Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, aralarında Yeni Şafak Gazetesi Ankara Haber Müdürü Fazlı Şahan'ın da aralarında olduğu Ankara'daki basın temsilcilerini kabul etti, gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu.
Bakan Fidan'ın açıklamaları şöyle:
"Sizlerle en son Ocak ayında bir araya gelmiştik. Bu süre zarfında, dünyada da bölgemizde de çok şey oldu ve olmaya da devam ediyor. Ocak ayındaki buluşmamızda, belli şeylerin emarelerini görüyorduk. Devam eden dinamik olaylar o günden bugüne nihayete ermiş değil. Ukrayna-Rusya savaşı da, Gazze'deki soykırım da devam ediyor. İsrail’in Lübnan’a da saldırmasıyla bölgedeki gerilim yeni bir boyuta taşındı. İran'la halen savaş riski var.
Amerika'da seçimi kimin kazanacağına dair tartışmalar da Kasım ayında geride kaldı. Dört yıllık bir aradan sonra şimdi Trump’ın ikinci dönemini yaşayacağız. Trump bu kez, Kongre'nin iki kanadında da artık üstünlüğü ele geçirdi. Bu her zaman her lidere tek seçimde nasip olmaz. Böyle bir üstünlüğü var.
Tabii burada Demokratların dönüp bakıp “Biz ne yaptık, niye bu kadar büyük bir kayba uğradık?” diye bir sorması lazım. Amerikan seçmeninin tercihine etki eden şartlarının herkes tarafından iyi analiz edilmesi lazım. Trump'ın kazanmasıyla beraber şu anda gündemimizi meşgul eden birtakım jeopolitik krizlerin biraz daha netleşeceği söylenebilir. İyi veya kötü yönde olmasından bağımsız, belli konularda belirsizliğin kalkacağı algısı var. Tabii bu bizim ne kadar lehimize olur, ona da bakmamız gerekecek. Rusya-Ukrayna savaşını durdurmayla yönelik ne türden bir adım atılacak merak ediliyor. Gazze meselesinde ABD İsrail'e daha ne kadar destek verecek? Savaşı durduracak mı yoksa yaygınlaşmasına mı destek verecek? Bu konuda açıkçası, “Yüzde yüz şunu yapar” dememizi mümkün kılacak fazla bir veri yok.
Temelde iki husus var. Birincisi, eğer Kabineye bakarsanız, görülen emare, bu kadar İsrail yanlısı bir kabinenin Netanyahu'nun bütün yayılmacı emellerini destekleyeceği yönünde. İkincisi ise Trump’un “Ben savaşları bitirmeye geliyorum, yeni savaş çıkarmaya değil” diyor olması. Bu sözünü esas alırsanız, buradan hareketle tam aksi yönde bir emareden söz etmek de mümkün. Şimdi bu iki farklı, iki tezat emeranin birbirini ne kadar dengeleyeceğini, bunun bölgeye nasıl yansıyacağını önümüzdeki süreçte göreceğiz. Bu esnada tabii Gazze savaşıyla, Lübnan'daki savaşla ve İran'la muhtemel gerilimle ilgili devam eden görüşmeler, konuşmalar, stratejik analizler var. İşte bölgede muhataplarımızla yaptığımız istişareler var. Onları da belki ilerleyen dönemlerde paylaşırız.
Bu jeostratejik kırılmaların sebep olduğu belli yakınlaşmalar da var. Siz de takip ediyorsunuzdur. Mesela Rusya ile Çin'in yakınlaşması ne derece olacak? Hindistan bunun neresinde kalacak? Kuzey Kore'nin şimdi Rusya'nın yanında savaşa girmiş olması, dolayısıyla başka bir askeri cephenin oluşacak olması önemli. Amerikalıların eski Genelkurmay Başkanı var, Trump'a faşist diyen, Mark Milley. Geçen sene onun bir konuşmasını dinlemiştim. Bu sabah aynı konuşmayı tekrar dinledim. “Bizim bir numaralı önceliğimiz ne yapıp edip Rusya ile Çin'in bir araya gelmesini önlemek” diyor. Aslında satranç oynarcasına, hangi taşın, hangi taşla ne kadar güç kazanacağını görüyor. Gereksiz yere Amerika'nın karşısına daha büyük bir askeri gücün çıkmaması için neler olacağına ilişkin bir tahminde bulunuyor. Ama şimdi Amerika'nın uyguladığı politika bunu beraberinde getiriyor. Nasıl beraberinde getiriyor? İki kanadın farklı görüşleri var. Cumhuriyetçiler Çin'e yönelik yoğun baskı politikasını tercih eden taraftalar. Demokratlar ise neredeyse bir rejim değişikliğine gitmeyi arzulayacak kadar Rusya’ya baskı yapılmasından yana. Şimdi, Çinliler de Amerikan yönetimlerinden payına düşen gerilimi alıyorlar. Ruslar zaten aldılar. Biden giderayak daha ileri tedbirler geliştiriyor. Netice itibarıyla Rusya ve Çin’in şu anda Amerika'ya karşı daha farklı iş birlikleri arayışı içinde olmasını gerektirecek sebepleri bizzat Amerika üretiyor. Şimdi ABD bunu ne tür bir politikayla ya da hangi diplomatik adımla başarabilecek, onu göreceğiz. Bu adımların her biri bizi yakından ilgilendiriyor. Bunu çok yakından takip ediyoruz.
