... dünden devam
Tarihin derinliklerinde kalan öylesine olaylar vardır ki, bu olaylar insanlık tarihinde kimi milletlere ders verir. O nedenle bundan 40 yıl önce bizzat yaşadığım o insanlık dersini kitabımın bu bölümünde anlatarak, tarihe bir not düşmek istiyorum:
Bu dersin adı; 'Türk Milletinin âli cenaplığıdır', 'Türk insanının üstün niteliğidir'. Çünkü yaşadığım bu olay, insan olabilmenin en çarpıcı örneğidir. Hem de yıllar öncesinde 1963'ün o kanlı noel gecesi ve sonrası yıllarda sadece Türk oldukları için öldürülen, binlerce insanımıza kıyanlara, insanlığın ne demek olduğunu unutan Rumlara ders olması için!
Şimdi 40 yıl öncesine, 14 Ağustos 1974 gününe dönelim. Yaşanmış tarih sayfalarını aralayalım ve yaşanan o olayı hatırlayalım:
Aşağıda okuyacağınız ve tüm insanlığa ibret olması gereken bu olay; o dönemde Miamilya adıyla anılan Rum köyünün hemen güneyinde, sanayi bölgesine yakın domuz mandıraları bölgesinde yaşanmıştır. (Bu köyün adı; 1974 Kıbrıs Barış Harekâtından sonra, benim önerim üzerine, bu bölgeye taarruz ederek ele geçiren Kahraman 230'ncu Alayın 2'nci Taburunda görevli Şehidimiz Er Mahmut Haspolat'ın soyadını koyarak, Mehmetçiğimizin adını ölümsüzleştirdim. Bk. Harekatta görev alan bir bölük komutanının kaleminden Kıbrıs / 20 Temmuz 1974 / ve Sonrası Unutanlar, Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız Otopsi Yayınları - 2006)
2011 yılında da yıllar önce adını koyduğum bu köyümüze, 1974'te birlikte savaştığımız Teğmen Fikret Gökçe ile birlikte, (ki heykeli, bizzat Gazi Kardeşim Fikret, Türkiye'de kendi çabası ile yaptırmış, askeri uçakla adaya naklini de, o sağlamıştır.) dönemin Güvenlik Kuvvetleri Komutanı Tümgeneral Sn. Mehmet Daysal'ın K.T.B.K. (Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanı) Korgeneral Sn. Adem Hududi'nin ve yerel yöneticilerin de desteği ile "Mehmetçik"anıtı yaptırmıştık…) (Kaynakça: 5)
İşteSavaşın içinde, o zaman kesitinde yaşanan gerçekler:
"Kıbrıs'ta 14 Ağustos 1974'te gerçekleştirilen 2'nci harekâtın ilk saatlerinden beri civar köylerden kaçan ve araziye dağılmış olan Rum Milli Muhafız Askerleri, onlara komuta eden Yunanlı subaylar, sivil Rum milisler; Lefkoşa Rum kesimine geçebilmek için bizim ele geçirdiğimiz bölgeden geçmek zorundaydılar. Böyle olunca da pek çoğu birliklerimize esir düşüyorlardı. Bunların çoğunluğu yaşlılar, kadın ve çocuklardı. İçlerinde emzikli bebekler dahi bulunuyordu…
Yine grup, grup esirlerin getirildiği bir andı! Yaşlı bir karı, koca, 2-3 yaşlarında bir kız çocuğu ve genç kızdan oluşan 4 kişilik bir Rum aileyi toplayan askerlerimiz, bu grupla birlikte tabur karargâhımızın bulunduğu yere doğru yaklaşıyordu. Gelen bu grup içindeki o küçücük Rum kızı bir an gözüme ilişti!
Aman Allahım! Türkiye'de bıraktığım kızım Ebuş'uma ne kadar çok benziyordu, aynı yaştaydılar sanki. Ben bu duygu seline kapılmışken, bu aileyi bulunduğumuz yere ve tam benim önüme getirdiler. O küçücük Rum kız çocuğu sanki kendilerine bir şey yapılacakmış ve bu emri de ben verecekmişim gibi iki elini de havaya kaldırmış bir şekilde bana dönerek;
'No, noooo! Help, help diyerek bağırmaya ve ağlamaya başlamıştı!
Bir an kahroldum, ne yapacağımı şaşırmıştım! Küçücük çocuğa ne yapılabilirdi ki? Karşımda duran, bulunduğumuz bölgeye toparlanan yaşlılara, kadınlara, hamile annelere, kucağında emzikli bebekleri olan annelere, gencecik insanlara ne yapabilirdik? Onlar, bize kurşun sıkan Rum askerleri değildi ki! Onlar çaresizce hayata tutunmaya çalışan sivil halktı. Onlar Türk askerine teslim olmuş, aman dileyen çaresiz sivillerdi.
Devamı yarın...