Giriş
Almanya, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Birleşik Krallık (İngiltere), İtalya, Fransa, Japonya ve Kanada olmak üzere, dünyanın başlıca 7 ülkesi ve ekonomisinin kendi aralarında kurduğu uluslararası bir birlik durumundaki G-7 (Group of Seven), 2024 yılında düzenlenen 50. Zirvesi’ni, dönem başkanı ülke olan İtalya’nın ve kadın Başbakanı Giorgia Meloni’nin ev sahipliğinde gerçekleştirmiştir.
Avrupa Birliği’ni de bünyesinde temsilci üye sıfatıyla barındıran G-7, Birlik olarak dünyadaki net küresel zenginliğin neredeyse yarısına yakın bir bölümüne sahip olmasının yanı sıra, üyesi ülkelerin iktisadi yönde gelişmiş ülkeler olarak nitelenen güçlü devletler olması bakımından, sosyoekonomik perspektifte önem arz eden ve prestijli bir uluslararası diplomatik topluluktur.
Bu yıl 50.’si düzenlenen G-7 Zirvesi, 13-15 Haziran 2024 tarihleri arasında İtalya’nın Apulia kentinin Fasano kentindeki Borgo Egnezia’da yapılmıştır. Buluşmada, G-7’yi oluşturan üye ülkelerin liderleri ile Avrupa Birliği temsilcileri, organizasyona daimi katılım sağlamışlardır. Bu sürekli katılımcıların haricinde ise, G-7 Zirvesi’ne Türkiye, Cezayir, Arjantin, Brezilya, Hindistan, Ürdün, Kenya (Afrika Birliği’ni temsilen), Moritanya, Tunus, Ukrayna ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin devlet başkanları ile Katolik Kilisesi’nin Ruhani lideri ve Vatikan devletinin Devlet Başkanı Papa Franciscus zirveye özel katılımcı sıfatıyla davet edilmişlerdir.
Bütün bu olgulardan hareketle, bu makale çalışmasında, G-7 Zirvesi’ne özel katılımcı sıfatıyla davet edilen dünya liderlerinden biri olan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın buluşma özelindeki uluslararası diplomatik temasları ele alınacaktır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın G-7 Zirvesi’ne Davet Edilmesinin Türkiye Açısından Anlam ve Önemi
Türkiye Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın düzenlenen bu zirveye olağanüstü şekilde davet edilmesi, her şeyden önce Batılı ülkeler perspektifinden analiz edildiğinde, Türkiye’nin kritik uluslararası meseleler özelinde kendilerine önemli bir partner olma özelliği taşıyan bir devlet olduğunu bir kez daha kanıtlamış, ülkemizin Rusya-Ukrayna Savaşı’nda oluşumuna aracılık ettiği Tahıl Koridoru’nda da gözlemlenebilen “bölgesel oyun kurucu” rolünü tescil etmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti açısından G-7 Zirvesi değerlendirildiğinde ise, bu süreç, öncelikli olarak, ülke ekonomisinin özellikle son yıllarda kötü seyri paralelinde, ikili ilişkilerin güçlendirilmesi ve uluslararası arenadaki potansiyel iş birliklerinin geliştirilmesi düzleminde okunabilecektir. Bu tür organizasyonlara katılım, Türk dış politikası ve Türkiye ekonomisi yönünden elzemdir. Dolayısıyla, dış politik meselelerde Türkiye anahtar roller üstlenebilen bir konumda bulunurken, Türkiye yönünden de G-7 ülkeleri, ekonomik ve ticari ilişkiler bağlamında önem taşımaktadır.
Ek olarak, Türkiye ile ikili ilişkileri ve stratejik ortaklıkları özellikle son dönemlerde güçlenen İtalya’ya ve kadın Başbakanı Giorgia Meloni’ye de ayrıca bir parantez açmak gerekmektedir ki, Başbakan Sn. Meloni, Sn. Erdoğan’ın bu Zirve’ye davet edilmesinde önemli pay sahibidir. Aşırı sağcı bir politikacı olarak dikkatleri üzerine çeken Giorgia Meloni, özellikle Akdeniz özelinde Türkiye Cumhuriyeti ile yapıcı diyalogları geliştirme yanlısı bir siyaset izlemektedir
.G-7 Yüksek Düzeyli Oturumu’na katılan Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan, zirveye katılım sağlayan diğer ülke liderleriyle yoğun bir şekilde diplomatik temaslarda bulunmuştur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan G-7 Zirvesi’nde “Gazze’de Barışa Destek” Çağrısı Yaptı…
Sn. Cumhurbaşkanımız, başta İslam Dünyası olmak üzere, uluslararası kamuoyuna Gazze’de yaşananlar konusunda acilen barış çağrısında bulunmuş ve bölgedeki savaşın ve her türlü çatışmaların hemen durdurulması bağlamında “kalıcı bir ateşkesin ilan edilmesini” önermiştir. Ancak G-7 Zirvesi’nin sonundaki sonuç bildirgesinde, Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın insan hakları temelindeki bu barışçıl çağrısına karşın, “İsrail Devleti’ne verilen desteğin süreceği” ve “İsrail’in kendisini meşru olarak savunan bir ülke olduğu” deklare edilmiş, ayrıca “İsrail’in bu savunmayı uygularken uluslararası hukuka uygun davranması gerektiği” belirtilmiştir. Bildirgede, “savaşın ve çatışmaların sonlandırılması gerektiği” ise ironik şekilde ifade edilmiştir. ABD Başkanı Joe Biden’ın Gazze ile ilgili ateşkes önerisine destek verilen bildiride, yapılan barış çağrıları ise İsrail Devleti savunularak geliştirilmiş ve genel olarak, sözde kalmıştır. Dolayısıyla , G-7 Zirvesi Sonuç Bildirgesi’nde Gazze konusunda ikircikli bir tutum sergilenmiş, elbette bu da Türkiye’miz ve dünya barışını savunan kesimleri tatmin etmemiştir.
