Dünden devam...
‘’Nükleer Santral Felaketi:
Aday ülkelerden biri de Türkiye’ydi! Türkiye’de ikisi Akkuyu’da olmak üzere, yedi nükleer santralin kurulması için çeşitli ihaleler açıldı.
Amerikan Nükleer Deneme Komisyonu kayıtlarına göre; ‘son yedi yılda Amerika’daki nükleer santrallerde 34 bin operasyon hatası’ yaşandı.
Nükleer santraller ülkemizde faaliyete geçtiği zaman; Amerika’dakine benzer operasyon hataları meydana geldiğinde; bu hataların, ülkemizde nelere sebep olabileceğini hepimizin iyi değerlendirmesi gerekir!
Ayrıca, nükleer santral atıklarının ömrü 250 bin yıldır. Bu atıklar, ülkemizde nerede ve nasıl saklanacak, çevreye verecek zarar nasıl önlenecektir?
Bunlar cevabı olmayan sorulardır!
Birkaç yıl önce Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi üyesi Ünal Erdoğan, şu önemli konuya dikkat çekmiş ve şu açıklamayı yapmıştı:
‘’Ülkemiz dünya deprem kuşağında bulunuyor. Bir kaza veya şiddetli bir deprem olduğunu düşünelim! Gelişmiş ülkeler bir batağa girdiler… En iyisi diyorlar, biz bu teknolojiyi geri kalmış ülkelere kredi, rüşvet, özel yollardan verelim…’’
Marmara depreminde ülkemizde yaşananlar, uzmanların endişelerinin ne kadar yerinde olduğunu kanıtlamıştır.
İşin asıl önemli yanı şudur: Türkiye’nin nükleer santrallere ihtiyacı yoktur. Örneğin: Ülkemizde elektrik iletim ve dağıtım kayıpları, %30 civarındadır. Kayıpların %30’dan %10’a indirilmesi durumunda 4 bin megawatt kapasiteli bir enerji santrali üretiminin geri kazanımı, Akkuyu’da yapımı tamamlanan bin megawattlık nükleer santralin iki katı üretime denk düşmektedir.
Diğer bir imkân; su kaynaklarının elektrik potansiyelidir. Halen yılda yaklaşık 15 bin megawattlık enerji üretecek hidroelektrik santralleri inşa halindeyken, bin megawattlık nükleer santralin kurulmak istenmesi, ihtiyaçlarla açıklanamaz…
‘’Çevre Felaketi:
Failinin kendini en iyi gizlediği felaketlerden birisidir!
Çevremiz, denizlerimiz, havamız, suyumuz, ormanlarımız pervasızca kirletilir. Hükümetler, büyük holdingler, sanayiciler hep çevreci geçinir…
Fabrikaların atıklarıyla kirlenen dere suları bizimdir, mahallenin ortasından akar. Kirletilen denizler bizimdir, gençlerimiz orada denize girer. Kirli havadan en çok yoksul zarar görür. Çürüyen, kokan her şeyin zararı yoksuladır..!
Çevre kampanyalarını yürütenlere bakarsınız, tekelci patronlar, emperyalistler çok çevrecidir. Ama gerçek bu değildir!
Çevreye ilişkin kanunlara en başta sanayiciler ‘sanayi köstekleniyor’ gerekçesiyle karşı çıkarlar!’’
‘’Pekiyi, ülkemizin son 10 yılının çevrecilik karnesi nedir? ( Bk. Kaynakça: 9)
Hes’lerden orman talanına yol açan 2B yasasına, zeytinciliğin sonunu getiren yönetmenliklerden, binlerce ağacı ve canlı türünü yok edecek ‘çılgın projelerle’ ne yapılmıştır?
20 bin yarasa sular altında kaldı!
Mağara katliamı…
2010 yılında, Çevreciler tarafından Türkiye’de Edremit Körfezi’ndeki Havran’ da bulunan 10 farklı türden 20 bin yarasa eşleşmek için kullandığı mağara; tüm eylemlere rağmen, baraj kapaklarının kapanmasıyla sular altında kalarak can verdiği açıklandı…
Ancak çevrecilerin bu iddiası karşısında dönemin Orman ve Su İşleri Bakanlığı konuyla ilgili olarak: ‘’Edremit – Havran projesinde; doğa-insan-ekonomi dengesi gözetilerek inşa edilen Havran Barajı’nda, yarasalar zarar görmeden su tutulabilmiştir. Böylelikle hem yarasalar için yeni bir habitat oluşturulmuş, hem de yöre çiftçisi baraj sayesinde taşkın zararlarından korunmuş ve ihtiyaç duydukları mevsimde sulama suyuna kavuşmuşlardır. Ayrıca düşmekte olan yer altı su seviyesi ve rezervleri de korunmuştur.’’ Açıklamasını yapmıştı.
Tamamen birbirinin zıttı olan bu açıklamaların hangisi doğruydu? Bunun cevabını; o bölgede doğal yaşamın rengi olan yarasaların varlığı ve üremeleri verecektir.
Devamı yarın...