Benim gördüğüm kadarıyla Trump’un dört beş hamlesi olabilir. Her bir hamlenin de kendine göre artıları eksileri var. Benim Trump'tan aldığım izlenim, belli konularda söylemi devam ettirip kritik konuları ilk başta biraz akışına bırakacağı yönünde. Çok fazla radikal karar almayabilir. Radikal karar alacağı belki de en önemli husus, kendi eviyle, yani Amerika'ya ilgili. Özellikle göçmenler meselesine dair yaptığı vaatleri yerine getirmek. Bu, hem iç siyasette hem de dış siyasette maliyeti en az olan husus. Burada başta Meksika olmak üzere bazı Latin Amerika ülkeleri ile daha yapısal bir iş birliğini kurması gerekiyor.
Demokratlar da son bir iki yıldır bunu gerçekleştirmeye çalışıyordu. Mesela mevkidaşım Antony Blinken, göçmen meselesinin nasıl yönetileceğini görüşmek üzere sürekli Meksika’ya gidip geliyordu. Demokratlar için göçmen meselesini yönetmek tabii ki biraz handikaplı bir konuydu. Bir taraftan göçmenlerin oluşturduğu bir tabandan oy alıyorsunuz, diğer taraftan da göçün hem sisteme hem siyasete yük bindirmesini de engellemeniz gerekiyor. Dolayısıyla Demokratlar, içeride ve dışarıda deklare etmeden tedbir almayı tercih ettiler. Bunu deklare etmeleri siyaseten onlara maliyet üretecekti. “Gizlice işte Meksika ile konuşalım, diğer geçiş güzergahı olan Güney Amerika ülkeleriyle konuşalım, bir yapısal tedbirler paketi üretelim ki, bizi siyaseten bu kadar baskı altında bırakan bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalmayalım” deseler de, açıktan bir göç karşıtlığı yapamıyorlar. Tabii bunlar dediğim gibi, Amerika'nın şu anda kendi içinde yaşadığı olaylar. Trump icraatlarına bunlardan biriyle başlayabilir. Jeopolitik sorunlarda, biraz daha bekle gör politikasını veya öteleme politikasını tercih edebilir. Ukrayna-Rusya savaşına, ilk etapta biraz daha aktif eğilebilir. Bunları hep birlikte göreceğiz.
Suriye'de Trump’ın ne yapacağı konusunda şu an çok fazla emare yok. Ancak ilk dönemindeki birtakım yaklaşımlarından hareketle, bugün ne yapabileceğine dair tahminler var. Ama sadece bunu esas alırsak, isabetli düşünmeyiz diye değerlendiriyorum. ABD, Suriye’de YPG/PKK ile işbirliği yaptığı sürece Türkiye ile ilgili stratejik sorun alanı tabii ki devam edecektir. Güvenlik ağırlıklı bir dış politika izleyen Amerika’nın, aslında Türkiye'yi en iyi anlayacak durumda olması lazım. Bize düşen hem diplomatik hamlelerimizle hem sahadaki duruşumuzla, bu konudaki tavrımızı net ortaya koymaktır.
ABD, Trump döneminde Suriye'den çekilmeyi istedi, denedi. Fakat, o dönem Amerikan sistemi bunu dinlemedi, razı olmadı. Başkanın direkt emrinin savunma bürokratları nezdinde çok fazla bir kıymet-i harbiyesinin olmadığı görüldü. Trump geçmişte yaşananlardan tabii ki ders almış olmalıdır. Nitekim şu anda, benzer hadiseleri bir daha yaşamamak için kendine daha sadık kadroları iş başına getirme arayışında olduğunu görüyoruz.
Suriye konusunda ABD’nin masasında şu anda birkaç konu var. Bu DEAŞ ne olacak? Al Hol kampındakiler ne olacak? Bunlara yönelik ne yapılacak? Bir diğer husus İsrail’in bölgede girdiği aktif savaş kapsamında Suriye’nin durumu. Biliyorsunuz, ABD’nin Orta Doğu’daki en önemli varlık sebeplerinden biri İsrail'in güvenliği. Dolayısıyla, İsrail'in güvenliğiyle ilgili konularda Suriye’nin bir etkisi olur mu olmaz mı? Bunu da çok ciddi biçimde gündeme alacaktır diye düşünüyorum. PKK/PYD ile olan ilişkiyi gözden geçireceklerini değerlendiriyorum. Çünkü, biz bu konuda ne kadar ciddi olduğumuzu kendilerine her fırsatta iletiyoruz. Demokratlar böyle bir arayışın içerisine son zamanlarda girmişlerdi. Çünkü, bu iş birliğinin sürdürülemez olduğunu onlar da görüyorlar. Geçici olarak başlayan bir şeyin bu kadar uzun sürmesi ve Türkiye gibi bir müttefikin artık başka bir noktaya itilmesi, rasyonel olarak da stratejik olarak da izahı olmayan bir konu. Açıkçası biz bunu çok fazla sineye çekemeyeceğimizi, çekmeyeceğimizi gösteriyoruz onlara. Bu yolda da devam etmemiz gerekiyor.
Yeni dönemde çeşitli alternatif senaryolar olabilir. Önemli olan tartışmaya devam etmek. Biz sahada terörle mücadele faaliyetlerimizde de, diplomasi masasındaki pozisyonumuzda da son derece netiz. Savunmaya ve ileri teklifler getirmeye devam etmemiz gerekiyor. Bölgede bizim kendi güvenliğimizi sağlamak için her türlü adımı atacağımızı, atmaya hazır olduğumuzu Amerika görüyor. Belli konularda kendilerinden bir tavır değişikliği beklediğimizi de görüyor. Hani belli operasyonları farklı türden yapıyorsak, bunun sebebi beklentilerimizin karşılanmasına imkan sağlamaktır. Ama arazideki durum daha farklı türden bir operasyonu zorunlu kılarsa, Cumhurbaşkanımız da ifade etti, elbette gereği yapılır.
