Giriş
Yeni milenyum ile beraber Ortadoğu bölgesinde gerilimin tırmandığı ve şiddetin sürekli arttığı görülmektedir. Güç dengesinin daimî bir değişim içinde olduğu bölge, uzun zamandır uluslararası gündemin odağındadır. Öyle ki, artık politikaların daha açık bir şekilde uygulandığı bir durum ile karşı karşıyayız. 11 Eylül 2001 saldırılarını kendisine meşru gerekçe yapan ABD’nin Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi (BOP) kapsamında Ortadoğu yeniden tasarlanmaktadır. Bu tasarım, tamamen İsrail’in çıkarları doğrultusunda gerçekleştirilmektedir. Proje çerçevesinde yayınlanan haritalardaki aktörler birer birer etkisiz hale getirilmektedir. Ortadoğu bölgesi, şimdilik İsrail, müttefik Arap devletler ve düşman aktörlerden oluşmaktadır. Bu girişim çerçevesinde, ABD’nin Başkan ve Dışişleri Bakanı seviyesinde dahi açık bir İsrail desteği vardır. ABD, İsrail’e lojistik desteğin yanında istihbarat yardımı da sağlamaktadır. Ayrıca uluslararası örgütlerde İsrail’in eylemlerinin soruşturulmasını da engellenmektedir. İsrail her açıdan koşulsuz bir şekilde desteklenmektedir. İngiltere ve bazı Avrupa Birliği devletleri de izlenen bu politikanın birer unsuru haline getirilmiştir. Ortadoğu’da yapılan bütün büyük eylemlerin arkasında ABD ve müttefikleri yer almaktadır.
İsrail ise, özellikle milenyum ile birlikte kararlı bir eylemselliğe sahiptir. İsrail, ABD ve müttefiklerinden aldığı destekle bölgede doğrudan revizyonist politikalar izlemektedir. Siyonizm bağlamında “Vadedilmiş Topraklar” amacına erişmek isteyen İsrail, bu uğurda hiçbir kural ve hukuk tanımamaktadır. Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uluslararası Adalet Divanı’nda aleyhine açılmış davalara rağmen daha çok sivilleri kapsayan askeri operasyon ve suikastlarına devam etmektedir. İsrail’i dengeleyebilecek karşı bir güç çıkmadığı sürece, bu devletin eylemlerine güçlü ve kararlı bir motivasyonla devam edeceği öngörülmektedir.
Diğer taraftan, İran ise, 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından kendisine biçilen rolü etkisiz kılmak için büyük bir çabanın içindedir. İran, özellikle oluşturduğu “Direniş Ekseni” sayesinde, belirli bir hareket alanında eylemleriyle var olmaya çalışmaktadır. İran’a karşı uygulanan yaptırımlara ve bunun yanında ulusal gücüne yönelik saldırılara rağmen, Tahran, duruşunda kararlı bir direniş göstermektedir. Lübnan’da ise Hizbullah’ın ülkenin güneyinde yer alan İsrail’e karşı etkili bir duruş sergilediği görülmektedir. Sınırlı kapasitesine rağmen, Lübnan, müttefiklerinin güçlü desteğiyle askeri operasyonlar düzenleyen İsrail’e karşı görece etkili çözümler üretebilmektedir. Ortadoğu’daki güncel gelişmeler çerçevesinde yaşanan gerilim ve şiddetin odağında yer alan üç aktör aşağıda değerlendirilmiştir.
İsrail
İsrail, 25 Ağustos 2024 tarihinde Lübnan’daki Hizbullah hedeflerini vurmuştur. Temmuz ayında öldürülen Fuad Şükrü’nün intikamını almak için misilleme hazırlığında olan Hizbullah’ın harekete geçeceği istihbaratını alan İsrail, önleyici operasyon düzenlemiştir. Hizbullah tarafından fırlatılan füze ve roketlerin çoğu imha edilirken, bunların verdiği zarar da sınırlı olmuştur. İsrail ve Hizbullah arasındaki gerilim ise kaygı verici bir şekilde sürmektedir.