Sn. Erdoğan’ın G-7 Zirvesi dönüşünde gazetecilere verdiği demeç ve bir sosyal medya paylaşımı da kalıcı bir barışın tesis edilmesi ile ilgili bu tatminsizliğin dışa vurumudur. Sonuç olarak, halen İsrail Devleti Filistinlilere zulüm uygulamaya içerisinde bulunduğumuz bu Mübarek Kurban Bayramı günlerinde de devam etmekte ve Müslümanlara kan ve gözyaşı döktürmektedir. Ayrıca Zirve sırasında İtalya’da “Gazze’de Barışa Destek” protestoları da gerçekleştirilmiştir.
Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın G-7 Zirvesi’ndeki Temasları
Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan, konuşmacı olarak yer aldığı “Afrika ve Akdeniz” ile “Yapay Zekâ ve Enerji” konulu oturumlara katılmadan hemen önce ABD Başkanı Joe Biden ile ayaküstü bir konuşma gerçekleştirmiş, ardından aynı ikili oturum esnasında da birbirleriyle sohbet etme imkânı bulmuşlardır. Hatta iki lider, Zirve’de, oturma düzeni gereği yan yana bulunmuşlardır. Ancak özellikle Gazze’de kalıcı barışın sağlanması konusundan ziyade, ikili arasında G-7 Zirvesi’nde ABD’de gerçekleştirilecek başkanlık seçimlerinin gündeme geldiği ve ABD Başkanı Sn. Joe Biden ile Sn. Erdoğan arasında herhangi bir Gazze mutabakatının oluşmadığı net olarak ifade edilebilir. Daha sonrasında, Sn. Erdoğan, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile yan yana gelmiş ve ikili lider şen şakrak bir biçimde sohbet gerçekleştirmişlerdir. Ardından Vatikan Devlet Başkanı ve Katoliklerin Ruhani lideri Papa Franciscus ile diyaloglar eşliğinde kameralara samimi görüntüler veren Sn. Erdoğan, Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva, Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülmecid Tebbun, Ürdün Kralı 2. Abdullah ve Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Charles Michel ile de çeşitli görüşmeler gerçekleştirmiştir. Erdoğan’ın en sıcak diyaloglarını ise Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Devlet Başkanı Muhammed Bin Zayed Al Nahyan ile el ele tutuşmuş bir şekilde konuşarak yaşadığı gözlenmiştir. Erdoğan, OECD-Organization for Economic Co-operation and Development (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) Genel Sekreteri Mathias Cormann ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği görevini yürüten Antonio Guterres ile de, ayaküstü görüşme fırsatı yakalamıştır.
Medyadaki haberlere yansıdığı kadarıyla, Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva ile Gazze meselesini detaylı olarak görüşen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “İsrail Devleti’nin yalnızlaştığını ve İsrail Devlet’ine yönelik olarak yürütülen baskının sürdürülmesinin gerekliliğini” kaydetti. Ayrıca, bu ikili görüşmede, Türkiye ile Brezilya arasındaki ikili ilişkiler de değerlendirilmiştir. Bu Zirve’de de anlaşıldığı üzere, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Müslüman halklar ve devletlerin sorunlarına sahip çıkan lider olarak dünya siyasetinde sivrilmeyi ve Türkiye’yi G-7 Zirvesi’ne damga vuran bir ülke haline getirmeyi başarmıştır. Ancak elbette, bu durumun Türkiye’ye henüz kalıcı bir fayda (BM Güvenlik Konseyi üyeliği, İslami sermaye desteğiyle ekonomik kalkınma vs.) sağladığını iddia etmek zordur.
Sonuç
Sonuç olarak, Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın G-7 Zirvesi’ne davet edilmesi ve bu önemli organizasyonun etkinliğine Dışişleri Bakanı Sn. Hakan Fidan ile birlikte katılım sağlamaları, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Avrupa ve genel olarak Batılı ülkeler ile Türkiye’nin ilişkilerini geliştirebilmeleri yönünden önemli bir adım olarak değerlendirilebilir.
Ayrıca, düzenlenen G-7 Zirvesi’ne katılım sağlanması, Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın son dönem Türkiye iç siyasetinde gerçekleştirmeye çalıştığı ve sinyallerini verdiği yumuşama sürecinin dış politik düzleme önemli bir yansıması olarak da, nitelendirilebilir. Dolayısıyla, Ankara, Avrupa ülkeleriyle mevcut ilişkilerini -ki her ne kadar AB’ye üyelik durumu şu an itibarıyla deyim yerindeyse rafa kalkmış gözükse de- ekonominin de etkisiyle, 2000’li senelerde AK Parti’nin izlediği politikaya benzer şekilde geliştirmeyi planlamaktadır.
Ancak buna karşın, Ankara’nın, sıklıkla Amerika Birleşik Devletleri-İsrail ittifakı üzerinden politik tutum geliştiren Batı ekseni ile öncelikle Gazze-Filistin konusu başta olmak üzere; terör örgütleriyle mücadele, Suriye, savunma sistemleri, Doğu Akdeniz, Kıbrıs meselesi gibi çeşitli kritik konu başlıklarında uzlaşabilmesi de günümüz konjonktüründe hiç de kolay değildir.
Cumhur Kartal YILDIZ