Az önce de dediğim gibi Trump’un ilk dönemde Suriye’deki Amerikan askerlerini geri çekme girişimi savunma bürokratları tarafından akamete uğratılmıştı. Hatırlarsanız Cumhuriyetçilerin Afganistan’dan çekilme kararını hayata geçirmek Demokratlara kalmıştı. Ama Demokratlar o çekilme işini iyi yapamadılar. Zor durumda kalmaları, siyaseten de içeride büyük maliyet üretmişti. Aynı maliyeti bir kez daha yaşamamak için Suriye'den geri çekilme düşüncesini rafa kaldırdılar. Aslında Suriye’de 800 asker tutmanın ABD’ye çok fazla katkısı yok. Tam tersine, o askerlerin bölgedeki varlığı Amerikan askeri operasyonlarına adeta engel teşkil ediyor. Zira özellikle İranlı milislere yönelik yapılacak her türlü bölgesel operasyonda, Irak'taki ve Suriye'deki Amerikan askerleri adeta rehin olarak kullanılıyor. Amerika İran’ı veya İranlı milisleri bir yerden vurduğu zaman, bölgedeki askerleri saldırılara hedef oluyor. Bu da tabii sürekli bir gerilim alanı oluşturuyor. Ama dediğim gibi Demokratlar döneminde, Amerikalılar Afganistan'da geri çekilmede yaşadıkları zorluğu, Suriye’de görmek istemediler. Şimdi Cumhuriyetçiler iktidarı devraldıklarına, bunu hayata geçirmeleri için tabii ki bir imkan olabilir. Benim değerlendirmem bu yönde. Olumlu adım atılabilir.
Bizim bu konudaki mesajımız net. Milli Savunma Bakanlığımız da bizler de yaptığımız görüşmelerde muhataplarımızın sürekli dikkatlerini çektiğimiz bir husus var: Biz, bölgede terörle mücadele operasyonlarına mutlaka destek veririz. Her zaman söylediğimiz gibi, bölgede DEAŞ'la mücadele etmek için Amerika’nın bir başka terör örgütü ile iş tutması yanlış. Buna gerek de yok. Ama Amerikalıların yanlışta ısrarları tabii ki ayrı bir konu.
Ukrayna-Rusya savaşında bir donma ya da yumuşama olursa, Suriye meselesinde de belki başka konuları konuşabilirler. Yani bu, ihtimal dışı değil. Gelişmeleri yakından takip ediyoruz. Amerikalıların tabii bölgeden çıkarken üzerine yatırım yaptıkları aktörün zarar görmesini önleyecek birtakım arayışlara girmeleri de pekala mümkün. Önemli olan bizimi her türlü senaryoya hazır olmamız.
Cumhurbaşkanımızın bu konuda biliyorsunuz önemli bir teklifi oldu. Ancak Suriye tarafı, özellikle şu süreç içerisinde belli konuları çok fazla değerlendirmeye hazır ve açık gözükmüyor. Yani kendi muhalefetiyle görüşmeye bile açık değil. Ben bunları anlattığım zaman, ‘Türkiye, Esad'ın muhalefetle anlaşmasını ön şart koşuyor’ diyenler oluyor. Hayır, bu bir ön şart olarak değil. Ama benim sorunumu halletmesinin yolu pratikte bu türden bir şeyden geçiyor. Yani bana şöyle demesi çözüm değil: ‘Ya biz seninle anlaşalım, sen bana güven. Ben terörle mücadele edeceğim, sen de benim sınırlarımdan çık, gerisine karışma’. Çünkü bunun gerçeklikte hiçbir bir karşılığı yok. Benim elimdeki veriler şunu gösteriyor. Ben orada olmadığım zaman, orada yaşayan insanlar da mülteci olarak benim ülkeme gelecek. Şam rejiminin belli grupların üzerine gitmesi sadece daha fazla mülteci, daha fazla istikrarsızlık üretecek.
Biz Astana Süreci sayesinde orada arazideki güçler arasında sağladığımız ve yıllardır da devam eden bir ateşkes var. Yapılması gereken, bunu daha iyi bir yapısal mekanizmayla ve ancak daha iyi bir hedef için değiştirmektir. Bundan daha iyi bir alternatif sunmadığınız zaman, getireceğiniz her türlü teklif bizim için kabul edilemez bir öneri olacaktır. Daha iyi bir teklifin ne olacağı meselesi ise ancak oturup konuşmak suretiyle çözülebilir.
Suriye şu anda İsrail'in yoğun baskısı altında. Suriye rejimi şöyle davrandığını görüyoruz: ‘Milisler ile İsrail arasında devam eden savaşta ben taraf değilim. Suriye'de İran milisleri var. İsrail güçleri de geliyor buraya saldırıyor. Siz kendi aranızda savaşınızı yapın, ama bana dokunmayın, benim altyapıma saldırmayın, benim askerimi öldürmeyin. Birbirinizle savaşabilirsiniz, ben bunu önleyemiyorum, beni anlayın’.
Öte yandan Suriye'nin Arap Ligine dönmesini destekleyen bölgedeki diğer aktörler ise, bu hamleyle Suriye'nin İran'dan uzak durmasını sağlayacaklarını zannediyorlar. Biz bunun mümkün olamayacağını baştan beri söyledik. Zira İran ile Suriye arasında çok iç içe geçmiş bir iş birliği var.
Ama Şam da, Bağdat da şunu görüyor. Her iki ülke de, ‘Tamam İran ile ilişkilerimiz iyi olsun, zor zamanlarda dayanışma içerisindeyiz ama gelip de bizim yönetimimizde etkin olmasın’ diyor. Ama bu olgu, Ömer Seyfettin'in Diyet öyküsüne dönmüş bir konu. Özellikle, Irak siyasetinde bu görülüyor. Suriye siyasetinde de giderek aynı şeyi görüyoruz. Bakalım İsrail ile devam eden süreç nasıl evrilecek? Onlar da belli konularda açıkçası Trump'ın iktidarı devralmasını bekliyorlar.
