David Cameron'un ustalığını tebrik etmek lazım. Aylardan beri Britanya başbakanı Avrupa başkentlerini ziyaret ediyor.
Cameron, Avrupa Birliği'ndeki ortaklarından ödünler almak için tartışıyor, pazarlık yapıyor, önerilerini kabul ettiriyor. Bu ödünlerin “Brexit”ten [Büyük Britanya'nın AB'den çıkması] kaçınmasını sağlamasına yarayacak, ülkesini Avrupa Birliği içinde tutmak için referandumu kazanmasına yardım edebilecek ödünler olduğu umuluyor. 2 Şubat günü Cameron ile Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk arasında sağlanan ön anlaşma, olgun bir meyvenin kucağa düşmesi gibi sıkıntısız elde edildi. Bu da sanki rutin bir görüşme söz konusuymuş gibi nereyse tüm Avrupa başkentlerinde kutlandı.
Gerçekte ise bu olay etkisi itibarıyla son derece ağır bir olaydır. En erken haziran ayında gerçekleşecek olan referandum kötü bir zamana denk geldi. Avrupa Euro krizi, göçmen krizi, terör sorunu ve popülizm sorunlarını yaşarken bu referandum gerçekleşecek. Ancak geri çekilmek için de çok geç. Dolayısıyla iki kötü seçenek arasında birini seçmek gerekiyor: Ya “Brexit”i kabul etmek ya da Cameron'a özellikle de İngiltere'ye göç eden Avrupalı işçiler karşısında ayrımcılık konusunda devasa ödünler vermek gerekiyor.
Avrupa bir “Brexit” riskine girmek için fazlasıyla elverişsiz bir durumda. Bu ülkenin varlığı Ortak Pazarı ve Avrupa'nın rekabet gücünü sürdürmek için çok önemli. İngiltere'nin varlığı denge sağlıyor, Fransa ile Almanya arasındaki eşitsiz bir biçimde karşı karşıya gelişi de engelliyor. Dünyanın gözünde İngiltere'nin AB'den çıkışı AB'nin sonunu getirecektir. Bugün İngiltere'nin içinde yer almadığı bir Avrupa, Almanya demektir. Bu ülkenin “hayır” demesi ile tüm Avrupa'da yıkıcı bir dinamik başlayacak. David Cameron'u örnek alan popülistler AB'yi yıkmaya çalışacaklar. Böyle bir durum, ortak para birimi Euro ve Schengen ile birbirine bağlanmış olan, coğrafyanın ve tarihin birbirlerinden uzaklaşmalarını engellediği tüm kıta Avrupalılar için felaket olur.
Öte yandan David Cameron'a verilen devasa tavizi de kaydetmek lazım. Başka Avrupa ülkelerinden gelen göçmen işçiler İngiliz vatandaşlarıyla aynı haklara kavuşmak için 4 yıl beklemek zorunda kalacaklar. Bu durum beceriksiz bir şekilde sunuldu. İngiltere hükümeti eğer ülkesi Belçika ve Avusturya üniversitelerinin Fransız ve Alman öğrencilerle dolup taşması gibi göçmen akımıyla dolup taşsa bu tür bir ivedi mekanizmayı başlatabilirdi.
Kendimizi kandırmayalım: Başbakan Cameron, bu maddeyi referandumun hemen ardından özellikle Polonyalılara karşı kullanmak için istedi ve elde etti. Böylece Büyük Britanya devleti ortak pazarın oluşturucu unsurlarından birinin, çalışanların serbest dolaşımının dışına çıkmış oldu. Avrupa sadece sermaye ve malların serbest dolaştığı bir alana indirgenmiş oldu. Bu, Avrupa'nın kurucularının düşündüğü Avrupa değil. Avrupa Komisyonu başka Avrupa ülkelerinin de Portekizliler ve Romenler karşısında Britanya reçetesini uygulamamaları için gereken her şeyi yapma gayretinde. Siyaset dinamiği budur işte. Londra'dan gelen “önce İngilizler” havalarının ezgisi popülistleri sevindirecek.
Bu ölçüsüz ödünün amacı David Cameron'a referandumu kazanması için yardım etmek. Ama henüz kazanılmış bir şey yok. Britanya onlarca yıldır AB'ye baskı uyguluyor, tabloid basını bu olayı İngiltere savaşıyla kıyaslayarak sevinç çığlıkları atıyor. Özellikle de kampanya artık “göçe evet ya da hayır” referandumuna dönmüş durumda. Umalım ki Cameron aynı zamanda İngiliz seçmenini Avrupalı ortaklarını ikna edebildiği ölçüde ikna etmeye yetenekli olsun. Eğer kaybederse Avrupalılar da her cephede kaybetmiş olacaklar.
Le Monde, başyazı, 5 Şubat 2016