... Dünden devam
Tarih boyunca yapılan tüm haksızlıklara karşı çıkanların, doğayı sevenlerin, hakça paylaşılan bir düzen içinde, insanca yaşamak isteyenlerin, hiçbir dayatmaya boyun eğmeyenlerin sesiydi bu ses…
Bu ses onu hiç yanıltmamıştı, yine yanıltmadı.
Bir gün ansızın ‘Taksim Meydanı’nı’ delik deşik eden o iş makineleri, o çınar ağacının bulunduğu ‘gezi parkına’ geldiler.
O makineleri acımasızca kullanan, doğa sevgisi bilmez, katlettikleri ağaçların yerine, taşlaşmış binalar dikmeyi gelişmişlik sayan o umursamazlar, yasa tanımazlar takımı; birer, birer ağaçları yok etmeğe kalkıştılar…
Ama o da ne? O meydandan tarih boyunca hiç eksik olmayan, eksiltilemeyen ‘o ses!’; bir kez daha duyuldu…
O ses;
Doğayı korumaya yeminli olanların sesi olduğu gibi. Ülkemizi son dönemde yönetenlere, türlü açılımlar adı altında yapılan dayatmalarına, hukuksuz uygulamalarına karşı çıkanların; ülkemizin cumhuriyet döneminin 90 yıllık kazanımlarına, aydınlık yarınlarına, milli değerlerine, bayrağına, milletine ve T.C Devletini kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ve onun dava arkadaşlarına sahip çıkanların da, tepkili sesiydi…
Aslında o ses; ‘Vicdanın’ sesiydi…
Ve ‘O’; ‘bir zamanların Güzel İstanbul’unun!’ O bölgesinde kalan son yeşilinde, ‘gezi parkında’ yaşayan; onu oradan söküp atmak isteyenleri, rant peşinde koşarak şehri neredeyse AVM’lerle donatan, ‘Toprak Ana’nın’ böğrüne acımasızca gökdelenleri saplayanları hüzünle seyreden asırlık bir çınar ağacıydı…
O bir çınar ağacıydı!
Son nefesini vereceği sırada onu yaşatmaya yeminli, çevreye duyarlı insanlar; etrafını sarıp, onu korumaya aldılar…
Yüz binlerce genç ve yaşlı cesur yürek, çoluk, çocuk demeden iş makinelerine ama en çok da onları engellemek adına orantısız güç kullandığı herkesçe bilinen polisin; üzerlerine yağmur gibi yağdırdığı biber gazlarına, tazyikli sularına karşı direndiler.
‘O Yaşlı Çınarı ve Gezi Parkını’, iş makinelerinin acımasızlığına, bu uygulamanın talimatını verenlere teslim etmediler…
Bu cesur yüreklerin sesi, tüm ülkeden duyuldu; dalga, dalga dünya ülkelerine yayıldı. Yönetenler; önceleri yönetilenlerin bu çığ gibi büyüyen tepkisine bir anlam veremedi, ne demek istediklerini anlamadılar!
Dudak büktüler, kibirli ve küçümseyen beyanlarla, bu insanları acımasızca eleştirdiler. Sadece demokratik tercihlerini kullanan bu insanları sakinleştirecek söylemler ve eylemler yerine:
‘Bir avuç çapulcu!’, ‘Tencere tava hep aynı hava!’ dediler…
Bu söylemler, meydan okumalar, kibirler, sadece verilen tepkiyi arttırdı. Sanki insanlarımızın suskunluğunu hep öyle kalacak sanmışlardı…
Ama düşündükleri gibi olmadı! Sandıktan çıkan oy çokluğu beni yetkili kıldı, bu oy çokluğu ile ben her şeyi yaparım, dayatırım mantığını, gelişmiş demokrasi sandılar..! Ancak sandıklarının aksine milyonlarca özgür yüreğin tepkisini aldılar.
İstanbul’da bir meydan…
Adı, ‘Taksim Meydanı’… Hemen yanı başında bir park adı, ‘Gezi Parkı’…
Bu parkta yaşayan ‘bir çınar ağacı’ ve onu sarıp sarmalayan milyonlarca cesur yürek, doğaya ve ülkesinin aydınlık geleceğine sevdalı onca yürek…
O gece; ‘O Yaşlı Çınar’ ve ‘O Cesur Yürekli İnsanlar’; ‘Toprak Ana’nın’ bağrında yepyeni bir tarih yazdılar, ülkemizi yönetenlere, çok önemli bir mesaj verdiler:
‘Demokrasi’; sadece oy sandığındaki çokluk demek değildir’. Dediler…
Aslında hiçbir zaman değişmeyen bir gerçek vardı ki!
Ülkem ve ülkemin can insanlarıyla birlikte hepimiz bir bütünüz. Hiç kimseyi kendi tercihleri nedeniyle ötekileştirmeyen, atalarımızdan bize emanet zengin kültürü, hoşgörüsü ile bilinen ve vatanına sevdalı bir milletiz.
Biz; Türk Milleti olarak, bize emanet edilen tüm milli ve ulvi değerlere sadakatle bağlı; devletimizin temel niteliklerine, hukuka ve demokrasiye olan sarsılmaz inancımız ile aynı hedefe, ülkemizin aydınlık geleceğine ilerlemek için varız.
Bu ‘Gazi Topraklarda’; hiçbir neden uğruna ayrı düşmedik, bir ve beraber olduk. Bundan sonra da aynı birliktelik içerisinde ve kardeşçe sonsuza kadar yaşayacağız.
Şimdi ülkemizi yöneten/yönetenler, Taksim Gezi Parkındaki o tabloya ve orada yazılan tarihe bir kez daha baksınlar, ‘O Çınar Ağacını’ ve orada verilen mesajı daha iyi anlayacaklardır…
Tıpkı Nazım Hikmet Ran’ın dediği gibi:
‘’ Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine… Bu hasret bizim. ’’
Devam edecek...