İsrail, kendisine yönelik yapılacak misilleme saldırısını önceden haber almasının ardından yaklaşık 100 savaş uçağıyla Güney Lübnan’daki hedefleri vurmuştur. İsrail’in hava harekâtlarına rağmen, Hizbullah füze ve roket saldırılarını gerçekleştirebilmiştir. İsrail’in duyurusuna göre, Glilot ve Ein Shemer’de herhangi bir zaiyat olmamıştır. Ayrıca Hizbullah’ın fırlattığı füzelerin vurulduğu ve yirmi insansız hava aracının düşürüldüğü belirtilmiştir. İsrail’in son eylemlerinde her zaman olduğu gibi ABD’nin doğrudan desteği görülmüştür. ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Charles Q. Brown Jr., Ürdün ziyaretinin ardından 25 Ağustos 2024 tarihinde İsrail’e gelmiştir. Bununla beraber, Washington tarafından İsrail’e lojistik desteğin yanında istihbarat yardımı da sağlanmıştır. Ayrıca, ABD tarafından İsrail’in yaptığı askeri harekâtlar ülkenin meşru müdafaası olarak değerlendirilmiştir. ABD desteğiyle devam eden Hamas Operasyonu halen odak noktasındayken, bir yandan da kontrollü bir şekilde Kuzey İsrail’e askeri birlikler kaydırılmaktadır.
İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki kadın ve çocukları öldürmesi, hastane ve okulları vurması ve egemen devletlerde operasyonlar düzenleyerek diplomatik misyonları vurması ve suikastları birçok yönden uluslararası sistemi ihlal etmektedir. Açıkça uygulanan terör yöntemlerine karşı süreci değiştirebilecek bir aktör ise henüz yoktur. İsrail’in aldığı destekle karşısında onu dengeleyebilecek bir aktör çıkıncaya kadar eylemlerine güçlü bir motivasyonla devam edeceği değerlendirilmektedir. Bu bağlamda, İsrail, uluslararası örgütlerin kararlarına dahi riayet etmemektedir.
İsrail, eylemlerine yönelik Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uluslararası Adalet Divanı’nda devam eden davalarına karşılık geri adım atmamaktadır. Uluslararası toplum tarafından sürekli tepki görmesine rağmen operasyonlarına devam etmektedir. ABD, İngiltere ve bazı Avrupa Birliği üyesi devletlerin bitmeyen desteği sayesinde herhangi bir meşruiyet kaygısı taşımadan İnsan Hakları Hukuku ve Devletler Hukuku’nu çiğnenerek başarı sağlamaya çalışmaktadır. Gelecek zaman sürecinde Vadedilmiş Topraklar ülküsünü gerçekleştirmesine yönelik eylemlerine karşı güç dengelemesi yapılmadığı sürece İsrail’in operasyonları devam edecektir. Aktörün bu eylemleri ise, bölgesel güvenliği tehdit ettiği gibi dünya barışına da zarar vermektedir.
İran
İran’da 31 Temmuz 2024 tarihinde Hamas’ın siyasi büro şefinin öldürülmesi bu aktörün itibarını sarsmıştır. Dini lider Ali Hamaney, bu suikasta yönelik sert bir cevabın verileceğini duyurmuştur. Tepkinin 13 Nisan’daki füze saldırısından daha kapsamlı olacağı belirtilmiştir. Ancak aradan bir aydan fazla bir süre geçmesine rağmen İran’ın misillemesi henüz gerçekleşmemiştir. Bu duruma yönelik çeşitli yaklaşımlar vardır. İran’ın vekilleri vasıtasıyla cevap verdiği/vereceği düşüncesi en belirgin olan önermelerdendir. Bu öneriye göre, İran, geri planda kalarak desteklediği aktörler eliyle misilleme yapacaktır. Bu sayede, hem sözünü tutmuş olacak, hem de eylemin olası olumsuz sonuçlarından kaçınacaktır. Hizbullah’ın 30 Temmuz 2024 tarihindeki saldırısının İran adına yapıldığı fikri bu bağlamda değerlendirilebilir. Bir diğer yaklaşıma göre ise, İran, İsrail’e karşı etkili bir şekilde eyleme geçerse karşısında ABD’yi bulacağını bilmektedir. Bu riski almamak için her ne kadar söylemsel olarak öç alınacağı duyurulsa da, aktörün eyleme geçişinin zor olacağı görülmektedir. Dolayısıyla, İran, stratejisinden tamamen vazgeçmemekle beraber, ABD faktörünü de dikkate almaktadır. Tahran tarafından ABD’nin İsrail’e yönelik olarak lojistik destek vermesi ve istihbarat yardımı yapması da dikkatle izlenmektedir.
