Doç. Dr. Furkan Kaya - Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi
Altmış bir yıllık Baas rejimi, elli dört yıllık Esed hanedanlığı 12 günde rejim muhalif-lerinin Şam’ı ele geçirmesi ve başkanlık sarayına girmeleri ile son buldu. Arap milliyetçiliği, sosyalizm ve laiklik çatısı altında Arapları ortak siyasi ve kültürel kimlikte tek vücut haline getirmeyi amaçlayan Baas politikasının Suriye ve Irak’taki yansıması, ülke liderlerinin rejimlerini ayakta tutmak için halkını demir yumruk, baskı ve zulüm ile yönetmesi şeklinde olmuştu. 1971 yılında Hafız Esed’in darbe ile iktidara gelmesiyle Suriye halkı üzerinde baskı ve zorlama doruğa ulaştı. Buna karşılık Esed’e karşı muhalif seslerin Müslüman Kardeşler adı altında toplanmaya başlamasıyla hareket oldukça güç kazandı. Fakat bu güç, oluk oluk kanla bastırıldı.
1980 yılında Esed rejimi ile Müslüman Kardeşler iyiden iyiye savaş pozisyonuna geçti. 1982 yılında artık gerginliğin zirveye ulaşmasıyla Hama’da Müslüman Kardeşler rejime karşı isyan hareketini başlattı. Hafız Esed, iktidarını koruma hırsıyla, muhalif sesleri susturmak için Hama sokaklarını bir ölüm sessizliğine gömen katliamlar ve sistematik baskılarla tarihe kanlı bir rejim olarak kazındı. Dönemin Suriye Savunma Bakanı Rıfat Esed’in komutasında muhaliflere karşı başlatılan operasyonda Hama, ağır silahlar ve tanklarla kuşatıldı. Şehirde taş üstünde taş bırakılmadı. Tahmini rakamlara göre 40 bin sivil, rejim ordusu tarafından katledildi. Bunun yanı sıra, kadim Hama’nın alt ve üst yapısıyla beraber kültürel mirası yok edildi. Elbette Hafız Esed’in bu katliamı, muhalifler üzerindeki baskıyı daha sistematik hale getirdi ve ülke üzerindeki baskı siyasetini önlenemez kıldı. Ta ki 2011 yılında Suriye’de Esed karşıtı ilk gösterilerin, halkın özgürlük haykırışlarının rejimin kurşunlarıyla susturulmaya çalışıldığı, zulme karşı direnişin kıvılcımı olana kadar.
2011’de Suriye’de başlayan Esed karşıtı gösteriler, Arap Baharının özgürlük rüzgarıyla kıvılcımlandı. Tunus ve Mısır’daki devrimlerden ilham alan halk, yıllardır biriken öfkesini sokaklara dökerek özgürlük, insan hakları ve demokratik reform talebiyle rejime meydan okudu. Esed rejiminin tüm muhalifleri terörist ilan etmesiyle Suriye’deki iç savaş, yüz binlerce masumun hayatını kaybetmesine, milyonlarca insanın yurtlarından koparılmasına ve tarihin en büyük insani krizlerinden birinin ortaya çıkmasına yol açtı. Muhalifler Esed rejimini devirmeye yaklaşmışken 2015 yılında Rusya ve İran’ın da milis güçlerinin devreye girmesiyle Şam yönetimi ayakta kalmayı başardı. Rusya açısından Suriye, Tartus ve Lazkiye’de yer alan askeri üsleri ve 300 yıllık “sıcak deniz” politikasının devamı bakımından oldukça kritikti. İran içinse “Şii Hilali” ve Akdeniz’e çıkış rotasının zarar görmemesi bakımından Esed rejiminin devamı hayati önem taşıyordu. Diğer taraftan PKK’nın organik kolu olan PYD/YPG, iç savaş ortamından faydalanarak Türkiye’nin Suriye sınırı boyunca bir garnizon yapı oluşturma hevesine kapıldı. 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin önemli sebeplerinden biri de, bu terör devletinin inşasına uygun alanı Torosların güneyinden Türkiye’nin Güney doğu sınırının sonuna kadar hazır hale getirmekti. Fakat bu ‘büyük oyun’ milli irade vesilesi ile bozuldu.
2020 yılında başlayan Ukrayna savaşı, Rusya’yı yalnızca ekonomik yaptırımlarla değil, insan kayıpları, zayıflayan diplomatik itibar ve stratejik hatalarla da derinden yıprattı. Elbette savaş beklendiği üzere Putin’i iktidardan devirmekti ama aksine Rus milliyetçiliğinin yükselmesine ve doğu pazarı ile enerji gücü sayesinde ayakta kalmasına sebep oldu. Fakat Rusya, Ukrayna savaşı sebebiyle, Suriye’de askeri gücünün önemli bir kısmını cephe hattına taşımak zorunda kaldı. 7 Ekim 2023’te İsrail’in başlattığı Gazze katliamları, bir sonraki aşamada Netanyahu için “baş düşman” İran ve onun uzun kollarını kesmek için bir fırsat doğurdu. Lübnan’da Hizbullah’a saldırıların başlaması ve kısa bir süre sonra Hizbullah lideri Nasrallah’ın öldürülmesi İran’da şok etkisi oluşturdu. Bununla beraber Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin helikopterinin şüpheli şekilde düşmesi, Hamas lideri İsmail Heniyye’nin Tahran’da yeni Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın yemin töreni günü İsrail tarafından şehit edilmesi, İran’ı ciddi şekilde güvenlik bunalımına soktu. Ayrıca uzun süredir İran’da rejime karşı toplumsal olayların giderek güç kazanması, Tahran’ın kendi yönetimini ayakta tutmak için içe dönme zorunluluğunu doğurdu.
