Saygıdeğer Önce Vatan Gazetesi okurlarım, yıllardır dünya gündemini meşgul eden, bizleri gittikçe de karamsarlığa sürükleyen en önemli konulardan biri de çevre kirliliği sorunudur. Hızlı nüfus artışı ve enerji kullanımının hızla artması, kirliliği tetikleyen unsurların başında gelmektedir. Büyük bir hızla gelişen teknolojik rejenerasyon, insan yaşamını da büyük ölçüde değiştirmekte, bu durum da çevreye olan insan etkisinin artarak ve çeşitlenerek sürmesine neden olmaktadır. Küreselleşme dünya ölçeğinde büyük bir değişim ve dönüşümün yaşanmasına ve farklı sıkıntılara yol açmaktadır. Çağımızın en önemli sorunlarından biri sayılabilecek çevre kirliliği, küresel veya yerel boyutlarda gelişebilmektedir. Küresel boyutta olan çevre kirlilikleri, tüm insanlığı etkileyen sorunlardandır. Bu yazımda küresel kirliliği oluşturan sorunlardan biri olan, ozon tabakasının delinmesi ile ilgili bazı bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Biliyoruz ki, ozon tabakası yerden 30 ve 90 km arasındaki atmosferin bir parçası olup, potansiyel zararlı ultraviyole radyasyonların toprak yüzeyine ulaşmasını engellemektedir. Ozonun tükenmesi Antarktika üzerinde daha ziyade kış mevsiminde oluşmakta, yaz aylarında ise büyük oranda normal seviyelerine dönmekte ve tükenme miktarı ise yıldan yıla farklı oranlarda değişmektedir. Ozon, hayvanların ve bitkilerin yaşam dokularına zarar veren ultraviyole radyasyonunu bloke etmektedir. Stratosfer içinde ozon olmadan, dünyada yaşam kısaca imkânsızdır diyebiliriz.
California Üniversitesi Bilim adamlarından olan Sherwood Rowland ve Mario Molina ilk defa, ozon tabakasındaki incelemenin kloro floro karbon (CFC2) gazları ile ilgili olduğunu ortaya koymuşlardır. Gerçek odur ki, ozon tabakasının azalması küresel iklim değişikliklerine yol açtığı gibi, atmosferin yeryüzüne yakın kısımlarında biriken hidrokarbon gazları, kuvvetli güneş ışınları altında uğradığı kimyasal değişme sonucu atmosferde kirlilik oranını önemli oranda arttırmaktadır. Sayısı milyarları aşan püskürtücülerde, soğutma sistemlerinde, plastik köpüklerde, eritici sıvılarda, klimalarda kullanılan bu renksiz ve kokusuz CFC gazları zaman içinde atmosferin üst tabakalarında yani Stratosfer tabakasında birikmekte ve güneşten gelen radyoaktif ışınlara karşı dünya yaşamını koruyan ozon tabakasında uğradıkları kimyasal değişme sonucunda ozon gazlarını yok etmektedir. Küremizi saran ve kilometrelerce yüksekliğe çıkan hava tabakası yani atmosfer, çeşitli gaz kümelerinden oluşmakta olup, bu kümeler yoğunluğuna göre kat kat dizilmiş haldedir. Bu katlara açıklık getirecek olursak, yerden 17-50 km yükseklikte stratosfer tabakası yer almaktadır. Bu tabakanın 25-35 km’si ozonosferden oluşmaktadır. Troposfer yerden 10-17 km, Mezosfer 50-80 km, İyonesfer ise 80-400 km de yer almaktadır. Ozonosfer tabakasının en önemli görevi güneşten gelen ultraviyole ışınlarına, diğer ifadeyle morötesi-gözle görülmeyen ışınlara süzgeç görevi yapmaktır. Güneşten gelen ışınların dalga boyları çok kısa olduğu için gözle görülememektedir Güneş enerjisinin % 9’unu oluşturan bu çok kuvvetli ultraviole ışınları ozon tabakasındaki süzgeçleme sonucunda tutularak, bu ışınların ancak yüzde 2-4 oranında yeryüzüne gelmesi sağlanmaktadır. Bu oranda yeryüzüne varan ultraviyole ışınları, yeryüzü yaşamı bakımından tüm canlılar üzerinde çok önemli bir rol