İran açısından misilleme yapılacağı stratejisini sürdürmesinin çeşitli nedenleri vardır. Öncelikle bu aktörün uluslararası sistemde ne yapacağı diğer aktörler tarafından beklenirken, bu sayede önemli bir gündem konusu olmaya devam etmektedir. Diğer yandan, İsrail sürekli teyakkuz halinde tutularak bilinçli bir şekilde yıpratılmaktadır. Son olarak da, İran, mevcut konumunu Gazze’nin koruyucusu şeklinde tanıtarak bölgedeki gerilim ve şiddetten etkilenen bir aktör olarak barışı sağlamaya çalışma görüntüsü vermektedir. Bu sayede, Gazze Şeridi’nde yaşayan sivillerin zarar görmemesi için misillemesini ertelediği gerekçesini öne sürmektedir. İran’ın sert yaptırımlar karşısında ekonomisini dinamik tutması çok önemlidir. Bu nedenle her hamlesini dikkatli bir şekilde planlamaktadır. Üst düzey Generallerini kaybetmesi, Şam’da diplomatik misyonunun vurulması, kendi topraklarında mühendislerinin öldürülmesi ve İsmail Haniye gibi sembol bir ismin Cumhurbaşkanlığı töreni sürecinde suikasta uğraması İran için çok hassas bir durumdur.
Bu aktör, karşısında yalnızca Yahudi Devleti’nin olmadığının farkındadır. Yapacağı hamleler çerçevesinde ABD, İngiltere, bazı Avrupa Birliği üyesi devletleri ve hatta Sünni Müslüman devletleri de daha geniş bir mücadele alanında karşısında bulabilir. Bu nedenle aceleci bir şekilde hareket etmeyen İran, bunun ulusal gücünü azalttığının farkındadır. İran, zaman ve mekân boyutuyla karar vererek eyleme geçecektir ve mevcut şartlar tamamen aktörün aleyhinedir. Yanlış bir hamle ülke içindeki reform yanlılarının elini güçlendireceği gibi, dış aktörlerin operasyonları sonucunda örneğin İran ekonomisi için can damarı olan Bender Abbas Limanı’nı kaybetmesine yol açabilir. İsrail gibi terörizmi politikasının bir uzantısı olarak kullanmaktan çekinmeyen bir aktöre karşı bütün hassas noktalar üzerinde etraflıca plan yapılması İran’ın önceliğidir.
İran için yakın zamanda yapılabilecek ilk ve en etkili tedbir caydırıcılığın arttırılmasıdır. Ardından çoklu bir saldırı karşısında nasıl bir tepki verilebileceği İran’ın geleceği açısından çözüm bekleyen önemli bir konudur. Bugüne kadar İran’a yönelik olarak doğrudan yapılan operasyonlar aktörün öncelikle hedefte olduğunu göstermektedir. Zaten gizli olmayan düşmanları İran’ın yeterince zayıfladığına kanaat ederlerse daha belirgin bir şekilde saldırmaktan çekinmeyeceklerdir. İran, özellikle Direniş Ekseni’ni etkin bir şekilde kullanarak riski daha geniş bir alana yayabilmelidir.
Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi kapsamında önemli bir aktör olan İran’ın bütün bu gelişmelerle birlikte nükleer güce erişmesi mutlak bir zorunluluktur. Bu kadar çok ve büyük düşmanlar karşısında ancak zor oyunu bozabilir. Kuzey Kore örneğinde olduğu gibi İran kendisine karşı yürütülen oyalama taktiklerine rağmen etkili bir nükleer güç olmayı başarmalıdır. Bu durum sayesinde oynanan oyun temelden sarsılabilir. Aksi halde çok büyük değişimler olmadığı sürece İran’ın parçalanması sadece zamana kalmış bir durumdur. Ayrıca aktörün vekilleri vasıtasıyla izlediği stratejilerin etkisi ne olursa olsun sınırlı ve geçici olacaktır.
Lübnan
Lübnan’ın güneyine hâkim olan Hizbullah, 30 Temmuz 2024 tarihinde öldürülen üst düzey görevlisi Fuad Şükrü’nün intikamını almak için uygun zamanı beklemeyi kararlaştırmıştır. 1 Ağustos’ta Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, yapılan saldırının karşılıksız kalmayacağını ve mümkün olan en kısa zamanda İsrail’e yönelik eylem düzenleyeceklerini duyurmuştur. İsrail Ordusu ise saldırılarına ara vermeden devam etmiştir. Düzenlenen operasyonlarda daha fazla Hizbullah militanı öldürülürken, Bekaa Vadisi’ndeki mühimmat depoları da vurulmuştur. İsrail, gerçekleştirdiği askeri harekâtlarla gerekirse geniş çaplı bir savaşa hazır olduğu mesajını vermiştir. Hizbullah ise, İsrail’e yapacağı misilleme eyleminde sivillerin zarar görmemesi için acele etmemiştir. Ancak Hizbullah’ın ani saldırısının İsrail istihbaratı tarafından öğrenilmesi dikkat çekicidir. Bununla beraber, Hizbullah’ın misilleme söylemleri İsrail’i yapacağı operasyonlardan caydırmamıştır.