Tüm bu gelişmelerin neticesinde Esed rejiminin destekçisi ülkelerin ve milis grupların son dönemde Suriye motivasyonları oldukça bozuldu. Esed’in Türkiye’nin tüm çağrılarına rağmen uzlaşmaya yanaşmaması ve muhalifleri terörist olarak nitelendirmesi, yeni bir ‘Şam Baharının’ penceresini araladı. Türkiye’nin öncelikle desteklediği Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) terör örgütü PKK/YPG’nin Fırat’ın batısında Tel Rıfat ve Münbiç’te terör deliklerini kapatmasıyla Türkiye, Fırat’ın doğusunda terör örgütünü bertaraf ederek bölgedeki güvenlik derinliğini kalıcı şekilde tesis etmesinin önü açılmış oldu. Suriye’nin doğu sınırının Türkiye ile olan hududuna kadar arındırılan topraklarından güneye doğru 40-50 kilometrelik bir güvenlik derinliği oluşturulabilir. Bu ön tampon sınır hattının SMO silahlı gücü ve TSK’nın kurmay zekasıyla kalıcı güvenliği sağlanacaktır.
Hiç şüphe yok ki Orta Doğu coğrafyası yeniden şekillendiriliyor. 1916 yılında gizli olarak imzalanan Sykes-Picot Antlaşması ile bu stratejik havza, Osmanlı Devleti'nden istihbarat operasyonları ile koparılarak İngiltere ve Fransa arasında paylaşıldı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında bu sefer aynı yöntemler ile ABD ve SSCB arasında bir mücadele sahasına sahne olan coğrafyada ana ağırlık merkezi İsrail ve onun güvenliği meselesi oldu. Soğuk Savaş sonrası her ne kadar Rusya’nın sınırları küçülmüş olsa da çıkar coğrafyalarındaki varlığı bir şekilde sürdü. Özellikle Suriye, sıcak deniz stratejileri bakımından oldukça önemli bir dost ülkeydi. ABD ise BOP’un nihayete ermesi için ‘yedek İsrail’ projesi olan “PYD terör garnizon yapısı”nı Türkiye’nin sınırlarından Irak’ın Musul vilayetine oradan da İran’ın Mahabad bölgesine bağlamak için asimetrik güçlerini sahada kullandı. İran ise rejim kartını ideolojik baskı ile tüm coğrafyaya yaymaya çalıştı. Türkiye’nin tüm uyarılarına kulaklarını tıkadı, bölgeselleşme siyasetine hep karşı durdu ve engellemeye çalıştı.
Türkiye ise bölgenin en büyük siyasi, diplomatik, askeri ve istihbarat gücü olarak özellikle yumuşak güç yöntemlerini kullanarak bölgedeki aşiretleri kendi safına çekmeyi ve tutmayı başardı. Terör örgütünün üst düzey isimlerine nokta operasyonlar yaparak tedavülden kaldırdı ve manevra sahasını daraltarak kilitledi. Bu strateji, eş zamanlı olarak Irak sahasında da uygulandı ve Pençe Harekatları sayesinde terör kendi bataklığında boğuldu. Tam da bu süreçte Deyrizor-Sincar-Süleymaniye hattının önemi daha da artıyor. PYD’ye karşı büyük ilerleme sağlayan milli ordu Deyrizor ve çevresinin tamamen terörden temizlemesiyle, terörün aort damarı kesilmiş olacak. Ayrıca bu bölge ülkenin en büyük petrol ve doğalgaz rezervlerine ev sahipliği yaparken, bu hattın yeni milli Suriye devletinin inşasıyla enerji tedarik yollarının kontrolünün sağlanması ülkenin güvenliğine katkı sağlayacak.
İsrail’in Gazze katliamlarıyla projelendirdiği “Davut Koridoru”nun, Golan Tepeleri'nden Deyrizor’a oradan kuzeye Kamışlı, doğuda da Süleymaniye’ye uzanan Siyonist projenin yenilenmiş bir Sykes-Picot Antlaşması olduğu göz ardı edilmemelidir. Sincar-Deyrizor hattı, İran’ın Tahran’dan Beyrut’a uzanan “Şii Hilali” güzergahıydı. Fakat İsrail’in burayı “Terör Hilali”ne çevirmek niyetinde olduğu aşikar. Bunun için uzun zamandır çöllerde bekletilen DEAŞ terör örgütü tekrar sahaya sürülerek, emperyal kaolisyon güçleri aparatları ile Suriye’yi istikrarsızlaştırmak ve terör sarmalı içine sokmak istemesi oldukça muhtemeldir. MİT Başkanı Sayın İbrahim Kalın’ın Şam ziyaretinde Emevi Camii'ne giderek namaz kılması ve HTŞ ile yakın temas kurması, yeni Suriye’nin inşasında yer almak isteyenlere hem göz dağı hem de güven veren niteliktedir. Türkiye, 108 yıl sonra istihbarat savaşını kazanmıştır. Yeni Suriye’nin inşasında büyük rol alacak ve bu şekilde yeni Baas rejimlerinin önüne geçerek barış iklimini sağlayacaktır. Tıpkı Osmanlı’nın dört yüzyıl boyunca sağladığı gibi…
Sykes-Picot’tan Google Maps’e: Orta Doğu’da harita savaşları