Sinema tarihinin en özgün ve olumlu örneklik teşkil edecek isimlerinden biri olan Ahmet Uluçay, 15 yıl önce aramızdan ayrıldı. 55 yıllık hayatına sadece 1 uzun metraj film sığdıran yönetmen, özellikle kısa filmleriyle silinemez izler bıraktı. Anadolu’nun bir köyünde bütün yoksunluğa rağmen sinema yapan Ahmet Uluçay’ın hayatının da hatıralarının da bugüne ve geleceğe söylediği çok şey var… Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinin Tepecik köyünde yaşayan Uluçay, çocukken bir gün köye gelen gezici sinema ile büyülenir. Film yapmak için hayaller kurar. Hayalle kalmaz, ailesini ve çevresini şaşırtacak kadar tutku ile mücadele eder. Ahmet Uluçay’ı anlamanın iki yolu var. Birincisi kısa filmlerini izlemek, ikincisi ise hatıralarını okumak. “Küller ve Kemikler”, “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” ve “Sinema İçin Buna Acıya Değer mi?” isimli kitapların satır aralarında çok samimi ve hayat boyu süren mücadeleyi kapsayan bir çeşit muhabbet var.
İnternette çoğunu bulabileceğimiz kısa filmleri ise Uluçay’ın sadece sinemaya değil hayata nasıl baktığını da çok net anlatıyor. Hayal dünyası geniş; bir o kadar da sahici toprağını seven ve insanını eleştiren bir dile sahip olan Uluçay, tek uzun metrajını 2004’te çekti. Ulusal ve uluslararası pek çok ödül aldı. Hastaydı. Ömrü vefa etmedi ve 2009’da vefat etti. Belki de Allah, Ahmet Uluçay’ın sadece kısa filmleri ile tanınması için onu erken aldı. Daha fazla uzun metraj filmi olsa kısalarına bu kadar dönüp bakılmazdı. Çünkü ülkemizde kısa metraj, uzuna geçişte basamak olarak görülür. Oysa şu an Uluçay’ı özellikle kısaları ile tanımanın yolunu bulduk.
Anadolu’nun bir köyünde toplumsal umursamazlığa rağmen sinemada ısrar eden, üretmeyi bırakmayan birinin özellikle bugünün genç sinemacılarına söyleyecek çok sözü olsa gerek. Evet, Uluçay hala bizimle konuşuyor. Filmleri ve hatıratı ile… Ama daha çok bizatihi hayatı ile anlatıyor. İmkansızlık diye bir bahane olamaz. Sinema yapmak için ihtiyaç duyacağımız başlıca şey inanç ve ısrar. Hep çalışmak. Uluçay’ın en çok vurguladığı şey inanmak ve vazgeçmemektir. Hayatıyla da bunu ispat etmiştir. İlk kısa filmi ile Ankara Film Festivali’nde ödül aldığında uzun metraj çekmek istediğini söyler. Ve kendi ifadesiyle oradakiler ‘kıkırdar’. Ve Keloğlan’ın mücadelesini sahnede anlatır. Yıllar sonra uzun metrajı ile yine Ankara’da yarışır ve ödül alır. Ahmet Uluçay, sloganların yarıştığı, teorinin pratikle buluşamadığı, hamasetten ötesine bakılmadığı, söylediği gibi yaşamayanlarla yaşadığını söylemeyenlerin çoğunlukta olduğu bir dönemde hayatıyla bütün bu tabloyu yıkmıştır. Yaşayışıyla örnek olmuştur. Bu yüzden kıymeti her geçen zaman artmaktadır.
Son olarak şunu da düşünmek gerek; Ahmet Uluçay bugün yaşasaydı yapay zekaya nasıl bakardı? Kısa filmleri ve söylemine bakacak olursak reddetmeyeceğini düşünebiliriz. Belki de barışık şekilde yapay zekayı kullanırdı. Fantastik yanı güçlü olan Uluçay’ın yapay zekanın yardımı ile farklı üretimler yapacağını varsayabiliriz.
Sinemanın yapay zekayla imtihanı
Tüm Hollywood tedirgin Ben Affleck çok rahat: Yapay zeka Shakespeare yazamaz