Bu aslında Rusya ve İran'ın Suriye'ye yapacağı telkinle de biraz alakalı bir konu. Ne yönde telkin yaparlar, nasıl yaparlar? Açıkçası görüştüğümüz zaman onlarla konuşuyoruz. İran’ın Suriye'deki önceliklerinin arasında Türkiye ile Suriye'nin normalleşmesi yok. Rusya açısından da şu anda bölgede zaten bir ateşkes olduğu ve ciddi bir tehdit çok fazla kendini göstermediği için, o türden bir konu gündemde yok.
Biz Türkiye olarak bu hususta iyi niyetimizi ortaya koymuş bir ülkeyiz. Yani bizim saldırganlık veya işgal gibi bir derdimiz yok. Rejim değişikliği gibi bir derdimiz yok. Bunu ortaya koyduğunuz zaman diğer taraf bundan bir alarm vaziyeti üretmiyor. Bölgede geri kalan konularla ilgilenmeye yönelik çalışmalarına devam ediyor. Bizim değerlendirmemize göre şu anda, Astana'da başlattığımız sürecin devamının yeterli olacağını düşünen bir yaklaşım söz konusu. Ama tabii bunun sürdürülebilirliği meselesi var. Terörle mücadelede ve mülteciler konusunda atılması gereken adımlar atılmadığı için Suriye'nin içerisinde giderek evrilen bir tehdit. Bir başka deyişle, bizim daha sonra yok etme maliyetimizin her geçen gün arttığı bir tehdide evrilebilir. Bunun için bizim çözüm arayışlarımız var. Tabii bu çözüm arayışlarının diplomasiyle ve yapıcı yaklaşımla cevap alınamadığı yerde, başka türden adımları zamanı geldiğinde mecburen nasıl atarız ona bakacağız.
Öncelikle dış politika ile ekonomiyi nasıl yürüttüğümüz meselesine değineyim. Barış ve refah dediğimiz zaman burada güvenlik ve ekonomi konuları devreye giriyor ister istemez. Yani güvenliğe ciddi bir stratejik zaman ayırmanız gerekiyor. Bölgede hem enerji geçiş hatları hem ticaret alanlarının iyi işletilmesi hem güzergahlar bizim öncelik verdiğimiz konular. Irak'la bizim ilişkilerimizin ve perspektifimizin ağırlıklı olarak yani güvenlik üzerinden değil de ekonomi ve diğer konular üzerinden de gelişmesi, güvenlikle bağlantılı konuların da daha rahat çözülmesine sebep oluyor. Biz bunu ülkelerimiz arasındaki güvenlik anlaşmasını hayata geçirirken de gördük. Uzun zaman ekonomi ve kalkınma konuşunca geldiğimiz bir noktada şunu söyledik. Şimdi buraya Kalkınma Yolu’nu yapacağız ama bunlar için uluslararası finansa ihtiyaç var, bankalara ihtiyaç var. Karlı proje de olsa, silahlı grupların olduğu, terör örgütlerinin olduğu bir yere finansman ve yatırımcı getirmek zor. Dolayısıyla bunları bir temizlemek lazım. Irak Merkezi Yönetimi, silahlı unsurların olduğu, bir yerleri işgal altında tuttuğu çatışma bölgelerine Avrupa'dan veya başka bir yerden büyük bir finans kuruluşunun kredi vermeyeceğini, verirse de maliyetler inanılmaz derecede yüksek olacağını biliyor. Bu başarılamazsa Irak'ın kendi öz kaynaklarıyla bunu hayata geçirmesi gerekecek.
Bağdat-Erbil arasındaki ilişkilerde, özellikle boru hattı ve petrol gelirinin paylaşımı meselesinde önemli ölçüde anlaşma sağlanmış görünüyor. Erbil ile Bağdat prensipte zaten anlaşmıştı. Ama Bağdat'ın Erbil ile daha önce kontrat imzalamış olan şirketlerle anlaşma imzalaması gerekiyordu, ki bunlar da ağırlıklı olarak Batılı şirketler. Erbil'le yaptıkları anlaşmadaki her varil başına belli bir ücreti ödenmesi konusu vardı. Şimdi onu tekrar Bağdat'la yapmaları gerekiyor. Anladığım kadarıyla belli bir mesafe katedilmiş. Yakın dönemde boru hattının açılmasını bekliyoruz. Irak tarafının bize söylediği bu. Boru hattının açılması tabii ki bölgede onların da lehine çok hareketlilik getirecektir.
Kalkınma Yolu Projesi ekonomi ile birleştireceğimiz zaman bizim siyasi olarak da çok desteklediğimiz bir proje. Her zaman da şöyle onu izah ediyoruz. Son 20 yıldır Irak malumunuz inanılmaz derecede savaş, işgal, iç savaş ve birçok konuya maruz kaldı ve iç bölünmeyle baş başa kaldı. Şimdi geldiğimiz noktada, son 3-4 yıldır giderek daha sakinleşen, silahların sustuğu, biraz daha başka alanlara yer açıldığı bir Irak var. Tabii Irak'ın petrol geliri ciddi bir rakam. Yani bu rakamlar uzun yıllardır ihmal edilmiş, yapılamamış. Yani Irak halkına altyapı götürme hizmetlerinin tamamlanması gerekiyor. Irak Başbakanı Kalkınma Projesini bize ilk getirdiği zaman biz hemen kabul ettik. Bölgedeki aktörlerin de katılımını da teşvik ederek, gerçekten Irak'ı ilk defa son 20 yılda pozitif bir şekilde gündeme getiren bir proje. Biz bunun için destekliyoruz. Ben hep konuşmalarımda da diyorum. Yani bölgemizin bir barış ve refah alanı olması gerekiyor. Çatışmaların ve tehditlerin azaltıldığı, ekonomik iş birliklerinin çoğaltıldığı bir atmosferi oluşturmamız lazım. Profesyonel çalışmaları yapmamız lazım. Kalkınma Yolu’nu da öyle bir fırsat alanı olarak biz görüyoruz.
