Hat sanatı yani güzel yazı yazma sanatı denilince Arap harfleri çevresinde oluşmuş güzel yazı sanatı akla gelir.
Bu sanat Arap harflerinin 6.-10. yüzyıllar arasında geçirdiği uzunca bir gelişme döneminden sonra ortaya çıkmıştır.
Türkler, Müslüman olduktan ve Arap alfabesini benimsedikten sonra uzun bir süre hat sanatına herhangi bir katkıda bulunmamışlardır.
Türkler hat sanatıyla ilgilenmeye başladılar ve bu alanda en parlak dönemlerini de Osmanlılar zamanında yaşamışlardı.
Türk hat sanatının kurucusu sayılan Şeyh Hamdullah'ın üslup ve anlayışı 17. yüzyıla kadar sürmüştü.
Hafız Osman (1642-98) Arap yazısına estetik bakımdan en olgun biçimini kazandırmıştı.
Bu tarihten sonra yetişen hattatların hepsi Hafız Osman'ı izlemişlerdir.
Türk hat sanatı 19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başlarında da parlaklığını sürdürdü, ama 1928'de Arap alfabesinden Latin alfabesine geçilince yaygın bir sanat olmaktan çıkıp yalnızca belirli eğitim kurumlarında öğretilen geleneksel bir sanat durumuna geldi.
Hat sanatında yazılar büyüklüklerine göre de farklı adlarla anılırdı. Duvarlara asılan levhalarda, cami, türbe gibi dini yapılardaki kuşak ve kubbe yazılarında, her tür yazıtta kullanılan ve uzaktan okunabilen yazılara iri anlamında celi adı verilirdi.
Hat sanatında da yazının temel aracı kalemdir.
Hat sanatında kalem olarak daha çok kamış kullanılırdı. Kamışın ucu yazılacak yazının kalınlığına göre makta denilen sert maddelerden yapılmış altlığın üstünde eğik olarak tutulur ve kalemtıraş olarak adlandırılan özel bir bıçakla yontulurdu.
Celi yazılar ise ağaçtan yapılmış kalın uçlu kalemlerle yazılırdı.Çok ince yazılar için madeni uçlar da kullanılmıştır.
Hat sanatında kullanılan mürekkep de özel olarak hazırlanırdı. Yağlı isin çeşitli katkı maddeleriyle karıştırılmasıyla elde edilen bu mürekkep akıcı biçimde yazı yazmayı sağlar, yanlış yazma durumunda da kolayca silinirdi.
Hat sanatında kullanılan kâğıtlar da özeldi. Mürekkebi emip dağıtmaması, kaleme akıcılık sağlaması için kâğıtlar ahar denilen bir maddeyle saydamlaştırılırdı.
Hat sanatıyla uğraşan kişiye “güzel yazı yazan sanatçı” anlamına gelen “hattat” adı verilir.
Hattatlar yüzyıllar boyu usta-çırak ilişkisi içinde yetişmişlerdir.
Hat sanatını öğrenmeye heveslenen kişi bir hattattan ders alırdı.
Başlangıçta alıştırma niteliğinde çalışmalara dayanan ve “meşk” adı verilen bu dersler tek tek harflerin yazılışının öğrenilmesiyle başlar, harflerin birleşme biçimleriyle, sözcüklerin ve tümcelerin yazılış tarzlarının öğrenilmesiyle sürerdi.
Ortalama üç beş yıl kadar süren bu eğitimin sonunda hattat adayı iki ya da üç hattatın önünde yazı yazarak bir çeşit sınav verirdi.
Hattatlar bu yazıyı beğenirlerse altına imzalarını koyarlardı.
Buna, başarı ya da izin belgesi anlamına gelen “icazetname” adı verilirdi. İcazetname almamış kişi hattat sayılmaz, dolayısıyla yazdığı bir yazının altına adını koyamazdı.
Hat sanatı güzel yazı yazma sanatıdır.İslam sanatı olarak önce doğu ülkelerinde benimsenen bir sanat koludur.
Kur’an-ı Kerim’in kitap haline getirilmesinden sonra pek çok sanatkâr, Hat sanatı ile ilgilenmiştir.
Osmanlı Devleti’nde yetişen hat sanatkârlarından en başta geleni, Amasyalı Şeyh Hamdullah’tır.Şeyh Hamdullah’ın ortaya koyduğu Divani, Celi Divani, Siyakat gibi yazı türleri beşyüz yıl süreyle kendinden sonra gelenlere örnek olmuştur.Şeyh Hamdullah bin kadar En’am ve dua kitabı ile 47 adet el yazması Kur’an yazmıştır.
Süleymaniye Camii’nin yazılarını işleyen, ayrıca Hırka-i Saadet için büyük boy Kur’an-ı Kerim yazan Ahmet Karahisari isimli hattat da Şeyh Hamdullah ile aynı dönemde yaşamıştır.Şeyh Hamdullah’tan 150 yıl sonra yaşayan Hafız Osman’ın açtığı Hat Sanatı ile ilgili okul, tüm Müslüman ülkelerde ün yapmıştır .
Padişah tuğralarını yapan ünlü hattat Mustafa da büyük bir hattattır.
Mahmut Celaleddin, Yesarizade Mustafa İzzet, Sami Bey gibi büyük hattatlar, güzel süslemeler yapmışlardır.
Hattın en küçük örneğine hürde (küçük), gubari (toz kadar küçük yazı) veya hafi (gizli) adı verilir.
Hürde yazı ile yazılan eserler çok azdır.
Fatiha Sûresini pirinç tanesi üzerine yazan hattatlar vardır.
Osmanlılarda hattatlık belli kurallara göre yapılmaktaydı.
Hat öğrenmeye mahalle mektebinde başlanır, çocukların kabiliyetleri rika, sülüs, nesih gibi çeşitli yazılar yazdırılarak geliştirilirdi.Öğrencileri yetiştiren hattatların izni olmadan yetişen hiçbir öğrenci eserinin altına imza atamazdı.
Bu izne İcazetname denirdi.
Bir öğrencinin icazetname alabilmesi İçin camide icazet merasimi yapılırdı.
Bu merasimde yeni hattatın yazısı, hat üstatlarından meydana gelen bir hat jürisine sunulurdu.
Bu hattatlardan bazıları, asıl hocanın izin yazısının yanında kendilerine ayrılan yerde, ayrı ayrı bu icazeti onaylarlar ve yeni meslektaşlarını tebrik ettiklerini bildirirlerdi.
Bunlara Arapça yazı yazdırırlardı. Buna “icazet tasdiki” denirdi.31 Mayıs 1914’de hattat yetiştirmek amacıyla Medreset’ül -Hattatin adında bir okul açılmış ve medreselerin kapatılmasıyla Hattat Mektebi adıyla faaliyet gösteren bu kuruluş, 1928 yılında yeni harflerin kabulü ile birlikte öğretimine son vermiştir.
Hoşça kalınız.