Milan Kundera, “Cumartesi ve pazar günleri, var olmanın tatlı hafifliğinin geleceğin derinliklerinden yükselip yanına vardığı duygusu içindeydi” diyor. Evet, hafta sonu yaşamın kendi anlamı gibi geliyor. Fakat cumartesi ve pazarın duygusu arasında ciddi bir fark var. Bu fark üzerine konuşmak, pazarların dedikodusunu yapmak üzere bu defa yazar Merve Uygun’un kapısını çalıyoruz. Uygun önce bize klasik bir pazarını anlatacak: “Pazar gün benim için evde olmak demek. Çoğunlukla pazarlarımı evde geçirmeye çalışırım. Şimdilerde ertesi gün mesai olduğu için değil de şehrin kalabalıklığından dolayı böyle bir tercihte bulunuyorum. Zira biliyoruz ki İstanbul her geçen gün daha da kalabalıklaşıyor ve yine biliyoruz ki maalesef günümüzde hâlâ haftanın 6 günü çalışmak zorunda kalan çok fazla insan var. Bu nedenle neredeyse herkesin tatil günü olan pazarları, hava güzelse parklar, korular, cafeler; değilse AVM’ler tıklım tıklım doluyor. Öyle ki üniversite dönemimde bir müddet yaşadığım ve çok sevdiğim Beşiktaş’ta yaya trafiği içinde birine çarpmadan hızlı yürüyebilme becerilerimi geliştirmek için epey emek harcamışımdır. Bu nedenle pazarları benim için ev anlamına gelir. Okuyup yazdığım, masamda vakit geçirdiğim bir gün. Bir de fincan fincan kahve içtiğim.”
Uygun’un pazarları sıkıntı olmaktan kurtarmak için önerisi de var. Ancak uygulamak biraz güç olabilir. Çünkü ona göre bunun çözümü “ertesi gün mesai olmaması.” Gerisini ondan dinleyelim: “Pazar gününün ardından pazartesi gelmeye devam ettikçe bu sıkıntı bitmeyecek. Son iki senedir ikili öğretime geçtiğimiz için çalıştığım okul öğlen 13:30’da başlıyor. Bu nedenle pazar sıkıntısından kurtuldum diyebilirim. Pazar akşam üzerime üşüşüp huzurumu kaçıran erken uyuma perileri sustu. Sabah geç uyanılmış bir günün akşamında erken yatağa girmek oldukça güçtü. Bu nedenle pazartesi sabahları acı çekerek işe sürüklenir, ayılmam öğleni bulurdu. Şimdi bunların hiçbirini yaşamıyorum. Pazar sıkıntısına birkaç yıl daha maruz kalmayacak olmam ise, çölde vaha bulmak gibi bir his. Fakat yine de çocukluğumdan anılar ara ara gözümün önüne geliyor, banyo yapma zorunluluğu, ütülenen kıyafetler, ailece iş bölümüyle yapılan pazar temizlikleri… Dağılan odamı toparladığım gündü pazar ve belki öğleden sonra ailece yapılan minik bir gezintiydi. Ayrıca ailemle farklı şehirlerde yaşadığımız için pazar günleri bir ıssızlık duygusuna da kapılıyorum zaman zaman. Sanki herkes ailesiyle bir ben yalnızım gibi. Diğer günler aynı rutin içinde evden hiç çıkmasam da ıssız hissetmiyorum mesela. Pazar gününün bir alameti farikası daha! Issızlık duygusu.”
Uygun’un pazarlara özel bir okuma listesi ise yokmuş. Hatta pazarları daha sistemli okumalar da yapabildiğini söylüyor. Bunun yanında pazarları kitaplara benzetiyor: Thomas Bernhard’ın eserlerine. Uygun, “Onun toplumdan nefret eden tavrı, uyumsuzluğu pazar gününe yakışabilir. Sevgili pazar, benzerinden 6 tane daha var fakat sen yapayalnızsın, anlaşılmıyorsun ve anlamıyorsun. Sanırım pazar gün de insan sevmiyor tıpkı Bernhard gibi” diyor ve ardından şunları ekliyor: “Aslında pazarı ona benzetmem, Bernhard’ı çok öfkelendirirdi zira, ona göre sadece pazar gün değil hafta sonu korkunç bir şey: ‘Cumartesi ürkütücü, pazar korkunçtur; pazartesi rahatlama getirir. Durum böyle değilmiş gibi yapmak budalalıktan başka bir şey değildi. Cumartesi fırtına koparır, pazar patlar, pazartesi diner. İnsanoğlu özgürlüğü sevmez, aksini iddia etmek yalan söylemektir. Özgür olunca ne yapacağını bilemez serbest kaldıkları anda kendilerine iş çıkarırlar; giysi ve çamaşır komodinlerini açar, eski kağıtları, fotoğrafları ve mektupları arar, bahçeye çıkıp sağı solu eşeler veya anlamsız ve amaçsız biçimde, hava nasıl olursa olsun etrafta koşuştururlar ve bunun adına gezinti derler.’”
Yazarımızın pazarlar için favori mekânı ise eviymiş. Bunu şu cümlelerle açıklıyor: “Ev. Çünkü ev benim için bir mikrokozmoz. Bulunduğum hiçbir mekân, evin taşıdığı özü barındıramıyor. Beni ona bağlayan eşyalarım, kedilerim, hayallerim, düşüncelerim her şeyiyle benim dünyadaki köşem, evim. Bu sıralar evi kişileştiren kurmaca yapıtlar okudum ve onlara katılıyorum. Peş peşe birçok evde yaşamış olsak da her birinin karakteri, biz içine girdiğimizde bizimle birlikte dönüşüyor, bize uyumlanıyor, bize benziyor. O nedenle kütüphanem masam ve değişen pencere manzaralarıyla pazarlarımın favori mekânı evim. Fakat pazar günü nadiren de olsa dışarı çıkacaksam genellikle Kadıköy’e gidiyorum. Moda mesela. Story isimli kafeyi seviyorum, kahvesini de sokağını da. Orada yalnız ya da arkadaşlarımla oturup vakit geçirmek iyi geliyor. Bir de Belgrad Ormanı. Ama piknikçilerin bulunduğu kısımları değil, tenha patikalarda yürüyüş yapmayı seviyorum. Kamp sandalyemi koyup ağaçlar altında termostaki kahvemi içerek göğü bölen ağaç dallarını izlemek, fraktallar çıkarmak. Belki biraz da okumak. Dönüş yolu trafiğini düşünmeden.”
Ve geldik son soruya: “Pazar günü bir insan olacak olsa nasıl birisi olurdu?” İşte Uygun’un cevabı: “Tıpkı benim gibi. Evi bir mikrokozmoz evren gibi düşünen, evi seven bir yazar olabilir pekâlâ.”