Ruslar burada ne niyetle devreye giriyorlar? Rusların aslında haritaya baktığımız zaman Ukrayna savaşından sonra Batı’yla olan ilişkileri her alanda kesildiği gibi bu lojistik güzergahlar da kesildi. Artık Rusya'ya ne deniz yoluyla ne karayoluyla ne demiryoluyla Batı’dan bir şey gelmiyor. Dolayısıyla Ruslar dünya pazarlarına açılımını Baltık’taki yerlerine ilaveten Basra’ya çıkarak yapmak durumundalar. Bunun için de kuzey-güney açılımına giriyorlar. Şimdi kuzey-güney açılımına baktığımız zaman, Rusya'nın kuzey şehirlerinden başlayıp Azerbaycan'dan geçen ve İran topraklarına giren, İran'ı da kuzeyden güneye boydan boya geçen büyük bir demiryolu projesinden bahsediyoruz. Bununla ilgili çalışmalara başladılar ve geleceği nokta da Basra Körfezi. Tam o noktada, yani aynı havzada, Basra Körfezi'ne açılan yerde Fav Limanı var. Fav, Irak'ın Basra şehrinde Körfez'e açılan ufak bir şehir. Kalkınma Yolu Projesi’nin -hangi yönden geldiğinize bağlı olarak- başlangıç veya bitiş noktası. Orası karayoluyla, demiryoluyla gelen ürünlerin dünya pazarlarına da açılabileceği, bölgeye de açılabileceği bir yer. Avrupa'yla bağlantısını yapıyor. Şimdi Avrupa'yla bağlantısını kuzey, batı ekseninde yapamayan Rusya'nın aslında bu eksenden de istifade etmesi mümkün olacak. Aynı şekilde bizim bu Orta Kuşak dediğimiz, yine bir lojistik hat, Asya'dan gelip Hazar üzerinden Kafkaslardan geçip Türkiye'den geçen, doğu-batı eksenli Orta Koridor hattı da yine Rusların yapacağıyla kesişecek olan bir güzergah projesi. Bunlar tabii ki Bakanlık olarak da bizim yakından takip ettiğimiz projeler. Özellikle diplomasi ile ilgili senaryo formülasyonlarını yaparken ekonomi alanındaki en önemli konulardan birini bu bağlantısallık meselesi oluşturuyor. Bizim yoğunluk verdiğimiz bir alan.
Suriye ile olan konuda evet böyle bir niyetleri var. Biz de onlara, ‘Sizin bu konuda ortaya atacağınız adımlar veya çabalarınızı takdirle karşılarız’ dedik. Yani bir ev sahipliği yapmak isterseniz biz bu konuda da açığız. Çünkü Suriye, Irak ve Türkiye üçü birbirine kara hududu olan ülkeler. Üç ülkenin de bir araya gelip belli ağır konuları daha yapısal şekilde konuşmaları gerekiyor. Geçmişte bu vardı. Arap Baharından önce. Bunu şimdi yeniden hareketlendirmek gerekiyor. Özellikle Irak ve Suriye arasındaki sınır güvenliği fevkalade önemli. Terörle mücadele önemli. Silah kaçakçılığını engellemek önemli. Bu konuda Irak'ın da çok muzdarip olduğu konular var. Yani bir üçlü iş birliği mekanizmasını biz açıkçası destekliyoruz.
Süleymaniye PKK ile ilişki meselesinde bizi tatmin edici bir adım atmadı. Biz de bu yüzden onları tatmin edecek adımları atmıyoruz. Onlara yönelik tedbirlerimize devam ediyoruz. Süleymaniye ne zaman PKK ile ilişkisini bitirir, bizimle ilişkisi o zaman normalleşir. Ama Türkiye büyük bir devlet. Türkiye ile ilişkileri iyi tutmakta büyük fayda var onlar için. Ekonomik olarak, siyasi olarak, her türlü şekilde. Yani bu sıkıntıyı daha ne kadar bu şekilde taşımaya devam edecekler kendi içlerinde, onu da bekleyip göreceğiz.
Biz, tüm kurumlarımızla Türkmenlerin yanındayız. Onların haklarını savunuyoruz. Nüfus değişikliğine, demografik değişikliklere tabii ki karşıyız. Mesele bunu nasıl mümkün kılınacağı. Türkmen Cephesi ile sürekli ciddi bir temasımız var. Nüfus sayımından önce orada bir valilik meselesi vardı biliyorsunuz. Gerçi şu anda aslında mahkemelik oldu. Biraz Süleymaniye ile Irak Türkmen Cephesi’nden ayrılmış eski başkanın iş birliği neticesinde belli bir şeye doğru gitmeye başladı maalesef. Onu bir noktaya getiriyoruz Bağdat'la konuşarak. Yani biz orada PKK'nın etkisi altında kalacak bir valilik görmek istemiyoruz. Tamam, orada bir dönüşüm sistemi var. Kürtlerin, Arapların ve Türkmenlerin sırayla dönüşümlü valilik yapması meselesi. Orada Kürtlerden kim olacak meselesi biraz problem oldu kendi aralarında. Süleymaniye bir etki kullanma yönüne gidiyor ama oradaki nüfus sayımı daha önce 2017'de terörle mücadele esnasında oradan gitmiş olanların tekrar gelmesi meselesi. Bir hareketlilik var ama bunların ne kadarı eski nüfusun oraya dönmesi ve ne kadarı yeni bir mobilizasyon, ona yakından bakıyoruz. Burada Araplar da en az bizim kadar hassaslar. Onun da altını çizmek gerekiyor. Oradaki demografik yapının oldu bittiye getirilmesine onlar da izin vermemekte kararlı. Sayımdaki formlarda etnisite zaten sorulmuyor. Kerkük’ün tarih boyunca oluşmuş bir demografik yapısı var. Bu yapıyla oynanmaması, Kerkük’ün asli bileşenlerinin mutabık kaldıkları biçimde yaşamayı sürdürmeleri lazım. Bu bizim temel beklentimiz ve hassasiyetimiz. Herhangi bir oldu bitti kabul edilemez.
