Osmanlı’da yaşamış kadın yazarların metinleri bugün yeniden keşfediliyor, yayımlanıyor. Bu eserler, yaşadıkları dönemdeki sosyal ve toplumsal gelişmeleri kadınların gözünden okumamızı sağlaması bakımından önemli.
Yaşadıkları dönemde farklı sebeplerle yazdıkları gölgede kalan kadın yazarlardan biri Emine Semiye… Osmanlı devlet adamı, tarihçi Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı ve Türk edebiyatının ilk kadın romancısı Fatma Aliye’nin kız kardeşi Emine Semiye’nin eserleri bugün yeniden karşımızda. VakıfBank Kültür Yayınları tarafından yayımlanan serinin ilk cildi Sefalet’te türlü entrikalarla baskılanarak ailesinin serveti elinden alındığından, yoksul bir yaşam süren Sabite karakterinin acıları, aşkı ve hayata tutunma öyküsünü anlatıyor. Bu temalar Emine Semiye’nin çağdaşları arasında sıkça işlenmiş olsa da kadın hakları savunucusu bir kadının gözünden okuma yapmak başka bir pencere aralıyor. Sefalet aynı zamanda tarihseverler için Osmanlı aydınlanmasının sosyo-siyasal yönlerini kadın hareketi üzerinden anlamak isteyenler için önemli bir kaynak olarak öne çıkıyor. Kitabı yayına hazırlayan Tuba Sivri ile konuştuk..
YAZILARIYLA MÜCADELE VERMİŞ BİRİ
Emine Semiye’nin bir yazar olarak portresini çizmenizi isterim öncelikle… Hem edebi hem toplumsal çerçevede baktığımızda Emine Semiye’nin önemi nedir?
Emine Semiye, hem kadın hareketindeki öncü rolüyle hem eğitimci kimliğiyle hem de Osmanlı edebiyatının ilk dönem modern örneklerini veren yazarlığıyla çok yönlü, çok karmaşık, çok önemli bir karakter. Kız kardeşi Fatma Aliye gibi, özellikle alt sınıf kadınların problemlerini romanlarına taşıyarak toplumu aydınlatma görevini benimsemiş biri. Batı dışı toplumlardaki geç modernleşmenin Osmanlı toplumunda da telaşlı bir modernleşmeyle karşılanmıştır. Bu durum, edebiyatın da boşanma, çok eşlilik, kadınların kamusal alana katılımı gibi mevzularda halkla modern düşünceleri tanıştırma işlevi görmesine neden olmuştur. Emine Semiye, özellikle Meşrutiyet döneminin karmaşık siyasi ortamında güçlü kalemiyle bu konularda tefrika romanlar, hikâyeler, piyesler ve köşe yazıları yazarak mücadele etmiş biridir.
Aynı zamanda bir kadın hakları savunucusu. Kitabında yoksul bir yaşama mahkûm edilen bir kadının yaşamı, erkek egemen bir toplumda kadının yaşadığı zorluklar anlatılıyor. Bu noktada Emine Semiye’nin bu yaklaşımı yazdıklarına nasıl yansımış? Nasıl bir kadın temsiliyeti görüyoruz romanda?
Emine Semiye sık sık feminizmden bahseden yazılar yazan, kadınların toplumsal alanda güçlenmesinin, özellikle eğitim ve iş hayatına katılımlarıyla gerçekleşeceğini düşünen bir ilk dönem feministidir. Bu özelliği romanlarına da yansır. Güçlü, zengin ailelere mensupken iftiraya uğramak, anne-babasını kaybetmek gibi çeşitli nedenlerle fakirleşen; ancak güçlü zekâları ve eğitimleri sayesinde bu durumdan kurtulan kadın karakterler kurgulamıştır. Sanırım bu, yıkılmak üzere olan bir imparatorluğun ardından modern eğitim ve kurumlarla yeni ve güçlü bir toplum tahayyülünü de yansıtıyor.
GÜNÜMÜZE DE MESAJ VERİYOR
“Sefalet” romanı, edebiyatçılar ve tarihseverler için Osmanlı aydınlanmasının sosyo-siyasal yönlerini kadın hareketi üzerinden anlamak isteyenler için önemli ipuçlarına sahip diyebilir miyiz? Yazarın “Sefalet”teki sözü ve çağrısı neydi sizce?
Sefalet’te, güçlü bir aileye mensup olmasına karşın fakirleşmiş bir kadın olan Sabite Hanım’ın, içinde bulunduğu maddi ve manevi zorlukları, hem üstün erdemleri hem de keskin zekâsıyla nasıl aştığı konu ediliyor. Bunu yaparken savaşın etkisiyle fakirleşen kadınları, fuhuşun toplumsal hayattaki karşılığını da arka planda vermiştir. Emine Semiye, fuhuşa sürüklenen kadınların bu durumlarından, onların fakirliklerinden faydalanan erkeklerin sorumlu olduğunu da cesurca yazarak sadece dönemi için değil, günümüz için de oldukça kuvvetli bir edebi ve politik mesaj vermiştir. Üstelik romanın sonunda, Avrupa’dan yeni dönmüş bir Osmanlı ressamına “Nasıl olurmuş efendim; açlıktan, illetten ölüp dökülen bu sokak fahişelerini böyle mülevves eden biz erkekler olduğumuz halde muavenetlerine [yardımlarına] koşmayalım. Bu kayıtsızlık hangi millette var?” dedirterek Avrupa’daki sivil toplumla Osmanlı’yı da kıyaslamış ve erkeklerin sorumluluğuna dikkat çekmiştir. Bence yazar bunu yaparak, kadınların ekonomik ve sosyal olarak yaşadığı “sefaletten” kurtulmalarının, Avrupa’daki gibi modern eğitim, modern iş hayatı ve modern sivil toplumun kurulabilmesine bağlı olduğunu göstermek istemiş.
