Biyoteknik biyoloji, kimya, mühendislik ve teknoloji gibi çeşitli disiplinlerin birleşiminden ortaya çıkan bir alan olup, biyolojik sistemlerin, canlı organizmaların veya onların bileşenlerinin teknoloji ve mühendislik uygulamalarında kullanılması ile ilgilenen bir geniş bir alanı kapsamakta. Bu alan, tarımdan sağlık hizmetlerine, çevre korumadan enerji üretimine kadar geniş bir yelpazede yenilikçi çözümler üretmeyi amaçlamakta.
Biyoteknoloji, sağlık, tarım ve çevre gibi birçok alanda çığır açıcı gelişmelere imkan sağlasa da, beraberinde önemli etik, sosyal ve çevresel sorunları da getiriyor. Bu sorunlar, teknolojinin hızlı gelişimi karşısında toplumsal ve yasal düzenlemelerin yetersiz kalması, bilgi asimetrisi ve potansiyel risklerin tam olarak anlaşılmaması gibi nedenlerle ortaya çıkıyor. Biyoteknoloji, insanlığa büyük faydalar sağlayabilecek bir alan olsa da, bu faydaların sürdürülebilir olması için potansiyel risklerin de göz önünde bulundurulması ve gerekli önlemlerin alınması gerekiyor. Bu noktada farklı yaklaşımları içeren sorunların başında biyoetik sorunlar gelmekte. Biyoetik sorunlar çerçevesinde ortaya çıkan, gen düzenleme teknolojileri ile insanların genetik yapılarının değiştirilmesi, “tasarlanmış bebekler” vb. sorunlar dünya gündemini şimdiden işgal etmiş durumda. Bu durum, insan doğası, genetik eşitsizlik ve ayrımcılık gibi konularda derin endişeler yaratıyor.
Soner Tauscher’in “Farklı bir biyoetiğin imkânı- Doğa, İnsan, Devlet” adlı kitabı biyoteknolojinin evrensel kullanımı sırasında ortaya çıkan etik sorunların tarihsel süreç içerisinde Batı dünyası ile İslam dünyasının ahlak, hukuk ve siyaset ilişkisi bağlamında farklılık ve benzerliklerini ele almakta. Küreselleşmeyle birlikte Batı düşüncesinin Batı ahlakının ve dininin her yere taşınması beraberinde çeşitli sorunları da getirmiş, biyoteknik sorunların bu çerçevede ele alınması bir dayatmaya dönüşmüştür. “Evrensel kabul edilen Batı etik anlayışı, Batı ile benzer teknolojileri kullanan, fakat Batı toplumlarıyla birebir örtüşmeyen etik ikilemlere sahip diğer toplumlara sahip diğer toplumlara, alternatifi olmayan biricik bir değer olarak sunulmaktadır.”
Etik söylem üstünlüğünün, hukuk yapım süreçlerini ve geliştirilecek siyasaları yönlendirme gücü dikkate alındığında yerel ile uyumlu olmayan biyopolitikalarına yansıyarak teknolojik çerçevedeki gelişmeleri bu kalıba sokmak istemesi, alternatif biyoetik yaklaşımların ortaya konmasını öne çıkarmakta. Tauscher’in kitabı bu doğrultuda bir alternatif arayışı olarak görülebilir.
Dört bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde “İnsan Doğasından Devlete: İktidarın Serüveni” ele alınmakta. Bu bölümde Batı Dünyasının dünden bugüne devlete ve insana yüklediği anlamlar konu ediliyor. Antik dönemden günümüz dönemine uzanan Batı düşüncesinin Doğu düşünce ve değerleriyle ne derece uyuyup, uyuşmadığı irdelenmekte. “Batı dünyasında devlet olgusunun ontolojisini açıklamaya çalışan çoğu kuramcının yolu öncelikle insanın doğasından, yapısından ve karakterinden geçmektedir. İnsan doğasının “iyi” olduğunu varsayan düşünce sistemleri devlet olgusunu kurgularken daha liberal ve esnek bir organizasyon şemasını benimserken, insan doğasını “kötü” tasvir eden düşünürlerin kurguladıkları devletler daha mutlakiyetçi, güç ve güvenlik odaklı tasarlamaktadır.”
