SEVİNÇ ŞAHİN
Figen Yaman Coşar ismi özellikle çocukların yakından tanıdığı bir isim. Uzun yıllar televizyon yönetmenliği yaptıktan sonra çocuklar için yazmaya karar veren ve kısa sürede çocukların gönlünü fetheden Coşar ile konuştuk.
Figen Hanım, uzun yıllar televizyon yönetmenliği yaptıktan sonra çocuk edebiyatına yöneldiniz. Sizi çocuk dünyasına çeken şey, motivasyon kaynağınız neydi?
Mesleğe başladığım ilk yıldan itibaren asıl alanım hep çocuk yayıncılığı idi. Bu alan kendimi emniyette hissettiğim korunaklı bir alandı ve bilinçli bir tercihti. Yönetmenlik yaparken program metinlerine, senaryolara dokunmadan edemezdim, hatta çoğu kez oturur kendim yazardım. Reklam ajanslarında metin yazarlığı da yaptım. Annelik mesaisi ile yönetmenliğinki ters düştüğü noktada ise mesleğimin metin dışındaki alanlarıyla vedalaştım. Bu süreçte TRT’de yayınlanan senaryo ve öykülerimi izleyen yayıncım Melike Günyüz bana ulaştı ve kitap yazmamı teklif etti.
Masalistanbul en sevilen kitaplarınızın başında geliyor. Serinin çocukların dünyasında bu kadar karşılık bulmasının nedeni nedir sizce?
Televizyon bildiğim bir alandı ve kalemim orada kendi evindeydi. Kitap yazmak içinse saltanatlı bir saraya taşınması gerekiyordu. Çocuk ruhlarına kelimelerden tohumlar ekilen bu sarayda, kalem kendi hakkındaki iyi ve kötü tüm delilleri kaydediyordu. Her kişinin “Kitabını oku!” emrine muhatap olduğu günde, onun tek bir kitabı olmayacaktı ve bu ürkütücüydü. Korkarak yazılan bir kitaptı Masalistanbul. Bir şehri anlatıp, o şehre daha önce hiç gelmemiş okuyucuların dünyasında yer bulmak için nasıl bir kurgu yapacaktım? Televizyon deneyimimin bu anlamda önemli bir etkisi oldu. Hikaye İstanbul’u İstanbul yapan önemli pek çok mekanda sürerken, okuyucu hiç görmediği bu mekanlara kendini yabancı hissetmedi. Görenler daha önce kaçırdıkları detayları fark edip heyecanlandı. Hatta kitabı bir rehber gibi kullanarak İstanbul gezileri planlayanlar oldu. Yalnızca mekanlar değil, İstanbul’u İstanbul yapan masal ve efsanelerle de örülü olan bu kitap, İstanbul’un kendisi gibi çekiverdi okuyucuyu da.
Kayıp İsimler Krallığı, Masalistanbul ve Evrendeki Son Hazine gibi romanlarınızın alt metninde tasavvufi ögeler dikkat çekiyor. Bu anlamda tasavvufi anlatı nasıl bir ilham kaynağı sizin için?
Kalp ve ruh, insan ülkesinde ilhamın iniş pisti. İnsanın hakikati ise tasavvuf ülkesinin sonsuz sınırları içinde gizli bir hazine… İnsana insanı insandan göstermek için tasavvuftan daha güzel ve daha zengin bir kaynak yok. Çocuklar ruhlar aleminden yakın zamanda ayrıldıkları için orayla ilgili hatıraları bizimkinden daha canlı. Aliya İzzetbegoviç’in deyimiyle, duygularını ve iradelerini oldukları gibi ortaya koydukları için çocuklar, büyürken bu özelliklerini kaybeden sıradan yetişkinlere göre daha insandırlar. Hayat kaynağından uzaklaşarak insani erdemlerden yana eksilen bu yetişkinlerin dünyasıyla kıyasladığımızda, ruhlar aleminin hatıraları ile daima diri olan velilerin dünyası ile çocuklarınki yakınlık gösterir. Yeterince istifade edebilsek bu yakınlık sonsuz bir ilham membaı.
ORTAK DEĞERLERE HİTAP EDİYORUM
Genellikle fantastik kurmaca romanlar yazıyorsunuz. Çocuklar için fantastik kurmaca yaparken belli bir yol haritanız, öncelediğiniz ya da hassasiyet gösterdiğiniz noktalar var mı?
Fantastik edebiyat üzerine pek çok farklı yorum yapılıyor. Batı kaynaklı bu terimin kendi kültüründe bulduğu karşılık ile bizimki benzerlikler taşısa da mana yönünden hiçbir zaman aynı olmayacaktır. Zira bizim gerçeklik kabulümüz ile onlarınki arasında, yalan dünya kadar büyük bir fark var. Ben edebiyatçı değilim. Allah’ın verdiği bir imkan dahilinde, ezeli bir insan olma derdiyle çocuk kitapları yazıyorum. Dolayısıyla kendimi teknik olarak şu veya bu türün edebi sınırlarına ve haritalarına da hakim görmüyorum. Genel anlamda çocuk kitabı yazarlarının ortak hassasiyeti, tüm dünyada kabul gören ortak insani değerler ve pedagojik unsurlardır. Sonrasında ise o yazarın inanç, anlayış ve fikirleri hayalle örülü bu alanın çerçevesini belirler. Yani her su kendi kabının şeklini alır. Ben inancımı mükemmel yansıtabilecek bir kaba sahip değilim ancak kelimelerimin inandığım mükemmel dinin sınırlarıyla ters düşmemesi önceliğim, hikayelerimi Hakk’ı incitmeden güzelce anlatabilmek de duam.
Roman kahramanlarınız kimler? Martılar ve kediler pek çok edebiyatçıya, şaire ilham veriyor. Sizin nasıl bir bağınız var onlarla?
Mutfak penceremin karşı çatısında yaşayan martılar, her sabah uyanıp onlara bir şeyler vermemi bekler. Hatta bir ara acıktıkları zaman camı gagaları ile tıklatıyorlardı. Eve gelen misafirlerin, yüksek bir konumda olan pencereden gelen bu sesle irkildiği çok oldu. Kitaplarımda sevdiklerimin isimlerini kahramanlarıma verdiğim gibi, bazen de kahramanlarımı hayatımdaki diğer canlardan seçiyorum. Kedisiz ve martısız bir İstanbul düşünülebilir mi? Doğrudan bir yakınımın hikayesini anlattığım da oluyor. Kayıp İsimler Krallığı’ndaki Yunus’un başlangıç hikayesi böyle mesela. Okuyucunun ısrarı ile bir seriye dönen Masalistanbul’un yeni çıkan kitabı Demirden Kale’de de yine hayatımın köşe başı bir kahramanım var. Mesela dostum Gülcan Tezcan, gittiği bir haberde maceranın orta yerine düşüyor. Diğer kahramanlarımdan farkı hem adı ve hem soyadı ile kitapta yer alması. Yoksa çocuk kahramanlarımın her biri de zaten hayatımdaki çok sevdiğim çocuklardan alıyor isimlerini.