Türkiye'nin en büyük yolsuzluk soruşturması olarak kayıtlara geçen 25 Aralık dosyasında görev alan polislerin yargılandığı ‘darbe teşebbüsü' davası görülmeye başlandı.
İlk duruşmasında reddihakim talepleri gündeme gelince dava ertelendi. Yarın yeniden başlayacak yargılama öncesi davanın önemli sanıklarından eski İstanbul Mali Şube Müdürü Yakub Saygılı ve yardımcısı Kazım Aksoy'un avukatı Muammer Aydın, dosya hakkında önemli bilgiler verdi.
Bir dönem İstanbul Barosu başkanlığını da yapan 38 yıllık tecrübeli avukat Aydın, Saygılı ve Aksoy'un 3 Eylül 2014'ten beri haksız yere ‘esir' tutulduklarının altını çizdi. Müvekkillerinin iddianamede hiçbir temeli olmayan ‘özel hayatın gizliliğini ihlal, kişisel verileri hukuka aykırı elde etme, evrakta sahtecilik, hükümete karşı cebir ve şiddet kullanarak darbe teşebbüsü, silahlı örgüt mensupluğu ve siyasal ve askeri amaçla casusluk gibi 11 ayrı suç başlığı ile suçlandığını hatırlattı. Yolsuzluk soruşturmasında görev almanın ‘hükümete karşı darbe teşebbüsü' ve ‘silahlı terör örgütü' suçlamasına gerekçe yapılmasının hukuken ve kanunen imkansız olduğunu söyleyen Aydın, bunun ‘işlenemez suç' olduğunu kaydetti. Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 24'üncü maddesine göre bir kamu görevlisinin kanundan doğan görevini yapmasının suç olamayacağına vurgu yaparak, müvekkillerinin adli kolluk olarak savcının emir ve talimatı ile kanuna uygun alınmış mahkeme kararlarıyla yasal görevlerini yerine getirip bir mali suç araştırması yaptıklarına dikkat çekti.
İşlenemez suç var, adli kolluk görevi yaptılar
Avukat Muammer Aydın, Saygılı ve Aksoy'un 25 Aralık yolsuzluk dosyasındaki görevlerinin ‘adli kolluk' olduğunu, Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) ve Adli Kolluk Yönetmeliği'ne göre hiyerarşik olarak bağlı oldukları cumhuriyet savcısının emir ve talimatlarını yerine getirdiklerini kaydetti. Müvekkillerinin ancak adli kolluk dışındaki görevleri kapsamında üst amirleri olan emniyet müdürlüğüne bağlı olduklarını ifade ederek, 25 Aralık yolsuzluk dosyasını Saygılı ve Aksoy'un açmadığını, süreç başlatılırken de bununla ilgili herhangi bir talep veya çalışmalarının olmadığını vurguladı. 25 Aralık soruşturmasının ilk başta İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın jandarma ile birlikte çalıştığı bir dosya olup oradan ayrılarak mahkeme kararları ile İstanbul Mali Şube Müdürlüğü'ne intikal ettirildiğini kaydetti. Dosyanın savcı ve mahkeme kararı ile başlatılıp sonlandırıldığına dikkat çeken Aydın, müvekkillerinin 18 Aralık 2013'te görevden alındıkları için 25 Aralık soruşturmasında yapılan işlemlerden sorumlu olmadıklarını belirtti. Aydın, TCK'nın 24'üncü maddesinde “Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilemez. Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi zorunlu olan bir emri uygulayan bundan sorumlu olmaz.” şeklindeki açık hükme göre ortada işlenemez bir suç olduğunu kaydetti. Buna göre iddianamenin de temelsiz olduğunu vurguladı.
İddianame çökmeye mahkÛmdur
Suçlamalara gerekçe gösterilen dönemin başbakanı ve bakanlarının dinlendiği iddiasının da doğru olmadığını kaydeden Aydın, dosya kapsamındaki yasal dinlemelerin polis değil kanuna uygun alınmış mahkeme kararına göre Başbakanlığa bağlı Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) tarafından dinlendiğini aktardı. Aydın, “Bir mahkeme kararına göre TİB dinleme yapıyor. Müvekkiller sadece yapılan o dinlemeleri tapeye çeviriyor. Mali bir soruşturmada suç teşkil eden yerleri varsa savcıdan gelen emir ve talimatla bu kısmı dosyaya dahil ediyor.” dedi. İddianamenin hem dil hem de içerik olarak kabul edilebilir olmadığını ifade eden eski baro başkanı Aydın, “Bir hukuk devletinde böyle bir iddianame çökmeye mahkumdur.” diye konuştu.