İkinci bölümde “İslam Düşünce dünyası Tasavvurunda İnsan ve Devlet” konusu Peygamber dönemi ve sonraki dönemler üzerinden genişçe ele alınmakta. Osmanlı Dönemindeki yaklaşımlara da bu bölümde yer verilmekte. Bu bölümde her dönem ayrı ayrı ele alınmış olup, dönemsel bakış açılarının farklılıkları da öne çıkmakta. Yazar, yeni gelişmelere karşılık yeni yorumlara ihtiyaç duyulduğunu, ancak Osmanlı sonrasında bunun daha da zorlaştığını belirtmekte; “Nasıl ki bilimsel ve teknolojik buluşların ortaya çıkardığı yeni sosyal olgular ve toplumsal sorunların bertaraf edilmesi için yaklaşık dokuz yüzyıldır kapalı kalan içtihat kapısı aralanmışsa, 20 ve21. yüzyıllarda ortaya çıkan biyoteknolojik gelişmeler de insan bedenine ve genetiğine dair yeni olguların yorumlanması ve hukuki hükümlerinin konmasını gerektirmektedir. Birinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkilerinden kurtulamayan Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden kalkmasıyla yerini bu sefer Batı’yı ve Batı hukukunu daha hızlı ve güçlü taklit eden yeni bir döneme girilmiştir”
Kitabın üçüncü bölümü olan “Devletten Biyoiktidara Dönüşüm “adlı bölümünde devletle birlikte dönüşümün de oluştuğuna dikkat çekilmekte. Yöneten-yönetilen ilişkisinin, Foucault’un da gösterdiği üzere, değişmesine rağmen ahlaki kökeninin Batı düşüncesinde bulunduğu anlatılmış, bunun yanında İslam düşüncesi temelinde bir etik yaklaşımın muhtemel nüveleri de sergilenmeye çalışılmış. Bu bölümde ayrıca, Batı kaynaklı ana akım etik teorilerin yanında, biyoetik konulara yaklaşımda alternatif bir etik temellendirme yöntem önerilmekte ve geliştirilmekte.
Eserin son bölümünde, biyopolitikaların art alanını oluşturan biyoetik tartışmalar Batılı eksende ele alınırken, aynı zamanda biyoetiğin inceleme alanına dair konulara İslam düşünce dünyası çerçevesinde yer verilerek alternatif bir biyoetik ve biyopolitikanın imkanı sorgulanmakta. Bu bağlamda yaşamın başlangıcı tartışmalarının merkezini oluşturan embriyonik kök hücrenin nasıl bir yaşam formu olarak tanımlanacağı, ardından insan türünün devamlılığına ve nüfusun denetimine katkı sunan üremeye yardımcı teknolojiler ve bu teknolojilerin genetik ırkçılık kapsamında öjeniğe dair tartışmaları ve son olarak da insan yaşamının nihai sonunu belirleyen gebeliğin sonlandırılması, beyin ölümü ve ötenazi uygulamalarının mahiyeti irdelenmekte.
Soner Tauscher’in, biyoteknolojilerin doğum, yaşam ve ölüm süreçlerinin toplamı olan insanın yaşam döngüsünde doğurduğu biyoetik sorunlara alternatif yaklaşımlar sunan bu kitabı alanında çok geniş incelemelerin, değerlendirmelerin yer aldığı bir kitap. Bilhassa, İslamın bu konulara yaklaşımının neler olduğunu öğrenmek, buradan yeni alternatifler üretilip üretilemeyeceğini anlamak isteyenler için güzel bir araştırma eseri niteliğinde. Çok sayıda kaynaktan yararlanılarak yazılmış olan bu eser umarım konuya ilgi duyanların son derece ilgisini çekecektir.
Nuri Pakdil külliyatı Ketebe’de: Bize karşı bizi savunmaya devam ediyor