Abdullâh İbn-i Zübeyr asîl bir aile’nin zâde-i necabeti bulunduğundan, Abdullâh İbn-i Ömer gibi Yezid’e biyat etmekten imtina edip Mekke’ye firar etmişti. Fakat, hilafet iddiasında bulunmamıştı. Kerbela fâciası üzerine Yezid’e karşı umûmî bir hoşnutsuzluk uyandı. Hicreti Nebeviyye’nin 63. Senesinde, Medine’li’ler ( Abdullâh İbn-i Hanzele) ye, Mekke’li’ler de ( Abdullâh İbn-i Zübeyr) e biyat ettiler. Yezid Müslim İbn-i Ukbe kumandasında gönderilen bir ordu ibtida Medine’ye hücum edip târih’in kaydettiği ( Here fâciası) nı irtikab, mühacirlerden ve ensar’dan pekçok zatın kanını akıttıktan sonra Mekke’ye doğruldu. Yolda Müslim hastalandığından 8 Husayn İbn-i Nümeyr) kumandasına giren bu ordu Mekke’yi muhasara etti. Harem-i Şerif’te mukatele ( vuruşma) yasak olmasına rağmen, Harem’i hetk( devirmek ve kan dökmek) Ka’betü’llâh mancık’larla taş yağmuruna tutuldu. Yağlı fitiller atıldı. Beyt-i Şerif’in üstündeki kisve tutuşup yandığı gibi, Beyt’in sakfına( çatısına) sirayet edip yakmıştı. Duvar taşlarından bir kısmı çatlamış ve yerinden oynamıştı.
Sahih-i Müslim’de ( Ka’be’nin yıkılıp bina edilmesi) unvanlı bir babında Mekke’nin büyük imamı Atâ’ İbn-i Ebî Rebah’tan r7ivayet olunduğuna göre, Abdullâh İbn-i Zübeyr radiya’llâhu anhüma bu yakılmış, yıkılmış Ka’be’yi Hac Mevsiminde hacılar gelinceye kadar bu harab halinde bıraktı. Maksadı, hacıları tehyic( tahrik) etmekti. Hacı’lar gelince bunlara: - Ey insanlar! Bana ka’be hakkındaki fikirlerinizi söyleyin! Bu Ka’be’yi yıkıp yeniden mi yapayım, yoksa harab olmuş yerlerini ıslah mı edeyim? Diye sordu. Abdulâh İbn-i Abbas : - Benim kanaatime göre, harabe hale gelmiş yerlyer ıslah edilmeli ve üstünde bi’set-i Muhammediyye’nin mukaddes hatırası bulunan ve bütün müslümanların hürmetini taşıyan Beyt-i Muzzamı ve bu Beyt’in her taşını, o ebedî hatıralarla başbaşa bırakılmalıdır,” dedi. İbn-i Zübeyr bunun üzerine : - Fakat, birinizin evi yansa , o yanmış evini yenilemeden rahat edemez. Rabbi’mizin Beyt’i ‘nin bu halde kalmasına nasıl razî olursunuz? Biaen aley ben Rabbim’den üç def’a istihare edeceğim. Ondan sonra işime bakacağım,” diye cevap verdi. Üç gün sonra da Ka’be’yi yıkıp yeniden yapmaya azm etti. Fakat halk ilk önce, Ka’be’nin üstüne çıkıp da yıkmaya başlayana semâvî bir belâ inmesinden korkuyordu. Nihayet, bir adam çıkıp bir taş kopararak aşağıya yuvarladı. Halk bu adama bir şeyler isabet etmediğini görünce mütevâliyen ( peş peşe), bunlar da yıkmaya başladılar ve duvarları yere kadar indirdiler. Kıble’nin zahirî şeklini muhafaza maksadıyla İbn-i Zübeyr Ka’be’nin etrafına direkler diktirip bunları örtlerle kapladı. Ve bunları bina yükselinceye kadar durdurdu. İbn-i Zübeyr bu muazzam işe teşebbüs etmek için Hazreti Aişe hadisine istinad ettiğini bildirerek dedi ki: - Ben Aişe radiya’llâhu anha’dan işittim, demişti ki: “ Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem, “ Nâs yeni müslüman olup da zamanı küfre yakın olmasalardı, bir de binâ masrafına yetecek para bulunsaydı, ( Hıcr) den beş zirâ’ MİKTARI BİR YERİ Ka’be’ye ilâve ederdim. Ve nâs’ın birinden girip diğerinden çıkacağı iki kapı yapardım,” buyurdu. Ben bugün sarf edecek parayı buluyorum. Nâs’ın irtidad ve i’tirazından da korkmuyorum.
