“Hayat bir güzergâhtır, karşılaşmalardan oluşur.” diyor, Ulus Baker. Hayatımız boyunca sayısız insanla karşılaşıyoruz. Her birimizin diğerinin hayatında bir misyonu ve herkesin kendisi ve diğerleri hakkında düşünceleri var. Kendimiz hakkındaki görüşlerimiz, davranışlarımızı ve dolayısıyla ilişkilerimizi etkiliyor. Kendimizi değerlendirirken nelerden etkilendiğimizi ve kendimizle ilgili bazı olumsuz düşüncelerimizi nasıl değiştirebileceğimizi fark etmemiz, kendimizi ne kadar tanıdığımıza bağlı.
Her insanın ve hatta her canlının kendine özgü bir bakış açısı, anlamlandırma biçimi var. Dışarıdan baktığımızda o koşullar ve duygularla olayları değerlendir(e)mediğimiz için bu bizim için bir anlam ifade etmeyebiliyor. Uzun yıllar önce kedim Duman’ı böbrek yetmezliğinden kaybettiğimde fazlasıyla sarsılmıştım. Eve onsuz ilk girişimde antrede bulunan oyuncaklarını ve yastığını görmek sarsıntımı ikiye katlamıştı. Ailelerine birer hayvan katanlar bilir; onlar artık ailenizin üyesidir. Hâliyle kaybı da ciddi acı verir. Duman’ı kaybetme sürecimi anlatırken ağladığımda bir arkadaşım, “Yanlış anlama lütfen ama biraz abartmıyor musun? Sonuçta bir kedi.” demişti. Bense “Benim için sadece bir kedi değil.” demekle yetinmiştim.
Aradan yıllar geçti, o arkadaşım bir kediye yuvasını açtı. Zaman zaman sohbetlerimizde kedi beslemenin ne kadar keyifli olduğundan bahsediyorduk. Birkaç ay sonra beni aradı. Ağlamaktan zar zor konuşuyordu. Kedisinin kaybolduğunu ve çaresiz olduğunu anlattı. Sakin olmasını söyledim. Kedisini arama çalışmaları iki gün içinde sonuç verdi ve bu kez beni büyük bir sevinçle arayarak kedisini bulduğunu söyledi. Sonrasında yüz yüze geldiğimiz bir gün, Duman’ı kaybettiğim dönem bana söylediği sözü hatırlatarak “Şimdi beni anlıyor musun?” diye sorduğumda verdiği cevap şu oldu: “Kedimin kaybolduğu gün, seni en iyi anladığım gündü.”
İnsan en çok kendini anlamalı
Üstün Dökmen, İletişim Çatışmaları ve Empati adlı kitabının başlangıcında şöyle diyor: “Doğayı severiz, insanları severiz (en azından bir kısmımız). Sevmek yeterli değil. Anlamak da gerekli.” Bizim tarafımızdan anlaşılmaya en çok ihtiyacı olan kişi ise, yine biziz. Çünkü diğerleriyle iyi geçinebilmek için önce kendimizle iyi geçinebilmek, diğerlerini anlayabilmek için önce kendimizi anlamak zorundayız. Diğerleriyle anlaşabilmek için de önce kendimizle anlaşabilmemiz gerekiyor. Bu güzergâhta diğerleriyle sağlıklı ilişkiler kurabilmemizin yolu bu.
Hayatımıza giren herkes hayatımızda kalmıyor elbette. Yollarımız kesişiyor, yollarımız ayrılıyor. Herkesin birbirinin hayatında bir misyonu var. Kendimizden bir parça bulduklarımızla yola devam ediyor, diğerleriyle vedalaşıyoruz. Ancak her vedadan heybemize kalan bir şeyler oluyor. İşte o kalanı görebildiğimizde, o kişiyle olan yolculuğumuzun bize kattığıyla yürümeye devam ettiğimizde daha güzel yolları keşfediyoruz.
Kendinizle yüzleşmekten korkmayın. Hint Yazar Rabindranath Tagore’un dediği gibi bazen insanlarla aynı dilde konuşamadığınızı fark edince farklı dilde susmayı tercih etmemek için iletişimlerinizde ne bekliyorsanız, onu verin. Küfür ve kavgada korkak, sevgi ve iltifatta cesur olarak bu güzergâhın tadını çıkarın.