Fatih Sultan Mehmet’in özel elçilerle İstanbul’a davet ederek ülkesinin en itibarlı alimlerine Üsküdar’da karşılattığı Türk-İslam tarihinin en büyük astronom ve matematikçilerinden Ali Kuşçu, ilim dünyamızın köşe taşlarından biri olarak kabul ediliyor. Yaşarken dahi Hindistan’dan Balkanlara geniş bir coğrafyada tanınan ve eserleri, gideceği büyük ilim merkezlerine kendisinden evvel ulaşan Kuşçu, vefatının 550. yıl dönümü vesilesiyle “Semerkant’tan İstanbul’a Ali Kuşçu ve Çevresi Yazma Eser Sergisi” ile anılıyor. UNESCO tarafından “2024-2025 Anma ve Kutlama Yıl Dönümleri” kapsamında Ali Kuşçu’yu anma etkinlikleri çerçevesinde Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi Bilim Tarihi Enstitüsü iş birliğiyle hazırlanan sergi; Kuşçu’nun yetiştiği Semerkant ilmi muhiti, hocaları, astronomi ve matematik tarihinde iz bırakan çalışmaları bizlere aktarıyor. Herat, Tebriz ve İstanbul’da yaşadığı dönemler, öğrencileri ve takipçilerinin oluşturduğu ilmi geleneği başka bir yerde ulaşılması mümkün olmayan tarihi eser ve objelerle günümüze taşıyor. Bizzat Ali Kuşçu’nun hoca ve talebelerinin müellif hattı olarak tanımlanan yazma nüshaların görülebilecek olması ise birçok açıdan tarihi bir mahiyete sahip olan serginin en önemli özelliğini oluşturuyor. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Bilim Tarihi Enstitüsü ile Türkiye Bilimler Akademisi’nin iş birliği, İstanbul Teknik Üniversitesi, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı katkılarıyla düzenlenen serginin devamında bir de sempozyum gerçekleştirildi. “Semerkant’tan İstanbul’a: Ali Kuşçu ve Çevresi” ve “Uluslararası Ali Kuşçu Sempozyumu” vesilesiyle Türkiye’ye gelen Türkiye Bilimler Akademisi Şeref Üyesi Emeritus Profesör Jamil Ragep ve McGill Üniversitesi kıdemli araştırmacılarından Dr. Sally Ragep de Ali Kuşçu ve Türk-İslam dünyasındaki ilmi geleneği hakkında önemli bilgileri bizlerle paylaştılar.
“Hayatımın uzun bir süredir önemli bir parçası olan Ali Kuşçu hakkında konuşma yapmam istendiği için büyük bir onur duyuyorum” ifadesiyle sözlerine başlayan Kanadalı Emeritus Profesör Jamil Ragep, geçmiş yıllarda benzer bir konuşma için yine İstanbul’a geldiğini hatırlatıyor. “30 yıl önce, bu konuşmanın erken bir versiyonunu İstanbul’da yaparken, Ali Kuşçu’nun kim olduğunu açıklamak zorunda kalmıştım. Bugün ise Uluslararası Ali Kuşçu Sempozyumu’na katılan pek çok kişi sayesinde bunun gerekmediğini görmekteyim” diyen Ragep, “Ancak yine kim olduğuna dair birkaç söz etmek isterim” diyerek bizimle şu bilgileri paylaşıyor: “Ali Kuşçu, Uluğ Bey’in sarayında kartal eğiticisinin oğlu olarak 15. yüzyılın başlarında Semerkand’da doğmuş ve 1474’te İstanbul’da ölmüştür. Matematiksel ve bilimsel yetenekleri genç yaşlarda belli olmuş olmalı ki, Uluğ Bey onu himayesine almıştır.” Kuşçu’nun Uluğ Bey’in 1449’daki ölümüne kadar onun koruması altında kaldığını anlatan Ragep, onun Uluğ Bey tarafından himaye edildiği gibi, aynı zamanda Semerkand’ın büyük alimleri tarafından da eğitildiğinin altını çiziyor. Kuşçu’nun hocaları arasında Gıyâseddin Cemşîd el-Kâşî ve Kadızâde-i Rûmî gibi önemli isimler bulunuyor. Ragep, Kuşçu’nun geçmişi ve yazılarından hareketle onun kesinlikle matematiksel bir yaklaşıma sahip olduğunu ve matematiksel bilimlerin, astronomi de dahil olmak üzere, evrenin temel sırlarını açığa çıkarabileceğine inandığını ifade ediyor. “Kuşçu, Gıyâseddin Cemşîd el-Kâşî’nin öğrencisiydi. Gıyâseddin Cemşîd el-Kâşî de büyük olasılıkla Semerkand rasathanesinin kadrosunda yer aldı. Abdülalî el-Bircendî ise Semerkand rasathanesinin ikinci yada üçüncü kuşak bir üyesi olarak kabul edilebilir” açıklamasında bulunan Ragep, iki ilim adamını birbiriyle karşılaştırarak: “Bircendî ve Ali Kuşçu, her ne kadar benzer bir matematiksel yaklaşıma sahip olsalar da, onların astronomi anlayışları farklı felsefi ve metodolojik temellere dayanır. Bircendî, Kuşçu’nun görüşlerini tamamen reddeder” ifadelerini kullanıyor. Bircendî, astronomiyi daha çok matematiksel hesaplamalar ve soyut modeller üzerinden ele alırken, Ali Kuşçu daha geleneksel Ptolemaik astronominin içinde kalarak, astronomiyi doğa felsefesi ile birleştiriyor.
