Geçmişte de açık yüreklilikle yazdım; benim İran'la alakalı uyarılarım, İran veya Pers düşmanlığından ve böyle bir düşmanlığın arkasında sırıtan bir ırkçılıktan değil, aksine bir hayranlıktan ve bu hayranlığın arkasında saklanan bir korkudan kaynaklanıyor.
İran'a, dili bizim dilimizden daha köklü ve daha büyük bir kültür hamulesi taşıdığı için, devlet geleneği bizimkinden daha sağlam olduğu için, diplomasiyi bizimkilerden daha iyi yaptıkları için hayranlıkla karışık bir korkuyla baktım hep. Son gelişmeler hayranlığımı da korkularımı da pekiştirdi.
Beyaz Saray'dan gelen İran'a yönelik bütün yaptırımların kaldırılması yönündeki açıklama bizim cephede sürpriz gibi algılandı. İran ise hazırlıklıydı. Yıllardır uluslararası finansal sistemden kopuk olan İran bankalarının tamamı en modern SWIFT sistemlerine adaptasyon için gerekli olan yazılımlarını tamamlamışlardı mesela. Yaptırımların kalkmasından sonra New York bankaları İran bankalarından SWIFT talepleri almaya başladıklarında ne yapacaklarını şaşırdılar.
İran'a yönelik yaptırımların kaldırılması aşamasında ABD kadar istekli olmayan Avrupalı ülkeleri de nasıl ikna edeceğini biliyor İran. İlk yaptığı işlerden biri Avrupa'nın en büyük markalarından biri olan Airbus ile 114 adet uçak alımı için masaya oturmak oldu. Uçak piyasasındaki rekabetin farkında olan İranlı uzmanlar, Boeing'le de görüşmelere hazır olduklarını ve yıllardır yedek parça alamamak sebebiyle çürümeye yüz tutmuş filolarının tamamının yenilenmesi gerektiğini, bunun da toplamda irili ufaklı 500 kadar uçak demek olduğunu söylediler…
Bu açıklamalar İran'ın Çin'le önümüzdeki 25 yıl boyunca yürürlükte olacak bir stratejik işbirliği belgesi imzaladığı günlerde yapıldı. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in Tahran ziyareti sırasında iki ülke yetkilileri ekonomi, sanayi ve kültür alanlarında on yedi işbirliği anlaşmasını imzaladılar ve iki ülke arasında 30 milyar doları ancak aşabilen yıllık ticareti önümüzdeki 10 yıl içinde 600 milyar dolara çıkarmak yönünde bir prensip kararı aldılar.
Ankara'dan beklerdim böyle dengeli açılımları…
İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, Davos'taki Dünya Ekonomik Forum'unda hatırı sayılır bir performans sergiledi ve İran'ın Ortadoğu'da barışın ve barışçıl dönüşümün tarafı olduğunu ilan etti. Suudi yönetimini dönüşüme karşı direnmek ve gereksiz yere panikleyerek Şii unsurları provoke etmekle suçlayan Zarif, İran'ın Suudların bölge barışına verdikleri zararı gidermek için bugüne kadar kendini tuttuğunu, bundan sonra da gerekli fedakârlıkları yapmaya hazır olduğunu söyledi.
Sanırsınız Suriye'de, Irak'ta, Yemen'de hiç İran parmağı yok… Ama başardılar işte…
Daha 2010 yılında Türkiye ve Brezilya, İran'la nükleer silah üretimi yapılmaması yönünde bir anlaşma imzaladıkları ve BM Güvenlik Konseyi'nde şimdi kaldırılan yaptırımlara hayır oyu verdikleri için uluslararası bir tepkiyle karşılaşmışlardı. Bırakın İran'ın kendisini, İran'ın barışçıl yollarla ikna edilebileceğini iddia etmek dahi uluslararası sistemden dışlanmak için yeterliydi. O zaman Avrupalı parlamenterler kalkmış, ‘Türkiye'nin yeri Avrupa Birliği değil, İran'ın yanı' demişlerdi…
O gün, o fedakârlığı yapmış olan Türkiye'nin bugün İran'ın yaptırımlardan kurtulmasından en fazla yararlanan ülke olması beklenir değil mi? Hayır! Yıllarca kendilerini İran'da ikinci evlerinde hissedenler, yakın bir geçmişte ikinci evlerini Riyad'a taşıdılar.
Birinci evlerinden bir gün gelip kaçmak zorunda kalacakları imasını taşıyan bu ikinci ev arayışını bir türlü anlayamamış olduğumu satırların arasına sıkıştırayım müsaadenizle… İran'a uygulanan yaptırımlar sayesinde zengin olmuş bazı Türkiyelilerin (özellikle Türklerin demiyorum) önümüzdeki dönemde uluslararası mahkemelerde İran'a tazminatlar ödemek durumunda kalacaklarını gördüğümüzü de söyleyelim…
Türkiye'nin İran ve Suudi Arabistan arasında taraf değil, dengeleyici bir üçüncü ev olarak görev yapmasını beklerdim doğrusu. Olmadı! Ankara sürekli olarak şartları farklı bir hamlenin yapılmasının düşünülemeyeceği duruma getiriyor, sonra da mevcut şartlarda en doğru hamlenin kendisinin yaptığı olduğunu söylüyor. Mevcut şartların oluşumu aşamasında yapılan hatalardan bir başkası sorumluymuş gibi yapılan bu açıklamaların ikna edebileceği kitlenin hangi havuzda yüzmekte olduğunu biliyoruz hepimiz…