‘Yazık olacak Suriye'ye' demişti Ürdünlü bir şair dostum. ‘Suriye, Mısır ile birlikte Arap dünyasının kalbidir. Her Arap yazar kitaplarının orada basılmasının hayalini kurar.' Savaşın başladığı günlerdeydi. Amman'da şiirden, müzikten konuşuyorduk. Aradan 5 yıl geçti. O Suriye artık yok. Bir ülke yok oldu bir halk sürgün bugün. Üstelik Feyruz'un yaptığı gibi ağıt yakacak kimsesi de yok. Belki de Lena Chamamyan hariç… Arap halk şarkılarını ve klasiklerini caz ile yorumlayan -kendi ifadesiyle Doğulu caz yapan- Suriyeli ünlü sanatçı Lena Chamamyan ile sürgünü, hasreti, ev duygusunu ve Suriye'yi konuştuk.
Milyonlarca Suriyeli gibi savaştan kaçtınız ve birkaç yıldır Paris'te yaşıyorsunuz. Lena Chamamyan Paris'i kendi evi olarak görmeye başladı mı?
Hayır, asla.
Neden?
Çünkü Paris insanı değiştirir, seni değiştirir. Ben de değiştim. Ama asla bir Parisli olmayacağım, çünkü bunun için fazla Doğuluyum. Avrupalı olabileceğimden çok daha fazla Doğulu. Ama öğreniyorum… Kültürünü anlamaya başlıyorum. Burada sevdiğim bazı şeyler yok değil. Ama gerçekten Paris zor bir şehir. Bazen yaşadıklarımızı bir ceza gibi görüyor, her an cezalandırılıyormuşuz gibi hissediyorum. Sanki yaşamıyor sadece hayatta kalmaya çalışıyormuşuz gibi. Ve Paris hayattan keyif alınacak bir yer gibi gelmiyor bana. Eğer turist olarak gelirseniz keyif almamız mümkün ama yaşamak için değil.
Neresi size bir ev duygusu yaşatıyor? Nereyi eviniz olarak görüyorsunuz?
Tabii ki Suriye, Şam… Şam kendimi evimde hissedebileceğim tek yer. Hâlâ Şam hakkında rüyalar görüyorum. İstanbul'da da kendimi sanki evimde gibi hissediyorum. Belki de Suriye'ye çok yakın olduğundandır, belki havasından ya da müziğindendir. Ama evim Şam...
Savaş, ölümler, yok olan bir ülke... Suriye ya da Şam sözcükleri size ne hissettiriyor?
Yaşanabilecek en büyük acı, en büyük kayıp. Şam'dan ayrılmış olmak kendimi kaybolmuş hissetmeme sebep oluyor. Acı, adaletsizlik, yalnızlık ve tabii ki hasret… Ama her şeyden önce kaybolmuşluk duygusu. Bunun yanında, anılara dair bir şeyler var. Paris'e gelip yaşamaya başladıktan sonra eskiden ne kadar şanslı olduğumu anladım. Suriye'de hayat daha kolay ve daha eğlenceliydi. Bu sebeple de diyorum, hissettiğim en güçlü duygu hasret…
Bir gün Suriye'ye geri dönme umudunuz var mı?
Evet, o umutla yaşıyorum.
Suriye'nin yaşadığı acılar, göç, Ermenilerin yaşadığı trajediye benziyor mu?
Evet, bugün yaşananlar aslında benim için aynı hikâyeyi ikinci defa yaşamak gibi… Aileyi kaybetmek, herkesin ayrı bir yerde olması… Aynı şey, aynı acı… İnsanlar politikalar yüzünden mantıksızca ölüyorlar… Gerçekten acı verici bir durum…
Bu kadar sürgünden sonra hâlâ bir vatana sahip olma duygusu taşıyor musunuz?
