Cemal Süreya ‘her ölüm, erken ölümdür!' demişti;- bu pek doğru değil, gecikmiş ölümler vardır çünkü…
Hasan Pulur neredeyse bir yıldır sağlığını yitirmişti, son altı aydır da hekimler, kâh hastanede kâh evinde, onu umutsuzca yaşatmaya çalışıyorlardı… Uzun bir süredir çoklu organ yetmezliğine yenilmişti. Son gördüğümde, ki Moda'da Koço Restoran'da, Çarşamba günleri düzenlediğimiz yemekli sohbetlerden biriydi, hiç, ama hiç iyi değildi Hasan;- yürüyemiyor, sofraya yanaştırılan tekerlekli sandalye ile gidip gelebiliyordu, ayağa kalkamadan…
Sevgili eşi Meral'in ve sevgili oğlu Korkut'un ölümleri, Hasan'da büyük bir yürek çöküntüsüne yol açtı. Keyifsiz, bedbî;n ve asabî;ydi. Sohbetlerini hatıralar üzerinden götürmeye çalışıyor, çoğu kez üzgün, acıyla susuyordu.
TAMI TAMINA 65 YILLIK ARKADAŞLIK...
Hasan Pulur, benim tamı tamına 65 yıllık arkadaşımdır. 1950 yılında Kabataş Erkek Lisesi'nin 4-B sınıfında, yatılı öğrenciler olarak birlikteydik. Devlet Sanatçısı, Devlet Operası'nın en seçkin baritonu olacak olan Mete Uğur, ressam Ergin Atlıhan, daha sonra Çalışma Bakanı olacak olan Emin Kul [Emin Kaptan] bizim sınıftaydılar. Bir sonraki yıl, 5-F olmuştuk, Hikmet Sami Türk de bize katıldı.
Hasan, “Olaylar ve İnsanlar”ın Peşinde Bir Ömür başlıklı ‘Nehir Söyleşi'sini [İş Bankası Yayınları, İstanbul 2006] bana ‘Sevgili Hilmi Yavuz'a, yarım yüzyılı geçen dostluk ve arkadaşlık anılarıyla ve “Gloria”yı unutmadan' diye imzalayıp vermişti. “Gloria”, benim daha lise yıllarındayken yazdığım bir şiirdi;- o yıllarda Hasan'ın çok sevdiği bir şiir!
Liseyi bitirdikten sonra ikimiz de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne kaydolduk. Hasan, o günleri şöyle anlatıyor: “Hilmi, üniversite yıllarında ayrı bir grubun içine girdi. İşte Onat Kutlar'ın, Erdal Öz'ün, Yağmur Atsız'ın olduğu Hukuk Fakültesi grubu. Ben erkenden çalışmaya başladığım için o gruplara katılamadım”. Ama Hasan, lisede çıkardığımız ‘Dönüm' dergisinde yayımlamaya başladığı şiirlere, gazeteciliğin ilk yıllarında da devam etti. Belleğim beni yanıltmıyorsa, Melih Cevdet Anday'ın yönettiği ‘Akşam' gazetesinin Sanat Sayfası'nda ve 1954'lerde polis muhabiri olarak çalışmaya başladığı ‘Vatan' gazetesinin Sanat Yaprağı'nda yayımlandı şiirleri. Sonradan şiiri bırakmasına en çok hayıflananlardan biriyim… Bunu çok defa söylemişimdir kendisine.
BABIÂLİ'DE BİR MAHALLEDE GİBİYDİK
Ben 1957'de ‘Vatan'da çalışırken Hasan ‘Yeni İstanbul'da polis muhabiriydi. ‘Akşam'a, ‘Havadis'e, oradan da ‘Milliyet'e transfer oldu. Çok sık görüşmesek bile, hemen hemen bütün gazetelerin bulunduğu Cağaloğlu'nda karşılaşmak sözkonusuydu elbet. O zamanlar henüz, çalışanlarının dışardaki dünyaya alabildiğine kapalı plaza gazeteciliği malûliyetine uğramadıkları zamanlardı. Cağaloğlu Meydanı, gazetecilerin sürekli rastlaşma mekânıydı. Tuhaftır: Çoğumuz, hangi gazeteden olursak olalım, Cağaloğlu'nda aynı berberde tıraş olurduk: Ya İsmail Karakullukçu'da, ya da CHP İl Merkezi'nin bulunduğu hanın altındaki Hasan Şentürk'te! Öğle yemeklerini kebabçı Muzaffer'in ‘Sofra'sında! Akşamları buluşulup gidilen mekânlarda da birlikteydik… Meydanın dışında kendiliğinden bir araya geldiğimiz mekânlar vardı. Babıâli'de, herkesin birbirini tanıdığı sıcak, sahih ve dost ilişkilerin kurulduğu insanca bir ortamda, bir mahallede gibiydik.
SANIK OLARAK I. ŞUBE'DE...
Hasan'la 1955'te o meş'um Dram Tiyatrosu olayında, Emniyet Siyasi Şube'de [Komünist masası] ikimizin de sanık sıfatıyla buluşmuşluğumuz vardır. Dram Tiyatrosu olayı'nı, ‘Ceviz Sandıktaki Anılar' adlı kitabımda uzun uzun anlatmıştım. Şu kadarını söyleyeyim: Bizden önceki edebiyatçılar kuşağını, onların Dram Tiyatrosu'nda düzenledikleri bir toplantıda protesto etmiştik. Basit bir ilkgençlik taşkınlığı sözkonusuydu! [Faşizm böyledir: Zizek'in dediği gibi, söz'ün yıkıcı gücünü aşırı ölçüde ciddiye alır!] Soluğu 1. Şube'de [Siyasi Şube], Hasan'ın ‘Nehir Söyleşi'sinde sık sık adını andığı komiser Adnan Kınay'ın huzurunda almıştık! [80'li yıllarda Adnan abi ile, Beyoğlu sahaflarında sık sık karşılaşacak, Hasan'ın da olduğu birlikteliklerde onunla dost olacaktık!]
Hasan, benim Kabataş Erkek Lisesi'ne bir ‘Ceviz Sandık'la gelmediğim iddiasındaydı. ‘Nehir Söyleşi'de, “Hilmi Yavuz Kabataş'a geldiği zaman teneke bir bavul vardı elinde, öyle ceviz meviz değildi.” diye yazmıştır. Belleğine güvenirim Hasan'ın!!!
Hasan'la yakın dostluğumuz, yaz aylarında Bodrum'daki birlikteliklerimizle daha da sıklaştı. Yazının başında sözünü ettiğim ‘Çarşamba Toplantıları'yla da sürdü. O günleri anlatmaya devam edeceğim.