Bağlarbaşı’ndaki İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), seçkin kütüphanesiyle hizmet vermeye devam ediyor. Çeyrek yüzyıldan beri, geniş bahçesi içindeki külliye binası etrafında, birçok araştırmacıyı bir araya getiren bu Merkez, Üsküdar’ın tarihi içinde de bir yer edindi. Sadece Üsküdar ve İstanbullulara değil yurdun dört bucağından gelen araştırmacılara da kapılarını açık tutan İSAM’ın şöhreti yurt dışına da taşmış durumda. Gelenler, burada, kitap koleksiyonları yanında başka ilim adamlarıyla da buluşma imkanını bulmakta, mutfağında karnını doyurmakta, ağaçlar altındaki kameriyelerde çaylarını yudumlarken gönül sıcaklığı taşıyan sohbet halkalarından ayrı tatlar ve gıdalar devşirmektedir.
Daha önceki küçük binası ve mütevazı kütüphanesinden bugünkü külliyeye geçen ve kütüphanesindeki kitap varlığını katbekat arttıran İSAM’ın sadece bir yüzüdür bu anlattıklarım. Orada dışarıdan gelenlerin hemen nüfûz edemeyecekleri bir iç hayat da yıllardan beri kendi mekanizması içinde işlemeye devam etmektedir. Bir taraftan devam eden seminerler, konferanslar, sanat icraları yanında araştırmacı yetiştirme programları da iç içe varlığını sürdürmektedir.
Ben bu kuruluşa 1993 yılında adımımı attım ve o sırada bir taraftan hazırlığı bir taraftan yayını gerçekleştirilen İslam Ansiklopedisi’nin (DİA) ilim heyetine katıldım. Bu katılışımda İsmail Erünsal Bey’in ve Tayyar Altıkulaç Hocamızın rolü oldu. O zaman yedinci cildi yeni çıkmıştı ansiklopedinin, katılışımdan yirmi küsur yıl sonra, kırk altı cilt olarak tamamlandı. Hala oradaki masam duruyor, yıllarca ortak bir mesaiyi sürdürdüğümüz dostlarla haftada bir de olsa buluşabiliyoruz. Geçmiş yılları konuşmamıza gerek yok her zaman, birbirimizi görmek, o haftanın ilim, sanat ve edebiyat hayatı üzerine biriktirdiklerimizi paylaşmak, kritik etmek bile ayrı bir zevk veriyor. Yeni çalışmalarımızdan söz etmenin, yeni bir kitap veya yazımız çıkmışsa birbirimize onları ulaştırmanın tadını belki de en çok burada yaşıyoruz. Ziyaretimize gelen dostlar ve genç arkadaşlarla burada buluşmaya devam ediyoruz.
1993 yılında, eski binada, İSAM ekibine katıldığımda alanım olan edebiyat dalında Mustafa Uzun ile Abdullah Uçman hocalar vardı (Bir de rahmetli Nurettin Albayrak). Onlar ansiklopedinin ilk ekibindendiler. Hemen o yıllar içinde İskender Pala, Orhan Okay, Beşir Ayvazoğlu, Ömer Faruk Akün arka arkaya biz de bu isimlere dahil olduk. Ayrı odalarda olsak bile işimiz sık sık bir araya gelmemizi gerektiriyordu. Şimdiki külliyenin yapımı tamamlanıp oraya geçtikten bir süre sonra aynı katta aynı ve yan yana odalarda toplanmış olduk. Biz Abdullah Uçman, İskender Pala, Beşir Ayvazoğlu’yla genişçe bir odadaydık. Yan odada Orhan Okay’la Nurettin Durman çalışıyorlardı. Onun bitişiğinde ise Mustafa Uzun’un odası bulunuyordu (Ömer Faruk Akün hoca, fakültedeki odasında bulunan kitaplarıyla girişte soldaki büyük odaya anca sığabilmişti.) Mutad buluşma ve çalışma günümüz Cuma’ydı. Hepimiz o günün gelmesini iple çekerdik. Üniversitedeki mesaimizi hafta içinde bitirir, Cuma’yı İSAM’a ayırırdık (isteyenler buna Cumartesiyi de eklerdi). İSAM’daki çalışmalarımız çok zevkli geçerdi. Hem kendi içimizde hem de ilgili alanlardaki (mesela Arap ve Fars edebiyatı gibi) hocalarla gerektiğinde bilgi alışverişleri yapar, yarı bağımsız bir hava içinde işlerimizi sürdürürdük. Yardımcı Doçent olarak gelenler buradaki çalışmaları sürerken Doçent ve Profesör oldu. Çocuklarımız büyüdü torun torba sahibi olmaya başladık. Yıllar geçti bazılarımızın emeklilik yıllarımız geldi. Bu arada bazı hocalarımız sessizce aramızdan ayrılmaya başladı. 2016 yılında Ömer Faruk Akün hocayla Nurettin Albayrak’ı kaybettik. 