Sayın Bakanım, Plan ve Bütçe Komisyonundaki bütçe görüşmelerinde, ana muhalefetten bir vekil, Avrupa Birliği’nin yolunun Kıbrıs’ta federasyondan geçtiğini, bu konuda mevcut iktidarın Türkiye’nin önünü tıkadığını ileri sürdü.
Bu iddiaya tabii ki katılmıyoruz. Diplomasi ve strateji denilen sanat bu tür konularda devreye giriyor. Menfaatinizi bir yerde devam ettirirken diğer yerlerdeki ilişkilerinizi daha kötü hale getirmemeniz, tam tersine ilerletmeniz gerekiyor. Sorunun doğasına göre doğru hamleler ve doğru formülasyonlar geliştirmelisiniz. Avrupa Birliği'nin Kıbrıs meselesindeki yaptığı tarihi hata, Kıbrıs'ı bu haliyle kendi içerisine alması olmuştur. Bu, Avrupa Birliği'nin belli kurumlarını bu konuda bir pozisyon almaya itiyor. Ama bu adadaki realiteleri değiştirmiyor. Türkiye'nin orada bir mazisi var, Türklerin bir mazisi var. Yani orada yaşanan katliamlar var. Daha sonra Barış Harekatı var. Daha sonra Türkiye'nin uluslararası camianın getirdiği tekliflere olumlu yaklaşımı var. Adadaki halkın referandumu var… Biz bu gerçekliklerden ötürü, çözüm meselesini AB ile değil, Birleşmiş Milletler ile sürdürüyoruz. Bu konuda ortada büyük bir gerilim olmadığı sürece, iyi niyetli çalışmalar olduğu sürece, AB’nin mevcut sıkıntılara ilaveten ağır bir kriz alanına girmeyi isteyeceğini düşünmüyorum. Bizim burada yapmamız gereken, bizim iyi niyetli çözümlere açık olduğumuzu göstermektir. Adadaki şu andaki pratik gerçekliği yansıtacak çözümü istiyoruz. Yani biz oraya bir çözüm empoze etmiyoruz. Dolayısıyla Türkiye’nin önünü tıkadığımız yönündeki iddia tümüyle gerçek dışıdır.
Putin'in ifade ettiği küresel savaş riski, -tabii ki savaşı geniş manasıyla kullanmak koşuluyla- sürekli bizim de uyardığımız bir konu. Ukrayna'da devam eden savaşın, Gazze'de devam eden savaşın artık fay hatlarını giderek derinleştirdiğini ve belli aktörleri bir araya getirdiğini, kutuplaşmanın arttığını görüyoruz. Dolayısıyla belli kanatlar artık birbirini gözlemeye başlıyorlar. Bu manada bir küresel yaygınlaşma var. Şimdi yani Kuzey Kore'nin dünyanın öbür ucundan savaşa aktif taraf olmasını görüyoruz askerlerini göndererek. Amerika'nın baştan beri gönderdiği silahlar, Avrupa'nın gönderdiği silahlar, savaşa açıktan taraf oldukları bir durumu ortaya çıkardı. Şu anda hem ekonomik, hem siyasi hem de sıcak savaş olarak devam eden topyekun bir mücadele var. Bunu kelimenin geniş anlamıyla bir küresel savaş olarak nitelendirmek mümkün. Önemli olan bunun şiddetinin artmaması. Belli yerlerdeki ekonomik ve siyasal savaşın, sıcak savaşa dönüşmemesini temin etmek. Şimdi her iki taraf da elini yükselterek bir gerçekliği ortaya koyuyor.
Demokratların belli konularda atmak istedikleri adımları, şimdi seçim baskısı olmadan attıkları kanaatindeyim. İşte Ukrayna konusunda, İsrail konusunda görüyoruz atılan adımları. Burada nükleer bir risk var mı? Açıkçası nükleer adı konuşulmaya başladığı andan itibaren nükleer risk oluşur. Adam şunu söylüyor: ‘Siz benim topraklarımın içerisinde benim tolere edebileceğimden daha fazla füze ve saldırı yaparsanız, benim bunu durdurmamın yolu, elimdeki araçlarla olmuyorsa, diğer bir üst aracı kullanırım’. Bunu açıktan söylüyor. Bu bir şaka değil. Karşı taraf ise ‘Senin elinde nükleer silah var, sen beni nükleerle tehdit ediyorsun diye istediğin yeri işgal etmene de ben izin vermem’ diyor.