Râvî Atâ’ İbn-i Rebâh der ki: - İbn-i Zübeyr, Hıcr sahasından biiiiiiiieş zirâ’ lık bir yeri Ka’be’ye ilâve etti. – Buhârî’nin rivâyetine göre, râvî, Cerir İbn-i Hâzm tarafından Hıcr den Beyt’e dahil edilen kısmın altı zirâ’ olduğu bildirilmiştir.- Temelleri de İbrhim aleyhisselâm’ın esâsına kadar açtırıp herkes tarafından esâs-ı İbrahim görüldükten sonra bunun üzerine binayı kondurdu. Evvelce Ka’be’nin yüksekliği 18 zirâ’ idi. Ka’be’nin arzı genişleyince yüksekliği kısa görünmeye başladı, uzunluğuna on zirâ’ daha ilâve etti . Biri girilmek öbürü çıkılmak üzere iki kapı yaptırdı. Bu kahpıları da binâ-i İbrahim aleyhisselâm’da olduğu gibi, zemien seviuyesine indirdi. Halbuki, Kureyş herkesin girmesine mâni olmak için Beyt’in kapılarını yükseltmişlerdi.
Abdullâh İbn-i Zübeyr, Sahâbî oğlu Sahâbî’dir. Pederi Zübeyr İbnü’l-Avvâm Aşere-i Mübeşşere’dendir. Vâlidesi, Zâtü’n- Nitâkayn Esma Bint-i Ebû Bekr radiya’llâhu anhüma’dır. Babasının anası “ Safiyye” de Resûl-i Ekrem’in halasıdır. Hicreti Seniyye’den sonra, Medine’de mühacir aileler içinde ilk doğan çocuk Abdullâh İbn-i Zübeyr dir. Yahûdî’ler, “ Biz mühacirlere sihr’ettik, bunlar arasında tenasül ve doğumlar kesilmiştir,” diyorlardı. Abdullâh’ın doğumu, yahûdî’ lerin bu iddiasını fi’î’len, tekzib ettiğinden doğumu, müslümanlar için ziyade sevinci mucib olmuştu.Resûl-i Ekrem Efendimiz, yeni doğan Abdullah için, Hurmayı iğnemiş, çiğnediği hurmayı Abdullah’ın ağızına da çalmıştı. Ve kendisini dedesi, Ebû Bekr ile künyelemişti.
Abdullâh İbn-i Zübeyr böylesine asîl bir zât olmakla birlikte son derece takva ve şecaat sahibi birisiydi. Bu hususta me’hazimiz olan Süyûtî’nin tarih-i Hulefâ’ sında pekçok menkıbesi yazılmışqtır.
Abdullâh İbn-i Zübeyr’in böyle zâtî ve âilevî fazilet ve meziyyetlerinde dolayı, Hicaz, Yemen, Irak, Horasan halkı tamâmen kendisine tabi’ oldu. Öbür tarafta, Yezid’in oğlu, küçük Muaviye’ye de, Şm ve Mısır halkı biy’at etmişti. Az bir müddet sonra, bu Muaviye İbn-i Yezid’in vefatı üzerine Şam ve Mısır halkı da İbn-i Zübeyr’e biy’at ettiler. Fakat, Mervan İbn-i Hakem türeyip, Şam’ı Mısır’ı zabdetmiştir. Bu cihetle Zehebî gibi, pekçok ehl-i ilme göre, Mervan, mü’minlerin emîr’lerinde sayılmamıştır. Abdülmelîk’in hilafeti de cak, Abdullah İbn-i Zübeyr’in şehid edilmesinden sonra mu’teberdir ki, ( 73) Hicrî, târihine tesâdüf etmektedir...