İslam bilimleri alanında öncülerden biri olan Edward Stewart Kennedy’e atıfta bulunan Profesör Jamil Ragep, “ES Kennedy, bir zamanlar bilimsel devrimin İslam dünyasında başlamamış olmasının temel bir nedeni olmadığına dair bir yorumda bulunmuştu” diyor ve “Benim de görüşüm, bilimsel geleneğin İslam dünyasında Avrupa’dan daha köklü olduğu yönünde. Avrupa’daki bilim devrimini başlatacak önemli unsurlar, İslam dünyasında zaten mevcuttu” ifadesinde bulunuyor. İslam dünyasında bilimsel geleneğin köklülüğü sebebiyle, Avrupa’da yaşanan bilimsel devrime dair değişikliklerin İslam bilimleri için daha zor kabul edildiğinin altını çizen Ragep sözlerine şöyle devam ediyor: “Bilimsel devrimin yeri Avrupa yerine, neden İslam dünyasında olmadı? Neden Çin’de, Hindistan’da veya başka bir yerde gerçekleşmedi? Bu sorulara verilen neredeyse tüm cevaplar, İslam kültüründe bir şeylerin eksik olduğunu veya İslam’daki bazı unsurların, din gibi, bu atılımları engellediğini varsayar. Benimse argümanım şudur: İslam’da bilimsel devrimi zorlaştıran şey bir eksiklik değildi. Tam tersine aslında İslam’ın çok daha gelişmiş bir bilimsel geleneğe sahip olmasıydı. Ali Kuşçu örneğinde de gördüğümüz gibi; onun astronomideki standart görüşe karşı yaptığı meydan okuma, doğal felsefe ve metafizikten olan önermeleri yanıtsız kalmadı. Bircendî, Ali Kuşçu’nun Semerkand Gözlemevi ve Medresesi’nin ölümünden sonraki bir kuşağın üyesi olarak, Kuşçu’ya kapsamlı bir cevap verme gerekliliğini hissetmişti. Hatta Kuşçu’nun görüşleri, torunu Mirim Çelebi tarafından da sorgulandı.”
“Çoğu kişinin de destekleyeceği gibi, İslam dünyasında bilim 12. yüzyılda kaybolmamış, 12. yüzyıldan sonra durmamıştır. İslam’da bilim sadece Merâga ve Semerkand gibi birkaç şehirle sınırlandırılamaz. Devamında, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki bilimden ve genel olarak İslam dünyasında bilimden bahsedilecek çok şey vardır” şeklinde konuşan Ragep, tüm bunları göz önüne alarak İslam dünyasında bilimdeki gerilemeye dair ortaya atılan tüm görüşlerin yanlış olduğunu söylüyor. Ragep, “Bu görüşler tamamen çürütülmüştür. Yeni bir nesil bilim insanı, 19. ve hatta 20. yüzyıla kadar İslam bilimlerinin canlılığını gösteren daha fazla kanıt sunmuştur” diyor. Ancak bugün İslam dünyasında bilimsel geleneklerin gücünü belgelendirip takdir edebilsek de, gelenekleri sürdürmenin, değişim ve ilerleme ile farklı olduğunu kabul etmek durumunda olduğumuzu da hatırlatan Ragep, “Hristiyan Avrupa’daki bilim ve teknoloji 16. yüzyıldan itibaren farklı bir yöne dönmüştür. Bu dönüşüm dünyayı dönüştüren bir etkiye sahiptir. Bilimsel devrimin olmadığına veya önemsiz olduğuna inananlar, bariz olanı görmezden gelmektedirler. Günlük hayatları modern teknolojinin akıllı bombaları tarafından altüst edilen ve sonlandırılan insanlar için devrim oldukça gerçektir” diyor.