Hizbullah’ın 25 Ağustos’ta düzenlediği saldırıların sonucunda elde ettiği kazanımlar beklenenden uzaktır. Buna rağmen, Hizbullah lideri Nasrallah, yapılan misillemeyi yeterli görmüş ve Şükrü’nün intikamının alındığını duyurmuştur. Ayrıca, Nasrallah, eylemlerine şimdilik devam etmeyeceklerini belirterek gerilimi tırmandırmak istememiştir. Hizbullah lideri, örgütüne olumlu mesajlar vererek yapılan saldırılarda Tel Aviv civarındaki askeri ve istihbarat yerleşkelerinin vurulduğunu ifade etmiştir. Bu bağlamda Glilot Birim 8200 Karargâhı (Ordu istihbarat ve siber güvenlik merkezi) ve Ein Shemer Hava Üssü’nün vurulduğunu duyurmuştur. Ayrıca Davut Sapanı ve Demir Kubbe’ye yönelik daha etkili saldırıların gerçekleştirildiği vurgulanmıştır. Hizbullah, saldırıların ardından Dahiye’de geçit töreni düzenleyerek bu durumu kutlamıştır.
Hizbullah’ın füze ve roket saldırıları İsrail’e yönelik birtakım mesajları içermiştir. İsrail’in yaptığı operasyonların karşılıksız bırakılmayacağı eylemsel olarak gösterilmiştir. Ayrıca aktörün İsrail’in kuzeyindeki tampon bölgeyi gerekirse çatışma alanına dönüştürebilecek gücü de vardır (Görsel 1). Bu bakımdan gücünü İsrail hududuna kaydırabilme yeteneği, bölgede yaşayan İsrail vatandaşlarının tahliyesiyle doğrulanmıştır. İran ise bu durumu Hizbullah’ın büyük bir başarısı olarak görmüş ve İsrail’i topraklarını genişletme amacı taşıyan ancak her hamlesinde savunmada kalan aktör olarak tanımlamıştır. Diğer yandan, İran, gerilimin geniş bir alana yayılmasını istememektedir. Hizbullah’ın gücü her ne kadar füze saldırısı için elverişli olsa da, uzun bir zaman sürecine yayılacak olan savaşı sürdürmeye yetmeyecektir. Dolayısıyla, Hizbullah tarafından gerçekleştirilen eylemlerin caydırıcı bir sonuç vermesi beklenmemektedir.
Görsel 1: İsrail’in Stratejik Politik ve Askeri Merkezleri (Stratfor)
İsrail’in Gazze’ye operasyonları nedeniyle yoğun bir şekilde füze saldırıları gerçekleştiren Hizbullah’ın varılacak anlaşma sonrasında eylemlerini durdurabileceği değerlendirilmektedir. Bununla beraber, bu aktörün İsrail’e yönelik caydırıcı stratejisi devam edecektir. Lübnan’ın güneyindeki hâkimiyeti sayesinde, Hizbullah, İsrail’in kuzeyi için her zaman ciddi bir tehdit olarak kalacaktır. Aktörün İsrail’in revizyonist eylemlerine karşılık verme gücü zamana ve şartlara göre gelecekte savaşa dönüşebilir.
Sonuç
İsrail, özellikle yeni binyıldan itibaren revizyonist politikasını gerilimi tırmandırarak ve şiddette sınır tanımayarak devam etmektedir. Bu bağlamda ABD’yi yaptığı eylemlerine karşı en büyük destekçisi olarak görmektedir. ABD’nin yanında İngiltere, Fransa, Almanya, Ürdün ve Suudi Arabistan gibi aktörlerin de güçlü desteği vardır. ABD’nin politik, ekonomik, askeri ve hukuksal desteği İsrail’in eylem motivasyonunu ve güç kapasitesini arttırmaktadır. İsrail’in öncelikle Filistin ve Lübnan’daki aktörleri saf dışı bırakarak Vadedilmiş Topraklar ülküsüne ulaşma amacı vardır. Bu aktörlerin yenilmesinden sonra sıra yeni coğrafi hudutlarda yer alan aktörlere gelecektir. ABD ve İngiltere’nin yanında hizalanan Arap devletleri ise böyle bir bağımlılıkla tehlikenin kendilerine ulaşmayacağını hesap etmektedirler. Oysaki Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi bölgenin tamamen yeniden tasarlanması üzerine kurulmuştur. Bu girişim, halen gizli bir şekilde de yürütülmemektedir. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yer alan aktörler bir bütünlük oluşturamadığı sürece Batılı devletlerin ve onların bölgedeki temsilcisi İsrail’in hedefi olmaktan kurtulamayacaklardır. Bu bağlamda, etnik ve dini bölünmeler yalnızca girişimi ilerleten aktörlerin lehinedir. İsrail, uluslararası hukuku çiğneyerek dini motifli stratejik planını uygulamaya devam etmektedir. Karşısına onun gücünü dengeleyecek bir aktör çıkıncaya kadar hamlelerini sürdürecektir. Bütün koşullar şimdilik İsrail’in lehine gelişmektedir ve yakın zamanda bunun değişeceğine dair bir emare de görülmemektedir.