Şu an hayali bir vatanım var gibi. Çünkü artık orada yaşamıyorum. Bu biraz da uzakta yaşayan birine âşık olmak gibi, sevdiğimiz kişiyi idealleştirmemiz, melek gibi görmemiz gibi… Aslında en zoru orada yaşamaya devam etmek ve tüm zorluklara göğüs germek… Ama benim için bir hayale dönüştü Suriye. Bence buradakiler de, burada bir hayat kurabilmiş olanlar da hâlâ Suriye'yi özlüyorlar. Çünkü oradaki hayat buradakinden çok daha kolaydı. Biz Avrupa'da yaşamak için doğmadık. Avrupa çok daha karmaşık, çok daha disiplinli olmak gerekiyor burada yaşamak için… Ama biz daha çok doğaçlama yaşayan insanlarız. Bu sebeple hâlâ Suriye'yi özlediğimizi düşünüyorum.
Klasik Arap müziği, pop, hatta caz okudunuz. Savaş, yaptığınız müziği etkiledi mi?
Hem de çok… Savaş yeni bir öfke türünü keşfetmemi sağladı. Savaştan önce daha çok folk şarkıları söyledim, şarkı sözleri yazdım ama beste yapmamıştım. Şimdi beste yapmak istiyorum. Çünkü artık daha güçlü olmak, gücümü hissetmek istiyorum. Bu yüzden düşünme biçimimi değiştirdim. Savaştan sonra daha güçlü olmam gerektiğini anladım.
Savaş ve sürgün duygusu sizi daha fazla mı caza yöneltti?
Aslında sadece caza yöneltmedi. Müziğimde yeni bir şey var şimdi. Savaştan önce daha hafif, daha yumuşaktı. Fransa'da yaşamaya başladığım ilk yıl yaptığım albüm Ghazl El Banat biraz da bu yılın bir yansımasıydı. Ama iki ay önce İstanbul'a gittim ve Göksel Baktagir ile yeni bir albüm kaydı yaptık. Sözleri ben yazdım. Müziğimin daha duygusallaştığını daha Doğululaştığımı fark ettim. Bu yeni albüm hikâyeler anlatıyor. Oriental olan albümden çok daha farklı bir albüm olacak bu, daha elektronik olacak. Umuyorum ki bu yılın sonunda hazır olacak. Savaştan sonra öfkeyi, korkuyu ve dengesizliği anlatmak istedim. Şimdi duygulara ve duygusallığa geri dönüyorum ama folk müzik yapmaya da devam edeceğim.
A rap halk şarkılarıyla, Tarab ile caz zor bir karışım. Nasıl başarıyorsunuz?
Bunun için benim gibi olmak lazım. Ermeni baba, Şamlı anne... Ben Şam'da doğmuş ve Paris'e taşınmış biriyim… Türkiye kökenim var, Maraş ve Mardin'den… Yani karmaşık bir kimliğim var. Müziğimdeki bağlantılar hayatımdaki, kökenlerimdeki karmaşıklığın bir yansıması gibi… Bu zamanla öğrenilecek bir şey değil, böyle doğarsınız. Saf bir şeymişim gibi hissetmiyorum. Aynı anda bir sürü şeyim ben. Belki de diğer insanlar kendilerini daha saf Doğulu ya da saf Batılı olarak görüyorlardır. Bu benim için söz konusu değil.
İyi bir müzik dinleyicisi misiniz? Neler dinliyorsunuz?
Çok şey dinliyorum, Ümmü Gülsüm… Zeki Müren dahil… Doğulu müziği seviyorum. Ve gerçekten eğleniyorum Doğulu müzikle. Eskileri dinliyorum, onlar daha güzel söylüyorlar. Bu kendini eğitmek gibi bir şey. Çok fazla müzik dinleyerek de güzel müzik yapılabileceğine inanıyorum sadece alıştırma yapmakla değil. Dinlemekle alakalıdır müzik.
Türk müzisyenlerle çalışıyorsunuz. Kendinizi bir anlamda Türkiye'ye ait hissediyor musunuz?
