BAŞLARKEN
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu, Gazi Mustafa Kemal Atatürk:
‘’Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Türkiye Halkına Türk Milleti denir.’’, ‘’Dünya yüzünde ondan daha büyük, daha eski bir yurt, ondan daha temiz bir millet yoktur. Ve bütün insanlık tarihinde görülmemiştir.’’
Diyerek;
Milletine, tarihin kökünden gelen bir isim takmıştır. Böylece milletçe ortak bir davranışı, birlik ve beraberliği sağlamayı amaçlamıştır. Ama daha da önemlisi, Osmanlı İmparatorluğu toplumu içerisinden çıkarttığı Türk Milletinin: ‘’Ben kimim?’’ sorusunu yanıtlamıştır. Millete bir kimlik vermiştir. Hemen bunun ardından milletin niteliğini açıklamıştır.
Bu noktada; Türkiye’nin Kurtuluş savaşı boyunca ve tarihte Türklerin gösterdiği kahramanlıkları kanıt olarak kullanmıştır. (Kaynakça – 2)
2000’li yıllarla birlikte Türk Milletinin yapısal mozaiğiyle birlikte değişim, gelişim ve dönüşüm sürecine giren ülkemizin doğası, doğasına hayat veren tüm canlıları da; hiç şüphesiz son dönemde bu süreçten kendine düşen payı fazlasıyla almıştır. Kimi zaman olumsuzluklarla, kimi zaman ise hayrete düşüren farklılıklarıyla…
Unutulmasın ki!
‘’Doğal kaynaklar, tarih boyunca toplumların kalkınmasında en önemli rolü oynamış olan maden, petrol, su, orman, tarım ve hayvancılık toprağı gibi, yaşam için gerekli olan hammaddelerin elde edildiği, doğadan alınan temel varlıklardır.
‘’Hava, Su ve Toprak’’ biz canlıların yaşamlarını devam ettirebilmeleri için gerekli en önemli doğal kaynak grubudur.
O nedenledir ki, günümüzün gelişmiş tüm ülkeleri; bu doğal kaynaklar grubunu kullanarak, bugünkü sanayileşme düzeyine erişmişlerdir.
Kendi ekonomileri için topraklarında gerekli doğal kaynağı bulunmayan ülkeler, diğer ülkelerdeki hammadde kaynaklarını saptamak ve kullanmak adına büyük çabalar harcamışlar, 19’uncu yüzyılda gelişen teknolojiyi bu yönde kullanmışlardır.
Özellikle günümüzün gelişmiş Avrupa ülkeleri tarafından, bu yönde harcanan uzak görüşlü çabalar, bu yönde meyvesini vermiştir!
Bunun en çarpıcı örneği:
‘Arabistan Yarımadası’ndaki’ petrol kaynaklarının varlığından habersiz olan Osmanlı İmparatorluğu’na yapılan baskılar sonucunda; bölgede kurulan çok sayıdaki devlet, Avrupalıların Lozan oturumları sırasında, bölgenin en zengin petrol kaynaklarının bulunduğu Musul ve Kerkük’ün Irak’a verilmesi, ileride güçlü bir ülke olabilecek Türkiye’yi petrol kaynağından mahrum bırakmak için atılmış stratejik bir adımdır.
Dünya ticaretinde önemli yeri bulunan, stratejik zengin doğal kaynaklara sahip olan, eski müstemleke ülkelerinin emperyalist ülkeler tarafından işgal edilerek; bu doğal zenginliklerin kullanılması, yağma edilmesi, yaşanan tarihi gerçeklerin ta kendisidir!’’ (Kaynakça- 3)
Onun içindir ki!
Öncelikle doğaya renk veren, can katan, ağacıyla, çiçeğiyle, bitkisiyle, kedisiyle, köpeğiyle, kuşlarıyla aynı gezegeni paylaştığımız doğal canlıların,
Esen rüzgârın, batan güneşin, gecenin yakamozlarına anlam veren denizlerimizin, kısacası tüm doğayı ve doğa da yaşayan dostlarımızın,
Küresel güçlerin o bitmez, tükenmez talepleri doğrultusunda nasıl hedef olduğunu, 2000’li yıllarda yaşadıkları değişim/dönüşüm sürecini anlatmaya gayret ettim.
Bunun yanı sıra, Milenyumlu yıllarda ülkemizi yönetenlerin bu dönemde doğaya ve doğal yaşama verdikleri destek ve katkıları da yazdım.
Ve…
İstanbul’da inşası devam eden 3’ncü Boğaz köprüsü nedeniyle, yol yapımı sırasında milyonlarca ağacın nasıl feda edildiğini, bu doğa katliamına isyan edercesine, şehrin içine yollara inen, ‘İstanbul Boğazının’ serin sularına sığınıp, kaçmaya çalışan ama hayatlarını kaybeden pek çok yaban domuzunun o içler acısı görüntüsünü de anlattım.
‘Kimi Belediyelerin’; kedi köpek itlafını nasıl becerdiğine, çöp kamyonlarının arkasında görüntülenen köpek cesetlerinin acımasızlığına da yer verdim…
Nasıl ki, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin Taksim meydanını düzenlemek ama daha da önemlisi, o tarihi parkı bir taş kışlaya dönüştürmek uğruna, ‘asırlık çınarların’ sökülmesi hamlesinin nasıl yanlış olduğunu yazdıysam.
Devam edecek...