oynamaktadır. İnsan teninin esmerleşmesine, D vitaminin oluşumuna, bitkilerde bazı hormonların gelişmesine, bitkilerde ışığa yönelime yardımcı olmaktadır. Dalga boyları 2600 angström olan ultraviyole ışınları bakterileri öldürmekte veya en azından aktivitelerini ortadan kaldırmaktadır. Biliyoruz ki, bu nedenledir ki mikro organizmasız olması gereken üretim ünitelerinde ultraviyole lambaları, ışınları kullanılmaktadır. Ultraviyole ışınlarının zararlı etkilerinin en başında, genetik değişiklikler yaratılması gelmektedir. Yüksek dozda ultraviyole ışınlarının normalin üzerinde absorbe edilmesi (emilmesi) sonucunda, canlı hücrelerinde yer alan DNA (deoksiribonükleik asit) kalıtım maddelerinde tahribat meydana gelmekte, bunun sonucunda gen değişimiyle mutasyon olayı gerçekleşmektedir. Güneş radyasyonuyla organizmalar arasındaki denge bozulunca ortaya çıkan genetik değişim, bu canlılardan dünyaya gelecek yeni kuşakların tamamen değişik karakterde olabilmesine imkan verebileceği gibi, sonu belli olmayan kalıtım değişiklikleri de meydana getirebileceği endişesi duyulmaktadır.
Teknolojik gelişimler çerçevesinde, çok güçlü jet motorlarına sahip olan uçakların motorlarının ozonu parçalayarak ozon tabakasının incelmesine neden olan diğer bir mekanizmayı oluşturduğu da bilinmektedir. Güçlü motorlara sahip olan ve çok yükseklerden uçan uçakların ozon tabakasında % 12’lik bir incelme oluşturacağı hesaplanmıştır. Ozon tabakasının incelmesine neden olan diğer bir mekanizma da azot oksit gazlarıdır. Bilim adamları atmosferdeki azot oksit gazı miktarı, günümüzdeki miktara göre, %20 artar ise, ozon tabakasının kalınlığının yaklaşık % 4 oranında azalacağını ifade etmektedirler. Motorlu araçların egzozlarından saçılan ve etrafa yayılan zehirli gazlar, Freon gazı, spreylerden ve soğutma sistemlerinden atmosfere yayılan CFC (kloro floro karbon) gazının, atmosferde yükselerek, ozon tabakasının bozulmasına ve incelmesine neden olduğu yıllardır bilinmektedir. Bu nedenle, UNEP’in öncülüğünde “ozon tabakasının korunması” ile ilgili bir taslak hazırlanmış ve Kopenhag’da CFC2 ve Halon, 1,1,1 trikloroetan ve karbon tetraklorid gibi diğer gazların zaman içinde kullanımdan kaldırılması kararlaştırılmış, daha az zararlı gazların alternatif olarak kullanılması çalışmalarına hız verilmesine karar verilmiştir. Her geçen gün bu çalışmalara paralel olmak üzere bazı üretimlerden de vazgeçilmesi, sanayiden azot oksit gazı atımının kontrol altına alınması gibi önlemler öngörülmektedir.
Bilinen odur ki, insanoğlunun gelişimi başlarda yaşam, doğal çevre ile uyum içinde süregelmiştir. Ancak dünyada gerçekleşen toplumsal ve teknolojik gelişmelerin hızla artışı karşısında ekolojik sistemin bu hassas dengesi giderek bozulmuş ve bu bozulma büyük bir hızla sürmektedir. Burada aklımızı kurcalayan en önemli konu, bu tehlikeli gidişatın seyircisi durumunda olan bizler ise dünyada dengeli bir çevrenin korunamaması halinde tüm canlıların varlığının sürmesinin olanaksız olduğunu acaba ne zaman anlayacağımız veya anlayamayacağımız(!) ikilemidir.
Yaşanılabilir güzel bir dünya fedakârlık, özveri gerektirmektedir. Bizler bunun bilincinde olup, tüm gücümüzle bu güzelliğe sahip çıkmak zorundayız. Aksi takdirde yaşadığımız ve yaşayabileceğimiz olumsuzluklardan asla şikâyet etmemeliyiz.
Sağlıklı, mutlu, güzel bir dünya diliyor, saygılar sunuyorum.