2017 yılı Ocak’ında ise Orhan Okay Hoca rahmetli oldu. Orhan Hoca benim de içinde bulunduğum Yeni Türk Edebiyatı ilim heyetinin başkanlığını yürütüyordu. Onun beyefendiliği, tevazuu, etrafına karşı takındığı yumuşak, işlerin yürüyüşü bakımından kararlı tavrı unutulmazdı. Her ölüm bir boşluk doğuruyordu, Hocanın ölümü daha büyük bir boşluk açtı iç âlemimizde. Saygı ve sevgiye dayanan bir meslektaş ilişkisi gelişmişti aramızda. Birbirimizle ilmi meselelere ait ayrıntıları paylaşır, yeni bir bilgi veya gelişmeden haberdar olursak çoğu zaman Cuma’yı beklemeden telefona sarılırdık. Çoğu zaman telefon konuşmalarımız da uzar, zamanın nasıl geçtiğini anlayamazdık. Cuma günü İSAM’a ilk gelen Orhan Hoca olurdu. Ben biraz geç gelir, odama geçmeden mutlaka Hoca’ya uğrardım. Bana takılmaktan geri kalmaz: Ooo, yemeğe yetiştin, derdi. Çoğu zaman yemekte hepimiz bir araya gelir, yemek süresini elimizden geldiği kadar uzatarak orada da sohbeti koyulaştırırdık. Biz Yeni Türk Edebiyatçıları Tanpınar ve Yahya Kemal gibi isimlerden söz açtıkça, halk edebiyatıyla uğraşan Nurettin Hoca dayanamaz, yarı şaka yarı ciddi; Tanpınar’la Yahya Kemal’den başka konu yok sanki, diye mızlanmadan edemezdi (Sonunda ben kendisine Tanpınar’ın Halk edebiyatımızla, türkülerimizle de derin bir bağı var, sen de onu çalış; hem bize katılmış olursun, dedim. Rahmetli’nin son çalışması bu konu üzerine oldu ve 2016 yılında Tanpınar’ın Türküsü kitabını çıkardı.)
Akün Hoca’nın kitaplara aşırıya kaçan düşkünlüğü etrafındakilerce bilinir. Ansiklopedideki birçok arkadaşımıza karşılaşınca hemen tezgahta ne var, diye sorardı. Sonra da senin kitapların bende yok, diye eklerdi. Tabii bizlerin de cevabı, hemen bir takım getireyim hocam, olurdu. En fazla kitap çıkaran arkadaşlarımızdan biri İskenden Pala’ydı. Senin bazı kitapların bende yok, dediği bir gün, daha önce iki defa takım olarak takdim etmiştim hocam, bu yeni kitapla bir takım daha getiririm, dediğini hatırlıyorum. Sadece edebiyatçılara değil, diğer ilim dallarındaki arkadaşlarımıza da sorardı tezgahta ne var, diye Akün Hoca. Bir fıkıhçı arkadaşın bile bir takım kitap sözü verdiğini hatırlıyorum.
Üsküdar Belediyesi Nermi Haskan’ın Yüzyıllar Boyunca Üsküdar adlı üç ciltlik kıymetli eserini bastırmıştı. Nasıl olduysa Akün Hoca bu kitaba ulaşamamış. Gelip gittikçe Mustafa Uzun hocanın başının etini yemeye başlamış; Mustafa senin belediyede tanıdığın vardır, diye. O da bunalınca benim şimdi bir tanıdığım yok ama Âlim’in olabilir diye bana yönlendirmiş. Artık her karşılaşmamızda hoca aynı şeyi bana söylemeye başladı. Ben, eski Kültür Müdürünü tanıyorum, şimdikini bilmiyorum, dedimse de ikna olmadı. Bir gün eski kültür müdürüyle bir yerde karşılaşınca Hocanın bu isteğini söyleyerek ne yapacağımı bilmiyorum, dedim. O arkadaş kendine bunu iş edinmiş, sonunda Hoca için bir takım kitap geldi bana. O hafta yemekhanede Akün Hocayı gördüm; o beni görmeden yanına gidip hocam nasibiniz varmış, kitap geldi, dedim; benim çekmecemde duruyor! Hoca yemeğini öylece yarıda bırakarak, Âlim onu ben senden alayım dedi. Hem yaşlı, zor yürüyor, hem de yemekhane ile oda arasında bir hayli mesafe vardı. Kitap emniyetli yerde, yemeğinizi bitirince veririm, dedimse de dinletemedim; önce kitap işini hallettik o gün, sonra rahatça yemeğimizi yedik.
İSAM’ın tarihi henüz yazılmadı. Yüzlerce kişinin hayatında yer eden bu kuruluş için herkes kendi açısından bakarak değerlendirmesini yapmalı, hatıralarını anlatmalı. Nitekim bir sözlü tarih çalışması yapılıp yarı belgesel bir film hazırlandı bugünlerde. Umarım daha nice irili ufaklı çalışma yapılır, yazılar yazılıp albümler hazırlanır. Böylece insanî ve ilmî yüzüyle bu önemli kuruluş görünür hale gelir. Tarihteki yerini alır.
7 Güzel Adam'ı çocukları anlatıyor