Türk Milleti, kendisine unutturulmak istenen bir dönemin bayramı ve zafer günü olan 30 Ağustos’u, bir kez daha gurur ve sevinçle idrak ediyor.
İşte böylesine milli bir karakter taşıyan bayram gününde, bizde satır aralarında gezerek, Türk Milleti adına gerçekleri yakalayabilirmiyiz dedik...
Araştırmacı – yazar Aytunç Altındal 29 Ağustos 2013 günü Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan röportajında ilginç tespitler yapıyor. Bunlardan bazıları şunlar; “Türk halkı denen amorf yapı, zaten birçok tarihi olayın iç yüzünü bilmez... Dünyada hiçbir halk olayların iç yüzünü bilmez. Zaten bilmesi de gerekmez, halkın ilgisini çeken ya futbolcudur ya da sinema oyuncusu bilmem kimdir. Onun don giyip giymediği, kimlerle yatıp kalktığı daha önemlidir...”.
Burada hem bir aşağılama hem de bunun yanında doğru tespitler bulunmaktadır.
Aytunç Altındal; Türk Milletinin “amorf” bir yapı içinde olduğunu söylüyor. Amorf demek; şekli olmayan, biçimsiz olan, sürekliliği bulunmayan, tanımlanması zor, dağınık, belli bir düzene sahip olmayan anlamlarına geliyor. Benim bunu, Türk Milleti açısından kabul etmem mümkün değil. Ancak ne yazık ki Türk Milleti, Altındal’ın kast ettiği gibi olmasa da böyleymiş gibi bir görüntü vermektedir. Bu sebeple, Türk Milleti, içinde bulunduğu durumu iyi görmelidir...
Yine Altındal: “Ben “1980’lerde CIA, Ankara’dan İran ve Irak darbeleri düzenledi ve başkan Roosvelt’in oğlu Kermit Roosvelt Türkiye’den bu işleri yönetiyordu” diye yazdığım zaman; Türk halkı “Olmaz öyle şey” dedi ama o zamanlar MİT’deki maaşların bile CIA tarafından ödendiğini bilmiyorlardı...”. Altındal bunları 1980 için söylüyor. Ben de yazdıkça ve konuştukça “Olmaz öyle şey” tepkileri alıyorum. Bu da bize, gelişmelerin kendisinden gizlendiği anlaşılan Türk Milleti’nin, halen akıl gözünün açılmadığını gösteriyor...
30 Ağustos elbette bir zaferdir. Ancak bugün kendimize sormamız gereken sorular; “bu zaferle elde ettiklerimizi koruyup koruyamadığımız ile gelecekteki akıbetimizin ne olacağıdır”.
Bu soruları doğru cevaplayabilmeniz için, size Türkiye’nin başına gelen bazı olaylardan bahsetmek istiyorum.
Türkiye’de, 1923 ile 1950 yılına kadar muazzam bir havacılık sanayisi oluşmuştur. Hatta 1950 yılında Türk mühendis ve teknisyenlerinin yaptığı ve Danimarka’ya sattığımız THK – 5 ambulans uçağı, 1961 yılına kadar uçmuştur.
Ancak uçak ve uçak motoru fabrikamız “siz tarım ülkesisiniz” denilerek traktör ve tekstil makineleri fabrikalarına sonrada malzeme deposuna dönüştürülmüştür. Ve sonraki yıllarda bugünde devam ettiği gibi Amerika ve Avrupa’dan uçak alma yarışına girilmiştir. THY’nin büyümesi nedeni ile ABD ve Avrupa’ya ödenen milyar dolar uçak paralarını bir düşünün!
Türkiye’nin 1950 yılından sonra yön değiştirmesinde; Hilts, Baker ve Thornburg adı verilen raporların büyük etkisi vardır.
ABD Federal Kara Yolları Bürosu Genel Müdür Yardımcısı Hilts’in adını taşıyan raporda “Türkiye’nin demiryolundan vazgeçmesi ve öncelikle karayollarını yapması” telkin yada başka bir deyişle dikte edilmiştir.
Dünya Bankası yöneticisi Baker’in adını taşıyan rapor ise savaştan yeni çıkan Avrupa’nın gıda ve hammaddeye ihtiyacı olması sebebiyle, Türkiye’nin Avrupa’nın tarım deposu olacağı varsayımına yönelik olarak Türkiye’nin sanayileşmeden vazgeçerek tarıma yönelmesini emretmiştir. Sözde Türkiye, Avrupa’nın tarım ihtiyacını karşılayacak, Avrupa ise Türkiye’ye sınai mallar ihraç edecektir. Ama bu hiçbir zaman gerçekleşmemiştir. Dış ticaret açığımızın ulaştığı rakamlar korkutucudur.
Üçüncü rapor ise 1949 – 1950 yıllarında ABD Dışişleri Bakanlığı’nda petrol danışmanı olan Max Weston Thornburg’un adını taşıyan rapordur. Bu Thornburg’un 1956 yılında Başbakan Menderes’in danışmanı olduğu birçok yerde yazılmıştır. Thornburg’un başında bulunduğu heyetin raporun da “özelleştirmelerin önünün açılmasından, Sümerbank, Etibank, Karabük Demir – Çelik gibi kuruluşların satılması veya tasfiye edilmesi gerektiğinden, uçak ve uçak motoru fabrikalarının kapatılmasından” bahsedilmektedir. Ne kadar tanıdık ve bildik talepler değilmi?
Bu raporları yazan Hilts, Baker ve Thornburg’lar; tehdit ile bu raporlardaki hususların hemde Türk Milletinin aleyhine olmasına rağmen hayata geçirilmesini sağlamışlardır. Acı olan ise, Türkiye’yi yönetenlerin, bu yabancıların baskı ve tehditlerine boyun eğerek, raporlarda yazan hususları yaşama geçirmeleridir.
Soruyorum size, tarih 30 Ağustos 2013, değişen ne var?
Bu gerçekleri bilmeden ve anlamadan “Zafer Bayramı” kutlasak ne olur kutlamasak ne olur?
Millet olarak, içeriden ve dışarıdan hakarete uğruyoruz. Zafer Meydanlarında kan dökerek vatanı bize emanet eden ecdattın yüzünü kara çıkartıyoruz. Sonra da hamasetle Alparslan, Fatih, Mustafa Kemal diyoruz!
Ben hepinize söylüyorum ki; uyanık, mücadeleci, şuurlu ve gerçekten 30 Ağustos Zafer Bayramını kutlamayı hak edenlerin bayramı kutlu olsun... Diğerleri Aytunç Altındal’ın dediği gibi zaten bir şey bilmezler ve bilmeleri de gerekmez!!! Öyleyse kutlanacak bir şeyleri de yoktur.