Emine Semiye hem toplumsal refleksleri hem yazdıklarıyla kendi döneminde nasıl yankı buluyor peki?
Aslında ablası Fatma Aliye, dönemin en önemli politik ve edebi figürlerinden Ahmet Mithat Efendi tarafından desteklenir, hatta “manevi evlat” ilan edilirken Emine Semiye, daha keskin ve sivri bir dili olması sebebiyle biraz gölgede bırakılmıştır. Beraber Suriye’de öğretmenlik yaptığı Halide Edip bile anılarında ondan bahsetmez. Ancak yine de, yaşadığı dönemde kitaplaştırılan iki kitabından biri olan Sefalet, Sırpçaya çevrilerek Sırbistan’da Saint Sava nişanına layık görülmüştür. Bu anlamda, en az politik ve aktivist kimliği kadar önemli bir yazar olduğunu söyleyebiliriz.
Dönemin yazarlarına baktığımızda aşağı yukarı benzer temalar işleniyor. “Sefalet”te de bu temalara rastlıyoruz fakat kadın ekseninde ilerlemesi ve sorgulamaya girmesi romanı daha farklı bir yere koyuyor. “Sefalet”in edebiyattaki yeri ve önemi nedir sizce bu noktada?
Sefalet, çökmek üzere olan bir imparatorluğun, savaşın, bir “kurtuluş hayali”nin ortasından yazılmış bir roman. Bu yönüyle aslında kadınların içinde bulundukları zorlu koşulların, bir anlamda imparatorluğu da yansıttığını söylemek mümkün. Kadın hareketinin Avrupa’daki örneklerini yakından takip eden Emine Semiye, kurduğu derneklerle de kadınların savaştan aldıkları yaraları onarmak ve güçlenmelerini sağlamak için mücadele etmiş biri. Bu perspektifi romanına da yansımış şüphesiz. Toplumun en dışa itilen, en çok yok sayılan kesimlerinden olan fuhuşa itilmiş kadınlar ve cariyelere yönelik yazdıkları, kendisinin üst sınıftan bir kadın olduğu da düşünüldüğünde özellikle önemlidir. Toplumsal meseleler, evet, o dönemde edebiyatın temel konuları olmuştur; ancak bu denli zor ve “marjinal” bir konuyu romanın arka planında ustaca işlemek, Emine Semiye’nin edebi değerini artırmaktadır.
FATMA ALİYE’NİN DİLİNİ YUMUŞAK BULUYOR
Fatma Aliye’nin kız kardeşi aynı zamanda… Onun etkisi görülüyor mu sizce Emine Semiye’nin kaleminde? Aralarında bir etkileşim var mı, araştırmalarınızda ulaştığınız detaylar var mı?
Fatma Aliye’yle mektuplaşmaları oldukça ilgi çekici. Şair Nigâr Hanım’a ve Fatma Aliye’ye romanlarını ve hikâyelerini göndererek fikir alışverişinde bulunmuş, karşılığında da övgü dolu cevaplar almış biri. Ayrıca kız kardeşiyle kadın hakları konusunda da sık sık mektuplaşmışlar. Ona, Nisvan-ı Hukuk adında bir gizli dernek kurma fikrinden bahsetmiş, ancak çok destek görememiş. Fatma Aliye’nin yazılarını beğenmekle beraber kadınların toplumsal konumlarının değişimi konusunda Avrupa’daki örneklerin hızla Osmanlı’da uygulanmasını talep ettiği için kız kardeşinin dilini çok yumuşak, taleplerini çok zayıf bulmuş. Ona, çok daha sert bir dille ve halkın anlayacağı şekilde taleplerimizi dile getirmeli, bu konuda daha çok edebi eser üretmeliyiz diyerek bu durumu belirtmiştir.
Ve son olarak… Böyle köklü bir aileye mensup olmasına ve üretken bir isim olmasına rağmen edebiyat tarihi tarafından neden gölgelenmiş bir isim Emine Semiye?
Açıkçası Osmanlı Kadın Hareketi genel olarak edebiyat tarihi tarafından gölgede bırakılmış bence. Serpil Çakır’ın şahane çalışması Osmanlı Kadın Hareketi 1994’te yayınlandı ve ondan önce zaten Osmanlı’da bir kadın hareketi olabileceği düşünülmüyordu. Kadın yazarlar, Tanzimat dönemi erkek edebiyatçılar tarafından oldukça desteklenmiş olsa da bu durum, geçici bir politik araç gibi kullanılmış ve sonrasında bu isimler unutulmuş. Emine Semiye, ayrıca politik muhalif kimliği nedeniyle de “tehlikeli” görüldüğü, sivri dili ve radikal talepleri nedeniyle hem saltanat hem de İttihat ve Terakki’yi rahatsız ettiği için romanları da tefrikalarda kalmış diyebiliriz. Bunlar, Emine Semiye’nin edebi değerini düşüren unsurlar olmamakla birlikte dönemin edebiyatının politikayla iç içeliği düşünülünce aksine, onu daha da önemli bir konuma yerleştiriyor.