Kâinat bir kitap gibidir. Bu kâinat kitabının tek tek bütün harfleri, bütün noktaları, birleşik hâl ve terkipleriyle; Kâtibinin varlığını ve O’nun bir olduğunu gösteriyor.
Birer harf ve harflerden meydana gelen kelime ve cümleler hükmünde olan her bir varlığın kendileri; kendilerine has dilleri ile, kâtibini / müellifini / yazanını; yani Yaratanını;
“Hiçbir şey yoktur ki, O’nu hamd ile tespih etmesin (zikredip anmasın).” (İsra: 44) anlamındaki âyeti tilâvet ediyor / okuyor.
Kâinatın bütün zerreleri / atomları, birer birer zat ve sıfatları ve diğer yüz ve yönleriyle, hadsiz imkânlar arasında tereddüt içinde iken, birden bire bir ciheti takip etmeleri, belli bir sıfatla sıfatlanıp, hususiyet kazanmaları, özel ve kendine has bir keyfiyet ve özellik kazanıp vasıflanmaları; hayret verici, çeşitli hikmet ve amaçları netice verdiğinden; her şeyi yaratan Allah’ın varlığının gerekli olduğuna, olmazsa olmazlığına şehadet etmektedir.
Gaybî / görünmeyen ve bilinmeyen âlemlerin örneği olan İlahî hakikatlerin hissedilmesine ve manevî zevklerin alınmasına yarayan his ve duyguları; içlerinde barındıran Rabbanî lâtifeler; san’atla yaratan Allah’ı ilân eden iman kandilini ışıklandırıyorlar.
Evet, “Allah’a giden yollar mahlûkatın nefesleri adedincedir.” hükmü hakikattir. Mübalâğa değil.
Buna rağmen “Neden aklıyla herkes göremiyor?” diye sorulacak olursa, deriz ki:
“Apaçık ve mükemmel bir şekilde kendilerini göstermelerinden ve zıtlarının yokluğundan ötürü.”
Tıpkı balığın su içinde suyu görememesi gibi. Çünkü her taraf sudur. Suyun zuhurunun şiddetinden, balık suyu göremez. Nitekim çıplak gözle, gözünü güneşe dikenin; güneşin zuhurunun / meydanda oluşunun şiddetinden, gözünün kör olması gibi.
Kâinat kitabının genelinde, öyle parlak bir nizam var ki, Nazzamı / Düzenleyeni güneş gibi içinde tecellî ettiriyor. Çünkü her kelimesi, her harfi / canlı cansız her varlığı; birer kudret mucizesidir. Bu kâinat kitabının te’lîfi / yazılmasında, öyle bir mucizelik var ki, bütün tabiattaki sebepler; farz-ı muhal muktedir birer fail-i muhtar / kendi istek ve iradeleriyle iş görenler bile olsa; yine tam bir âcizlik ile, o mucize oluşa karşı ancak secdeye varırlar.
Zira her bir kelimesi, bütün kelimelerle / canlı cansız tüm varlıklarla münasebet içindedir. Özellikle hayat sahibi her bir harfin; yani her bir varlığın, diğer bütün varlıklara yönelik birer yüzü, bakan birer gözü vardır. İşte böyle olan kâinat kitabının harflerinde; birbirlerine karşı öyle ölçülü, birbirine dayanışmalı bir iç içeliği vardır ki, bir noktayı yerinde icat etmek için, bütün kâinatı icat edecek sonsuz bir kudret lâzımdır.
Demek, sivrisineğin gözünü yaratan, güneşi dahi o yaratmıştır. Yoksa uyum olmaz, sivrisinek göremezdi. Bunun gibi, pirenin midesini tanzim eden, güneş sistemini de o tanzim etmiş ve düzenlemiştir. Yoksa uyumsuzluktan pirenin midesi iş göremez, pire hayat bulamazdı.
Şu kitabın bir noktası olan mikroskobik mikroplar ki, kâinatın küçültülmüş örneğidirler. Ancak büyültüldükten sonra görünürler. İşte kâinat sayfasına bunu yazan; bütün kâinatı dahi o yazmıştır.
Şu küçücük hayvancıklarda bile görülen harikalıkların; doğal, cansız ve basit sebeplerden ileri geldiğini kimse iddia edemez ve etmemeli.
Eğer, her bir zerrede filozof şuuru, doktor hikmeti, hâkim ve devlet adamı siyaseti bulunduğuna ve her bir zerrenin diğer zerreler / atomlar ile vasıtasız haberleştiğine inanılırsa, olup biten her şeyin; sadece zahirî sebeplerden ileri geldiğine hükmolunabilir.
Oysa, o hayat sahibi varlıklarda; öyle bir kudret mucizesi, hikmet harikası var ki, ancak tüm kâinatın bütün işlerini icat ve tanzim eden bir Sâni’in san’at eseri olabilir.
Yoksa bütün bunlar kör ve basit imkân görüntüsü verenlerin atacakları adımlarla, olacak şeyler değil. Tabiattaki sebeplerden meydana gelmiş olamazlar. Elbette sebepler bir gerçek. Ama insanın elinde kullanılan âletler misali. Özellikle tabiattaki sebeplerin en önemli esası hükmünde olan, en küçük parçalardaki, birbirlerini çekme ve itme kuvvetinin üzerinde, bir imkânsızlık damgası var. Evet, her bir şeyin esası zannettikleri; çekim ve itme kuvveti, hareket, kuvvet ve duygular gibi işler; yaratılış kanunlarının birer isimlerinden başka bir şey değiller.