Oldukça sıkıntılı bir konu. Tabii Batılıların en çok endişe ettikleri konulardan biri de Rusların bu kadar asker karşılığında Kuzey Kore'ye ne verdikleri veya verecekleri konusu. O şunun için önemli. Eğer Kore yarımadasında, bölgede şu anda inşa edilmiş mevcut dengeyi bozacak bir oyun değiştirici hamle yapılmış olursa, bu sefer yani Amerika için, Batılılar için yeni bir ilave cephe daha açılmış olacak. Yani bu cephe illa sıcak savaşın olduğu bir cephe olmasa da ama sıcak savaşa hazır olmayı gerektirecek. Güney Kore'ye de daha farklı kabiliyetleri kazandırmayı gerektirecek bir yaklaşma olacak.
Yani Rusya’nın Kuzey Kore'ye asker karşılığında kapasite kazandırdığına ilişkin bir yazı ve yorumlar var. Bunu çok ciddiye ve dikkate aldığınızı ve bunun da Batı için yeni cephe oluşturacağını özetlemiş oldunuz.
Evet. Yani bu çünkü artık üzerinde düşünülmesi gereken sağlam bir stratejik denge. Bozulduğu zaman sizin başka bir hamleye girişmeniz lazım. Yani oraya kaynak ayırmanız lazım, para ayırmanız lazım, kapasite ayırmanız lazım. Karşı tarafın geliştirdiği dengeye göre daha caydırıcı bir şey getirmeniz lazım.
Her alanda olduğu gibi siber tehdit konusunda da giderek bir evrilen sürece şahitlik ediyoruz. Tehdit tanımlaması bundan 20 yıl önce yapılmıştı. İnternet bağlantısının artmasının, bu sayede otonom sistemlerin ve uzaktan komuta sistemlerin mümkün kılınmasının ardından siber tehdit, kritik altyapıyı hedef alabilecek hale geldi. Finans, bankacılık sistemleri, ulaştırma dahil birçok konuda muhtemel saldırıları içeren bir çerçeveye büründü. Giderek pazarı da müşterisi de büyük bir konuya dönüştü. Siber tehdit, devletlerin giderek çare aradığı bir mesele haline geldi.
Çevrimiçi olma sayısı dünyada inanılmaz derecede arttı. Özellikle pandemi sürecinde, çevrimiçilik oranı başdöndürücü bir hızla yükseldi. Pandemi insanları eve mahkum etti ve herkes işini daha ziyade internet üzerinden yapmaya çalıştı. Bunun sonucunda da, normalde 10-15 yılda üretilecek data miktarı pandemi yüzünden kısa bir zaman diliminde üretildi. Yapay zekadaki patlamanın kimsenin beklemediği bir anda olmasının sebebi de bu. Aşırı çevrimiçi hareketliliğin, internet hareketliliğinin getirdiği bu büyük “data”, böyle bir işe yaradı.
Siber tehdit kavramı giderek değişiyor. Kritik altyapıyı hedef alan siber tehdit, artık insan zihnini hacklemede de ciddi bir araç olma yolunda ilerliyor. Yapay zekanın gelişimine baktığınız zaman başka bir boyuta evrilmiş durumdayız. Sosyal medya artık bununla manipüle ediliyor. Öncelikler okunabiliyor, davranışlar kestirilebiliyor, kişilik analizleri daha rahat yapılabiliyor. İltisak analizleri çok daha rahat yapılabiliyor. Her şeyin bu kadar rahat yapıldığı bir dönemde tehdit de tabiatıyla boyut değiştiriyor. Yani siz artık kritik altyapınızın hedef alınması meselesi bir tarafa, ürettiğiniz hareketlilik neticesinde başkalarına öngörülebilirlikle ilgili bir veri seti sunuyorsunuz. Dolayısıyla yeni zamanlarda, datanın korunması açısından insanların çevrimiçi hareketliliğiyle alakalı bir sınır meselemiz var. Datanın hareketliliğiyle alakalı dijital sınırların oluşturulması gerekiyor. Bir başka deyişle, benim halkımın, devletimin işleyişiyle ilgili veriler her yere kolaylıkla gidip gelmemeli. Tüm bu açılardan, MİT’te görev yaptığım dönemden bu yana üzerinde çalıştığımız Siber Güvenlik Başkanlığımızın yakında hayata geçecek olması ülkemiz için hayati önem taşıyor.
Libya'nın doğusuyla da ilişkilerimizi ilerletiyoruz. Bingazi Başkonsolosluğumuzu açtık. Başkonsolosumuzu atadık. Oradaki bina ve diğer konuları da hallediyoruz. Libya’nın doğusundaki yetkililer ile temaslarımız devam ediyor. Kendileri Türkiye'ye geliyorlar. Türkiye'den gidenler var. Özellikle de iş adamlarımız. Malumuzun iş adamlarımızın Bingazi'de zaten yoğun faaliyetleri vardı. Şimdi o faaliyetler yeniden ağır ağır canlanıyor.
Libya’da Türkiye'nin önayak olduğu ve devamına büyük önem atfettiği çatışmasızlık ortamı, semerelerini veriyor. Çatışmasızlık ortamı ilerledikçe insanların bunun kalıcı olabileceğine dair inancı artıyor. Artık ekonomiye, yatırımlara, altyapı çalışmalarına yöneliyorlar. Bu konularda adım atıyorlar. Bu da iş adamlarımıza fırsat alanı doğuruyor. Türkiye olarak biz, Libya’da sahadaki gerçekleri göz önüne alarak milli birlik ve beraberliğin sağlayacak bir ortam oluşturulmasına büyük önem veriyoruz. Belirli bir strateji çerçevesinde bunu aşama aşama hayata geçirebilmek için elimizden geleni yapıyoruz.
Biz, Ege’deki sorunlar, Doğu Akdeniz’deki meseleler, Türk azınlığa dair meseleler dahil tüm sorunları bir paket olarak ele almayı tercih ediyoruz. Bunları hep birlikte ele almayı, imkan dahilinde de kamuoyunun gözünden uzakta tartışmayı tercih ediyoruz. Meselelerin aşırı politize edilmesini doğru bulmuyoruz. Ama
biliyorsunuz özellikle Yunanistan’daki iç politikada, Türkiye ile ilgili konular aşırı derecede politize edilebiliyor.