Prof. Dr. Jamil Ragep’in 1996 yılında başlattığı “İslami Bilimsel Elyazmaları Girişimi” projesi -kısa adı ile ISMI- Arapça, Farsça, Türkçe ve diğer dillerde olsun; astronomi, matematik, optik, matematiksel coğrafya, müzik, mekanik ve ilgili disiplinlerde tüm İslami el yazmaları hakkındaki bilgileri erişilebilir kılmak misyonuyla hayata geçirilmiş. Günümüzdeki çalışmaları ise İstanbul Medeniyet Üniversitesi Bilim Tarihi Enstitüsü ev sahipliğinde gerçekleşiyor. McGill Üniversitesi kıdemli araştırmacılarından Dr. Sally Ragep, ISMI projesinde yer alan isimlerden biri. ISMI projesi sebebiyle İstanbul ile sıkı bağlar kurduğundan bahseden Sally Ragep, “İstanbul, hem eşim hem de benim için adeta bir ev gibi. Genellikle onun adına konuşmam, ancak İstanbul’un gerçekten de ikinci evimiz olduğunu söylemek kesinlikle yanlış olmaz” diyor. “Uluslararası Ali Kuşçu Sempozyumu” ve “Semerkant’tan İstanbul’a: Ali Kuşçu ve Çevresi” sergisi vesilesiyle Türkiye’ye gelen Ragep, özellikle böyle bir serginin hayali olduğundan bahsederek, “Bu sergi gerçekten hayallerin gerçeğe dönüştüğü bir şeydi. Bir odada en muhteşem el yazmalarını toplanması harikaydı. Bu nedenle sempozyumu ve sergiyi mümkün kılan herkese içtenlikle teşekkür ediyorum” ifadelerini kullanıyor. “Uluslararası Ali Kuşçu Sempozyumu”nda “Ali Kuşçu’nun Hayatı ve Eserlerinin Görsel Keşfi” isimli konuşmasıyla yer alan Ragep’in konuşmasının temelini ISMI veri tabanının sunduğu ‘verileri görselleştirme’ özelliği oluşturuyor. Ragep, “Bu, Ali Kuşçu’nun hayatı ve eserleri üzerine görsel bir keşif. Veritabanında 2 bin 7 yüzden fazla kişi bulunuyor. Fakat elbette, Ali Kuşçu bu 2 bin 7 yüz kişi arasında öne çıkıyor” açıklamasını yapıyor.
“Telhîsü’l-Mahrûtât” isimli Pergeli Apollonios’un koni kesitlerine dair matematik eserinin Arapça çevirisine Ebu’l-Feth İsfahânî tarafından yazılan telhisin, hattı ve çizimleri Ali Kuşçu’ya ait olan ve 159 yapraktan oluşan nüshası sergideki kıymetli el yazmaları arasında bulunuyor. Bu nüsha, Ali Kuşçu’nun oğlu Derviş Muhammed temellük kaydıyla birlikte önemli de bir not içeriyor. Notta, “Bu nüsha, babam Ali Kuşçu’nun hattını, tashihlerini ve çizdiği şekilleri içermektedir” ibaresi yer alıyor. Ayrıca, Kuşçu’nun Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’a karşı kazanılan Otlukbeli Zaferi münasebetiyle Fatih Sultan Mehmet’e ithaf ettiği ve uzun süre Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulan Arapça astronomi eseri “Er-Risâletü’l-Fethiyye”nin kendi hattıyla olan nüshası; Kuşçu’nın “Risâle der İlm-i Hey’e” adlı Farsça astronom, eserinin müellifi hattıyla dibace eklenen ve şehzadelik döneminde Sultan II. Beyazid’e sunulan nüshası; Ve pek çok hâşiye ve ta’lîkâta konu edilen “Şerhu Tecrîdi’l-Akâ’id” adlı eserinin kendi hattıyla olan nüshası; Ali Kuşçu’nun Uluğ Bey’in kurduğu Semerkant Rasathanesi’ndeki gözlemlerle oluşturulan Farsça astronomi eserine yazdığı şerhin kendisine okunduğu bizzat Ali Kuşçu tarafından not edilen “Şerh-i Zîc-i Uluğ Bey” nüshası da sergide yer alıyor.
Nasreddin Hoca kadim medeniyetlerin izinde