Bilal Çetin / Adalet Bakanlığı Yüksek Müşaviri
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Yeni Adli Yıl Açılışı dolayısıyla Yargıtay’da düzenlenen törende yaptığı konuşmada yeni anayasa konusuna temas etti:
“Milletimize vaadimiz olan birinci sınıf demokrasi, birinci sınıf ekonomi ve birinci sınıf özgürlüklerin tamamlayıcısı, birinci sınıf anayasa olacaktır. Türkiye Yüzyılı vizyonumuz, böyle bir anayasayla daha güçlenecektir. Bunun için 85 milyonun tamamının sahipleneceği ve ‘İşte benim anayasam’ diyerek baş tacı edeceği bir metni, artık milletin takdirine sunmamız gerekiyor.”
Bugün takvim yaprakları 12 Eylül tarihini gösteriyor. Türk demokrasi tarihinin “kara lekeleri”nden biri olan 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nin üzerinden tam 43 yıl geçti. 12 Ekim 1982 tarihinde kabul edilen 1982 Anayasası ise 41 yıldır yürürlükte.
Bugüne kadar geçen 41 yılda her siyasi parti, her sivil toplum örgütü, yeni bir anayasanın Türkiye’nin ihtiyacı olduğunu, milletimiz için gereklilik olduğunu ifade etti, vadetti ve etmeye devam ediyor. 14 Mayıs seçimleri öncesinde hem Cumhur İttifakı hem de Millet İttifakı’nı oluşturan siyasi partiler yeni anayasaya yönelik vaat ve önerilerini kamuoyu ile paylaştılar.
Türkiye’nin demokratik, sivil, özgürlükçü ve yeni bir anayasaya olan ihtiyacı artık tartışılmaz bir konu haline gelmiştir. 14 Mayıs seçimlerinin ardından oluşan ve Türkiye’deki siyasi partilerin büyük çoğunluğunun temsilcilerinin bulunduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin demokratik, sivil ve özgürlükçü bir yeni anayasa yapması/yapabilmesi konusunda milletimizin büyük bir beklentisi bulunmaktadır.
Anayasalar devletin üç temel sacayağı olan yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlayan genel esasları içeren hükümler taşırlar. Ayrıca anayasaların en önemli özelliği temel hak ve hürriyetleri güvence altına alan hükümler taşımalarıdır. Anayasaları bir “kutup yıldızı” olarak vasıflandırabiliriz. Gece yön bulmada kutup yıldızının yardımcı olması gibi anayasalar da yol gösterici metinlerdir.
Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Hasan Tahsin Fendoğlu’nun ifade ettiği gibi anayasa ile devleti oluşturan ve devleti kontrol eden temel kurallar anlatılır. 1982 Anayasası ise “devleti kontrol” eden temel kuralları düzenlemek yerine “insan”ı ve ‘insan hakları”nı kontrol eden, kısıtlayan, sınırlayan ve oldukça dar bir alan bırakan hükümleri içermektedir.
Yürürlükteki anayasa temel hak ve hürriyetleri genişleten bir anayasa değil, aksine daraltan bir anayasadır. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nin baskıcı, otoriter ve olağanüstü şartlarında hazırlanan 1982 Anayasası “insan”a, “insan hakları”na ve “temel hak ve hürriyetler”e o kadar şüphe ile yaklaşmaktadır ki adeta anayasa kendisinden bile şüphe eder bir üslupla kaleme alınmıştır.
Temel ve hak ve hürriyetler anayasada madde madde sayılmış “ama” veya “ancak” denilerek temel hak ve hürriyetleri sınırlayan hükümler getirilerek içleri adeta boşaltılmıştır. Anayasa hukukçuları tarafından 1982 Anayasası’na “Ama Anayasası” denilmesi gerçeklikten uzak bir tanımlama değildir. Anayasanın temel insan hak ve hürriyetlerini düzenleyen İkinci Bölümü’nün başlığı bile “Temel Haklar ve Ödevler” ifadesini taşımaktadır. Bu bölümün başlığının ‘Temel Hak ve Hürriyetler’ olarak değiştirilmesi bile tarihi bir adım olacaktır.
Türkiye, çok partili demokratik hayata geçilmesinin üzerinden 73 yıl geçmiş olmasına rağmen demokratik bir ortamda anayasa yapamamış bir ülkedir. Hem 1961 Anayasası hem de yürürlükte olan 1982 Anayasası askeri darbelerin ardından, darbenin olağanüstü şartlarında hazırlanmış ve demokratik olmayan bir ortamda yapılan halkoylamaları ile yürürlüğe konulmuş anayasalardır. Türkiye’nin demokratik bir ortamda yeni anayasayı hayata geçirebilecek bir iradeyi ortaya koymasının vakti zamanı geldi ve de geçmektedir.
Hem 1961 Anayasası hem de 1982 Anayasası askeri darbenin ardından, darbeci askerlerin gözetiminde kurulan komisyonlar veya meclislerde kaleme alınan, darbeci askerlerin onayından geçtikten sonra yürürlüğe konulan anayasalardır. Türkiye’nin siviller tarafından kaleme alınan, siviller tarafından TBMM’de onaylanan ve siviller tarafından referanduma götürülen bir sivil anayasa yapma mecburiyeti bulunmaktadır. 1982 Anayasası, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ruhunu taşıyan, her maddesine darbenin ve darbecilerin ruhunun izlerinin sindiği anti-demokratik bir anayasadır.
1982 Anayasası üzerinde bugüne kadar farklı tarihlerde ve farklı parlamentolar tarafından 19 değişiklik paketi hazırlanmış, 44 maddesi tamamen yürürlükten kaldırılmış, 179 maddesinde ise değişiklikler yapılmıştır.
Ancak anayasada yapılan bu kadar değişikliğe rağmen 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ruhu, askeri darbecilerin anayasa metnine derç ettikleri anti-demokratik anlayış hâlâ ortadan kaldırılabilmiş değil. Maddelerinde yapılacak değişikliklerle anti-demokratik ruhun bu anayasadan çıkartılması mümkün olmadığı için yeni bir anayasanın yapılması zarureti ortadadır.
Anayasa yapılan değişiklikler nedeniyle delik-deşik edilmiş, yamalı bohçaya dönmüş bir anayasa haline gelmiştir. Bu kadar değişiklik yapılmasının da sonucu olarak anayasa maddeleri arasında insicam kalmamış, anayasa dilinde bile zamanın şartlarına göre farklılaşmalar meydana gelmiştir. Dolayısıyla yeni baştan kaleme alınmış demokratik ve sivil bir anayasaya ihtiyaç bulunmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin “Türkiye Yüzyılı”na ve Cumhuriyet’in 100. yılına yakışan, yeni yüzyılın ihtiyaçlarını karşılayabilecek yeni bir anayasa yapabilmesi gerekmektedir. Evet anayasalar sihirli değnek değildir, bütün sorunları bir anda çözecek metinler olarak görülmemelidir. Ancak, TBMM’de bütün siyasi partilerin katlımı ile yazılacak ve halkoyundan geçerek büyük bir konsensüs ile kabul edilecek yeni, çağdaş, özgürlükçü ve sivil bir anayasa yeni bir sinerji meydana getirecektir.
“Korkular Anayasa”sı olarak da bilinen 12 Eylül askeri darbe anayasasının çöpe atılması Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılında insanların kendilerini daha güvende hissedeceği, temel hak ve hürriyetleri daha geniş koruma altına alan bir anayasa ile taçlandırılmış olacak…
Kerkük olayları Sudani hükümetini nasıl etkiler?