Saygılı ve Aksoy'un 'darbe teşebbüsü' ile suçlanmasıyla yolsuzluk iddialarının hiçbirisinin ortadan kalkmadığını ifade eden Aydın, "25 Aralık'ta ortaya ne çıktıysa, mahkemede tek tek gündeme gelecek. Halkın gözü önüne getirilecek. En açık şekilde, kim kiminle ne konuştu açıkça ortaya çıkacak. İddianamede saklananları savunmaya geçtiğimizde tek tek açıklayacağız. Birilerini ifşa etmek adına değil, iddianamede var olan gerçekleri ortaya çıkarmak adına, 25 Aralık soruşturmasının ve ele geçirilen bilgi ve verilerin bir mizansen değil gerçek olduğunu anlatma adına deliller ortaya konacak. Havuz medyası bunları örtmeye çalışsa bile hiçbir zaman gerçeklerin üstü örtülemeyecektir, Türk kamuoyu da bunlarla ilgilenecektir." diye konuştu.
Türkiye hukuk devleti olduğunda 25 Aralık yolsuzluk dosyasının da tekrar açılabileceğine dikkat çeken Aydın, şöyle devam etti: "Ceza hukukunda amaç maddi gerçeğin ortaya çıkartılmasıdır. Burada da maddi gerçek 25 Aralık'ın varlığıdır. 25 Aralık'ın varlığı ve müvekkiller açısından kanuniliği ortaya koyulduğu zaman zaten ortada bir suç kalmamış olacak. Peki bunun tersi neyi gösterecektir? 25 Aralık'ın iddianameyle yargıya taşınması gereken bir olgu olduğu gerçeğini. Dolayısıyla oradan görev çıkarmak sonuç çıkarmak hukuk devleti anlayışı içerisinde hukukçulara ve cumhuriyet savcılarına aittir."
Sadece iddianamenin değil yargılama aşamasının da sorunlu olduğunu vurgulayan Aydın, temelsiz iddialarla açılan davanın da tabii hakimlik ilkesine aykırı olarak iddianamedeki suç tarihinden sonra kurulan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldüğünün altını çizdi. Avukat Aydın, bu mahkemenin kanunla kurulmadığını, siyaset etkisindeki Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından hukuka aykırı olarak bir kararname ile görevlendirildiğini ve belirlendiğini ifade ederek, kanunla kurulmaması ve ‘öncedenlik' ilkesine göre suç tarihinden önce var olmaması nedeniyle mahkemeyi ve hakimleri reddettiklerini açıkladı.
25 Aralık yolsuzluk soruşturmasının Aralık 2013'te yaşandığını, müvekkillerinin ise 2014 Eylül'de tutuklandığını hatırlatan Aydın şöyle konuştu: “Yeşil pasaportu vizeleri var ama bu sürede kaçmamışlar, buna rağmen kaçma şüphesi tutuklama gerekçesi oluyor. İsteseler her yere kaçabilirlerdi. Kaçma şüphesi doğru bir gerekçe değil. Şu anda kamu görevlisi olmadıkları için delilleri de karartamazlar. Bu dosyada 55 kamu görevlisi sanık. Ve bunların çoğu silahları bellerinde hâlâ çalışıyor. Onlar görevlerinin başında olup delil karartma ihtimali olmadığına göre benim müvekkillerim nasıl delilleri karartacak? Bu sanıklar da benim müvekkillerimle aynı suçlamaya maruz kalmış. Hüküm giyerlerse aynı suçtan olacak. Onlar kaçmadığına göre müvekkillerim de kaçmaz. Bu tablo garip ve hukuken kabul edilemez.”
Polisin sadece belinde silah olduğu için ‘silahlı örgüt' olamayacağını, bu silahın aynı zamanda ‘darbe teşebbüsü' için de ‘cebir' unsuru oluşturmayacağını söyleyen Aydın, “Silah var diye 314'ten, silahlı örgütten bahsedebilir misiniz? Önce bir örgütü ispat edin bakalım. Varsa bir örgüt ondan sonra benim müvekkillerime suç isnat edin. İddianame başından sonuna kadar temelsiz. Hele darbe ve örgüt iddiasının bu iddianameye konulmuş olmasının tek bir sebebi var; CMK madde 100 gereğince kolayca tutuklansınlar, çok fazla cezaya muhatap olsunlar diye. Bunun dışında herhangi bir şey söz konusu değil.” ifadelerini kullandı. Bu sürecin dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan'ın “İnlerine gireceğiz” demesiyle başladığını, akabinde proje sulh ceza hakimliklerinin kurulduğunu ve sonrasında havuz medyası ile insanların hedef gösterilip tutuklattırıldığını aktaran Aydın, yargılama sonucunda ortada darbe teşebbüsü olmadığının ortaya çıkacağını kaydetti. Siyasi otoritenin 2007'den beri Ergenekon ve Balyoz davaları dahil kendisine muhalif olanları, eleştirenleri susturmak için ‘örgüt' ve ‘darbe teşebbüsü' suçlarını kullandığını savunan Aydın, 25 Aralık dosyasındaki sanıkların da Balyoz, Ergenekon, askeri casusluk vb. davası sanıkları gibi büyük tazminatlar alabileceklerini dile getirdi.