Sahip olduğumuz en değerli nimetimizden biri tefekkürümüzdür. Yani düşünmemiz.
Çünkü “Düşünen insan sahip olduğu nimetlerin farkına varır; düşünmeyen insan da kendini o nimetlerden mahrum sanır!” Böylece mahrumiyet duygusu içinde karamsar ve şükürsüz bir hayat yaşamaya başlar tefekkürsüz adam. Bundan dolayı başını şükür secdesinden kaldırmayan maneviyat büyükleri diyor ki: “Rabb'imizin bizlere büyük lütuflarından biri, ihsan ettiği eşsiz nimetlerin farkına varmamız, minnettarlığımızı ruhumuzun derinliklerinde duymamızdır. Böylece insan hiçbir maddi imkânla elde edemeyeceği nice nimetlerin sahibi olduğunun farkına varır, hayatından lezzet alır, huzur duyar, şükreder. Düşünmeyen tefekkürsüz adam ise tam aksine mahrumiyet duygusuna girer, en değerli nimetlere sahip olduğunun farkına varmadan, şükrünü duymadan mahrum adam duygusuyla mutsuz yaşar. Şikâyetten kurtulup da şükre yönelemez, hayatından memnun olamaz.
İşte size elleri tutmayan, ayakları yürümeyen, gözleri de görmeyen kötürüm bir adamın, ağaçların yaprakları sayısınca şükrederek yaşadığı mutlu ve huzurlu hayatından ibretli bir örnek.
Bakalım, insanlar ne eşsiz nimetlere sahipler de farkına varamıyor, şükür duygusuna giremiyor, mutluluk hissi duyamıyorlar mı görelim. (En-Nur-ul Halide)'den önemli bir tespit ve takdim:
Gözleri görmeyen, ayakları yürümeyen bir kötürüm adam yol kenarında oturduğu ağacın altında ellerini açmış büyük bir mutluluk içinde Rabb'ine dua ederek diyor ki:
-Ey birçok zengine vermediği nimetleri bana veren Rabb'im! Yeryüzünü dolduran ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun sana!.
Oradan geçmekte olan İsa aleyhisselam bu duayı yapan adamın, gözleri görmeyen, ayakları yürümeyen kötürüm biri olduğunu görünce yaklaşıp sorar:
-Ey Allah'ın kulu, senin üzerinde ne nimet vardır ki ‘birçok zengine vermediği nimeti bana veren Rabb'im…' diyerek ağaçların yaprakları sayısınca şükretme şevki duyuyorsun?
Kapalı gözleriyle sesin geldiği tarafa yönelen ama adam mutluluk içinde cevap verir:
-Rabb'im bana öyle bir kalp vermiştir ki, o kalple O'nu tanıyorum. Öyle de bir dil vermiştir ki o dille de O'na şükrediyorum. Söyler misin O'nu tanımaktan daha büyük nimet, O'na şükretmekten daha büyük mutluluk olur mu? Halbuki nice zenginler var ki kalbinde O'nu tanıma sevinci, dilinde de O'na şükretme mutluluğu yoktur. Ama ayakları topal, gözleri kör bu kötürüm adama Rabb'im, bu nimetlerin farkına varma şuuru nasip eylemiş. İşte bunu düşününce kendimi tutamıyor da:
-Nice zenginlere vermediği nimetini bana veren Rabb'im, Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun.. diye huzur ve mutluluğumu ifade etmekten kendimi alamıyorum!.
Kafa gözü kapalı; ama kalp gözü açık olan bu âmâ adamın önünde diz çöken İsa aleyhisselam, omuzlarından tutar, dudaklarını yapıştırdığı kapalı gözlerinden sevgi ile öper.
Peygamberin dudakları değen gözler anında cam gibi açılır. Şaşıran adam tebessümle baktığı İsa aleyhisselama, ‘Sen, der şu ölüleri diriltip hastalara şifalar veren mucizelerin sahibi yüce Peygamber olmayasın?'.
İsa aleyhisselam, ‘Belli olmuyor mu?' deyince ‘Gözlerimden belli oldu; ama ayaklarımdan henüz belli değil.' cevabını verir. Bunun üzerine ‘Silkinip kalk bakalım, belki ayaklarından da belli olur.' der. Hemen silkinip kalkan adam ayaklarının da düzeldiğini, üzerine rahatça bastığını anlayınca bakın ilk sözü ne olur:
-Ey Allah'ın Nebisi, izin ver de sahip olduğum şu eşsiz nimetlerin şükrünü geç kalmadan hemen yapayım, diyerek şükür secdesine inerken der ki:
-Ey Rabb'im! Seni tanıyan bir kalple şükreden bir dil nimetinin şükründen acizken, şimdi gören bir çift göz, yürüyen iki tane de ayak ihsan ettin, şimdi bu nimetlerin şükrünü nasıl ödeyeceğim ben?.. Bu sırada toplanan halk, İsa aleyhisselamın elini öpmek ister. Ancak Allah'ın Nebisi yerde şükür secdesindeki adamı işaret ederek der ki:
-Eli öpülecek insan, sahip olduğu nimetlerin farkına varan işte şu şükür secdesindeki insandır. Onun elini öpün!.. Derler ki, onu secdeye indiren bu nimetlere bizler doğuştan sahibiz, ama hiç şükretme duygusuna girmedik şimdiye kadar.
İsa aleyhisselamın kitaplık çaptaki cevabı şu tek cümleden ibaret olur bu şükürsüzlere karşı:
- Düşünen insan sahip olduğu nimetin farkına varır, düşünmeyen insan da kendini o nimetlerden mahrum sanır!.
- Ne dersiniz? Biz de bu âmâ insan kadar düşünüyor sahip olduğumuz nimetlerin farkına varıyor muyuz, yoksa düşünmüyor, kendimizi bu eşsiz nimetlerden mahrum mu sanıyoruz? Hiç olmazsa bundan sonra bir düşünsek mi?