Türkiye ile alakalı önyargılarım vardı. Bir gün önyargılarımı bir kenara bırakıp gittim ve güçlü bir aidiyet hissettim. Yeniden keşfettim İstanbul'u. Türkiye'de barış hissettim. Aidiyet hissettim. Ayrıca Bahreyn'de de böyle hissettim. Ama evim hep Şam olacak. Orada ölmek isterim. Doğduğum büyüdüğüm benim üzerimde en büyük referansı olan yerde ölmek isterim.
Paris'te yaşamak yaptığınız müziği nasıl etkiledi?
Müzikal anlamda Paris'e geldiğim için mutluyum. Çünkü burada yeni şeyler öğrenmeye, yeni bir müzik tarzını keşfetmeye başladım. Fransa'da çok ünlü bir piyanist André Manoukian ile yaptığımız kayıtlarda beste de yapıyorum söz de yazıyorum. Şu an Göksel ile yaptığımız albüm de Suriye ve Şam'ın hikâyesini anlatıyor. Bir önceki albümde olduğu gibi bu albümde de Şam olacak... Daha yumuşak daha farklı. Çünkü kendime döndüm, dengemi yeniden bulmaya, farklı şeyler hissetmeye başladım. Şarkı sözleri daha hafif, daha soft... Aşk ile ilgili. Aynı şarkı söyleme biçimine sahip değiliz Göksel ile… Teknik bir mesele bu… Ama Göksel ile çalışmayı çok seviyorum. Benim için yeni bir şey bu, yeni şeyler öğreniyorum.
Bugün iç savaş yaşayan Suriye'de hâlâ müzik yapılıyor mu?
Suriye'de kalmaya devam edip müzik yapanlara saygı duyuyorum fakat savaşla birlikte Suriye'de müziğin durduğunu düşünüyorum. Bence yeni nesille aramızda bir boşluk oluşacak. Halep'le daha çok… Çünkü Suriye müziğinde önemli bir yeri var. Aslında müziğin siyasetten daha büyük olması gerektiğini düşünüyorum. Fakat aşırıcılarla çalışamam. Yani ‘diğerlerinin' ölmesini isteyenleri kastediyorum. Düşmanlarının ölmesini isteyen insanları.
Esmahan'lar, Ümmü Gülsüm'ler ile temsil edilen Tarab geleneği bitti diyebilir miyiz?
Bence Tarab müziği, geleneği asla bitmez. Ama önemli olan nokta dedelerle torunları arasındaki bağın yok olmaması... Eskiden camilerden öğreniyorlardı geleneksel müziği... Şimdi bu imkan kalmadı. Hatta çocuklar ülkelerinden uzakta dillerini bile öğrenemiyor. Diğer yandan tabii ki dil müzik için her şey değildir. Tarab'da mesela Allah dediğimizde hissedersin, bu iyi müziktir. Özellikle Doğulu'ysan... Ben de dinleyicinin nasıl hissettiğini hissederim.
Günümüzde müzik dinleyicisi Tarab ile ilişki kurabiliyor mu?
Suriye'de hayır. Ama başka ülkelerde, geleneksel müzikleri daha çok dinleniyor. Bence köklerine geri dönmek istiyorlar. Bunu çok istiyorlar çünkü artık bir kimlikleri kalmadı. Yani kendilerini müzikle hasretle, nostalji ile kendilerini güvende tutuyorlar.
Müziğin sağladığı bu nostaljiye neden bu denli ihtiyacımız var?
Bu sadece duygusallık değil. Farklı bakıyoruz biz. Mesela Avrupa ve Batı çok özgür yerler ama doğrusunu söylemek gerekirse, ben Ortadoğu'nun özgürlüğünü özledim. Ortadoğu'da ne söylemek istersen, kim olmak istersen özgürsün. Her şey için daha çok zamanın var ve daha rahatsın. Biz hayattan böyle zevk alıyoruz. Avrupa'da öyle değil. Burada insanlar rahatlamayı özlüyorlar. Biz duygusal olduğumuzu düşünürdük ama burada insanlar daha duygusal.