...Dünden devam
Hatırlayınız!
Amerika’da ikiz kulelerin yerle bir edilmesiyle tırmanan terör olaylarını…
Hatırlayınız!
Yaşadığımız coğrafyada ülkemizin etrafını sinsice sarıp, sarmalayan ateş çemberini, bu ateş çemberini körükleyen emperyalizmin kirli oyunlarını…
Hatırlayınız!
Yüce dinimiz İslam’ı kullanarak, tırmanan/tırmandırılan terör olaylarının Ortadoğu ülkelerinde yaşanan/yaşatılan ‘Arap Baharı’ isimli ve BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) kaynaklı değişim rüzgârını…
Hatırlayınız!
Özellikle İslamiyet adına hareket ettiklerini açıklayan ama hiçbir şekilde İslam dini ile uzaktan yakından ilgisi olmayan icraatlarıyla, bu ülkelerde yuvalanan dinci radikal örgütlerin, bölgede estirdikleri terör rüzgârını, uyguladıkları insanlık dışı yöntemlerle yaptıkları kelle avcılıklarını…
Satırbaşlarıyla yukarıda hatırlatmaya çalıştığım, Ortadoğu’daki bu değişim/dönüşüm operasyonlarını/savaşlarını analiz ederken; ülke sınırlarımızın ötesinde yaşanan ama bizi çok yakından ilgilendiren bu önemli sürecin; bu ‘Sahte Bahar Havasının’ ülkemizi nasıl etkilediğini ve bitmeyen/bitirilmeyen uluslararası davamız, ‘’Kıbrıs Konusunda’’ hangi noktaya geldiğimizi/getirildiğimizi de yazmaya çalıştım…
Ama bu kitabımda anlatmaya çalıştığım en önemli bölümün ise:
92 yıllık ulu bir çınar olan Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurarken, bu aziz vatan toprakları uğruna omuz, omuza savaşıp, uğruna hep birlikte kan ve can verdiğimiz vatanımızda; Kürt asıllı kardeşlerimizle aramızı bozmak isteyenlerin, hangi amaca hizmet ettikleri yönünde yapmış olduğum analiz olduğuna inanıyorum.
Olayların analizini yaparken,1974 yılında ülkemizin yüksek menfaatleri uğruna ata yadigârı Kıbrıs adasında, buradaki soydaşlarımızın Rumlar tarafından topyekûn öldürülmelerini önlemek adına savaşan, savaş denen canavarı iyi tanıyan bir Kıbrıs Gazisi; aynı zamanda 41 yıldan bugüne, Kıbrıs’ta yaşanan süreci takip eden bir Kıbrıs Sevdalısı olarak, bu ada da yakın tarihimizde yaşadığım/yaşanan olayları da yazdım…
1987-1990 yılları arasında ülkemin olağanüstü hal uygulamalarının yaşandığı Diyarbakır’da 3 yıl görev yapan; bu güzel ilimizin sokaklarını, insanlarını iyi tanıyan birisi olarak gözlemlerime de yer verdim.
Diyarbakır’daki görev yıllarımda yaşadıklarımı, gözlemlerimi anlatırken; 25 yıl önce 1971-1974 yılları arasında Ağrı ve çevresinde görev yapan bir subay olarak da, her iki dönemin bölgesel mukayesesini de yaptım.
Yöre insanımızın yaşam biçimi, bölgesel ekonomisi, eğitim seviyesi, sosyal yaşantıları ama daha da önemlisi günümüzde işitilen, kimi ayrılıkçı/ayrımcı söylemlerin aksine vatan topraklarımıza ve devletimize olan bağlılıklarını anlatmaya çalıştım.
Kim ne derse, desin! Neyi, dayatırsa dayatsın!
Bu süreçte; ülkemizin birlik ve beraberliği, refahı, demokratik gelişimi, özgürlüklerin ve hukukun üstünlüğünü barındıran bir yaşam ve yönetim düzeni, en nihayetinde gelişmiş dünya ülkeleri içerisinde hak ettiği yeri alabilmesi için atan milyonlarca kalbin kırılmasına rağmen..!
Bu ülke hepimizin son yuvası, son toprak parçasıdır. Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Arap’ıyla, Çingene’siyle, Sünni’si, Alevi’siyle bu devleti; Türkiye Cumhuriyeti Devletini hep birlikte kurduk. Devletimizin kuruluş destanını, bu coğrafyaya kan ve can bedeli ödeyerek kazıdık.
Ortak dilimiz, ortak dinimiz, ortak ülkümüz, ortak geleneklerimiz, ortak göreneklerimiz ve tarihsel birikimimizle atalarımızdan yadigâr bu aziz vatan toprakları; birlik ve beraberliğimizin, bölünmez bütünlüğümüzün imzasını taşıyan misak-ı milli sınırlarıyla çevrelenmiş bu vatan bizim, hepimizin.
Dünya var olduğu sürece, bu coğrafyada adeta kan çanağından hep birlikte çıkardığımız bu devlet, sonsuza kadar yaşayacak, vatan bellediğimiz bu topraklarda; bir ve beraber olmamızın gücüyle, bugüne kadar her olumsuzluğun üstesinden nasıl geldiysek, bundan sonra da öyle gelinecektir.
Tarih sayfaları; Türk Milletinin tanımını asırlardan beri böyle yaptı, böyle anlattı. Bundan sonrada böyle yazıp, böyle belleyecektir.
Devam edecek...