem vesilesiyle gideceğim Numaniye Dergâhı, daim olsun.”
Şimdi ise zor bir soru: En güzel ve en kötü geçen pazar gününüz hangisi? Karadağ, geçmiş zamanları da yâd ederek, “Babamın ebedi istiratgâhının olduğu memleketim Doğanşehir’den hep Pazar günleri ayrılırdım iş vs. durumlarından ötürü, bu dönüşler her zaman acıdan da olsa bir mutluluk verirdi bana, anımsıyorum” ifadelerini kullanıyor. Pazar günleri çalışır mısınız, dediğimizde de “Bizler hafta içi dört başı mamur mekânlarda telaşlı telaşlı işlerine koşturan memurlarız. Yani haftasonu savaşçılarıyız. İnsanın acizliği ve boynuna geçirdiği uyuşukluk yuları bizden ıraktır, kukumav kuşlarına selâm olsun” diyor.