İran, kendisinin Şer Ekseni çerçevesinde Haydut Devlet kategorisine konulmasından beri çok daha büyük bir tehlikenin içindedir. Tarihsel kökleri çerçevesinde güçlü bir devlet geleneği olan bu köklü aktör, artık daha dikkatli adımlar atmak zorundadır. Kendisine biçilen role karşı Direniş Ekseni meydana getirmesi de dikkate değer bir hamledir. Aktörün Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’deki stratejisi kendisine yönelen riskin belirli bir seviyede görece dağıtılmasını sağlamıştır. Bu sayede ABD’nin projesi tek bir aktöre etkili bir şekilde uygulanabilirliğini kaybetmiştir. Ancak İran’ın Direniş Ekseni hamlesi geçici bir çözümdür. Aktöre ve vekillerine karşı, ABD, İngiltere ve İsrail tarafından doğrudan saldırılar gerçekleştirilmektedir. İran, bir yandan güç kapasitesini arttırırken, bir yandan da karşısında yer alan ittifaka karşı daha yeni hamleler bulmak zorundadır. Bu bağlamda, Rusya ve Çin’in daha güçlü desteği ile beraber, ABD, İngiltere ve İsrail’e karşı olan aktörleri yanına çekebilmelidir. Ayrıca teknolojik gelişim sayesinde mutlaka nükleer güce erişmek zorundadır. Bu durum, kurulan oyunu temelinden sarsabilir. Bütün çaba İran’ın bu güce erişememesi odağında gelişmektedir. İran, özellikle Sünni Müslüman dünyasına yönelik olarak daha olumlu ve yapıcı bir politika izlemelidir. Karşısında yer alan ittifakta daha yakın bağlar kurabileceği aktörler bölgedeki Müslüman devletlerdir. Sonuç olarak, her ne kadar ulusal gücüne karşı etkili meydan okumalar olsa da, İran, büyük bir savaşa tamamen hazır olmadan önce kendisine yönelik hassas saldırılara ancak kontrollü tepkiler vermelidir.
Lübnan denilince akıllara hemen Hizbullah gelmektedir. Yani günümüz dünyasında Lübnan ve Hizbullah iç içe geçmiş aktörlerdir. Bu durum Hizbullah’a büyük bir moral gücü sağlarken, aynı zamanda eylemlerini de dikkat çekici kılmaktadır. Hizbullah, günümüzde İsrail’e yönelik en yakın tehdittir ve bu nedenle Filistinlilerden dahi öncelikli bir risk unsurudur. Sahip olduğu silahlar ve İran tarafından sonsuz desteği Hizbullah’ın en büyük avantajlarıdır. Abbas Musavi’nin 1992 yılında öldürülmesinden sonra Hizbullah lideri olan Hasan Nasrallah’ın yönetim başarısı da dikkate değerdir. Stratejik zekâsı ve güçlü liderlik vasıfları, Nasrallah’ı, bölgedeki sözü geçen en önemli aktörlerden birisi yapmaktadır. Hizbullah liderinin 30 yılı aşan tecrübesi ve eylemsel gücü, örgütün askeri kuvvetinden bile daha önemli bir değerdir. Hizbullah’ın İsrail’e karşı verdiği mücadele Müslüman dünyasındaki en büyük moral gücüdür. Olası büyük bir savaşta İsrail’in askeri ve istihbarat merkezlerini hedef almak Hizbullah için kaçınılamaz bir stratejidir. Davut Sapanı ve Demir Kubbe gibi teknolojileri kısmen aşabilme potansiyeline erişen Hizbullah için İran’ın desteği olmadan kesin sonuç alıcı bir savaş düşünülemez. Kaldı ki, Hizbullah, tıpkı İran gibi İsrail’in müttefiklerini de hesaba katmak zorundadır. Dolayısıyla, Hizbullah sınırlı gücünü en etkili şekilde değerlendirmelidir. Hizbullah gerçekleştirdiği eylemleriyle İsrail’in revizyonist politikalarına karşı en etkili bölgesel aktördür.
Dr. Mehmet EMİR