Biz pozitif gündem üzerinden ilerleyerek, kazan-kazan anlayışıyla mesafe almak istiyoruz. Milli menfaatlerimize halel getirmeden, var olan sorunları resmi yollardan çözmeyi, belirsizlikleri ortadan kaldırmayı hedefliyoruz. Bir yeryüzü cenneti olan Ege denizi, ülkelerimiz için bir ekonomik refah bölgesine dönüşmeli. Hedefimiz bu. Bu yapılabilir mi? Yapılabilir. Her iki tarafta da gerekli miktarda olgunluk olduğu zaman, yaratıcı çözümlerle bu hedefin yakalanabileceğine inanıyorum. Yunan muhataplarımızla arayışlarımız ve tartışmalarımız da zaten yönde. Şu anda, Ocak veya Şubat ayında, Yunanistan Başbakanı Miçotakis’in Türkiye ziyaretinde ülkelerimiz arasındaki Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi toplantısının da yapılması planlanıyor.
Türkiye olarak biz bu dedikoduları yalanladık. Bakanlık Sözcülüğümüz, Hamas Siyasi Bürosu’nun Türkiye'ye taşınmadığını açıkladı. Dediğiniz söylentileri Katarlılar da yalanladı. Dolayısıyla, şu anda dediğiniz türden bir şey söz konusu değil. Yani Hamas'ın Siyasi Bürosu Türkiye'ye gelmiş değil. Görünen o ki ABD’deki Demokratlar giderayak Hamas'ın üzerinde biraz daha baskı yapmak istiyorlar. Muhtemelen bu sayede kendilerince bir mesafe almayı umuyorlar. Ateşkes, barış anlaşması vesaire tarzı bir şey çıkar mı ya da rehineler ile ilgili bir gelişme olur mu, ona bakıyorlar. Ama onların şu anki ateşkes şartları, Hamas’ın kabul ettiği şartlar değil gibi gözüküyor.
Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Netanyahu ve Gallant hakkında tutuklama kararı çıkarması, tarihi bir hadise. Bu son derece değerli bir karar. Belli başlı ülkelerin bu kararı uygulayacaklarını söylemesi önemli bir gelişme. Bu gelişme, güç kullanımı dışındaki imkan ve araçları kapsayan diplomasi ve adalet mekanizması ile sonuç alınabileceğini göstermiştir. Gönül isterdi ki bu sonuç daha erken çıksın. Tutuklama kararının çıkmasında, uluslararası seferberlik neticesinde insanlık vicdanının İsrail'in izlediği soykırıma karşı artık ortak bir tavır alması ve ortak bir söylem etrafında birleşmesi de büyük rol oynadı. Artık herkes aynı noktaya geldi: Derhal ateşkes olsun, insani yardımlar başlasın ve iki devletli çözüm olsun. Ama İsrail bunları istemediğini her tutumuyla ortaya koyuyor. Apaçık soykırım işleyen İsrailli yöneticiler hakkında tutuklama kararı çıkarılmış olması elbette önemli.
Gazze’ye insani yardımların girişine halen müsaade edilmediği için orada 2 milyon insan halen açlıkla boğuşmaya devam ediyor…
Netanyahu ve Gallant hakkında tutuklama kararı çıkarılmış olması önemli ama bu tabii ki dediğiniz sorunu çözmüyor. Oradaki 2 milyon insanı açlıktan kurtarmanın artık tek bir yolu var: Gazze’ye gıda götürmek için uluslararası bir inisiyatif başlatılmalı. Zira diplomasinin tüm imkanları kullanılmış olmasına rağmen, Gazze’de 2 milyon insan tüm insanlığın gözü önünde taammüden aç bırakılarak ölüme mahkum ediliyor. Birleşmiş Milletler bunu maalesef önleyemiyor. Bu durumda uluslararası toplum başka alternatifler düşünerek, bu drama bir çare bulmalı. Ama bir savaş yöntemi olarak sivil halkın açlığa mahkum edilmesi, insanlığın katlanamayacağı bir konudur. Bu gaddarlığa mani olmak için diplomasinin bütün imkânları kullanıldı. Birleşmiş Milletler’de bunu önlemeye yönelik girişimler hep ABD vetosuna takılıyor. Bu insanlık dramı karşısında isyan etmemek mümkün değil. Gazze’de 2 milyon insanın açlık ve susuzlukla ölüme terk edilmesine seyirci kalınmamalı.
Evet, doğru. Çoluk çocuk, kadın demeden 50 bin Filistinli kardeşimizin katledilmesine tepki olarak, hava sahamızı açmadık. Gazze’deki insanlık dramını önlemeye yönelik bir adım atılmaması, milletçe hepimizi çok derinden yaralıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin hava sahasının kullanılmasına izin vermedik. Cumhurbaşkanımızın kararı bu yönde oldu. İzin verilmedi.
Azerbaycan tarafı konuyla ilgili diplomatik talebini iletti. Ama bu konuda bizim duruşumuz belli. Neticede, dediğim gibi, Türk hava sahasının kullanılmasına izin vermedik.
Nükleer savaş korkusu bunu da yaptırdı: 600 bin dolar değerinde
Putin’den yeni nükleer doktrin
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov: Nükleer silahın caydırıcı olduğunu düşünüyoruz
Satılık nükleer sığınak: ABD ile Rusya'nın olası gazabından koruyor
Netanyahu 26 Ekim'de İsrail'in İran'ın nükleer programlarına ait unsurunu vurduğunu duyurdu