Bülent Tokgöz / Yazar
İsrail Başbakanı Netanyahu, ABD Kongresi’nde methiyeler dizmeye doyamadığı eski başkan Trump’la Florida’daki malikânesinde bir araya geldi. 2020 seçimlerinde Trump’ın öfkesini celbettiğinden beri ilk kez yüz yüze görüşmeleri iki eski ahbabın küskünlüklerine son vermesinden daha fazla manaya geliyor.
İlçe şerifliği cuma günü yapılan toplantının Filistin yanlısı gruplarca gölgelenmemesi için fazla mesai yapmak zorunda kalmadı. Suikast girişimi sonrası artırılan güvenlik tedbirlerinin caydırıcılığı bunda etkili olmuş olabilirdi. Yine de göstericilerden birinin elindeki döviz çarpıcıydı: Hüküm giymiş suçlu, savaş suçlusuyla görüşüyor!
Trump’ın yaklaşan seçimlerde favori olduğunun iyice belli olmasından sonra Netanyahu’nun perde gerisinde onunla görüşme çabası içinde olduğu biliniyordu. 4 Temmuz’da Amerikan Bağımsızlık Günü münasebetiyle telefonda kendisini tebrik etmiş, 13 Temmuz’daki suikast girişimini ilk kınayan liderlerden olmak için de elini çabuk tutmaya çalışmıştı.
Trumpvari mübalağalı bir arka plan önünde kitabının bir nüshasını konak sahibine hediye ettiğinde, olanca yakınlaşma gayretine rağmen kitabın sayfalarını çevirip pasajlar okurken Trump’taki ekşimenin tam geçmediği fark edilse de onun da yeni bir sayfa açmayı uygun bulduğu ortadaydı.
Kırgınlığın kökeninde 2020 seçimlerinde Trump seçimin geçerliliğini sorgularken Netanyahu’ya içerlemişti:
“Biden’ı ilk tebrik eden kişi, muhatap olduğum diğer herkesten daha fazlasını yaptığım Bibi Netanyahu’ydu. Bibi sessiz kalabilirdi. Korkunç bir hata yaptı.”
Lakabıyla andığı Benyamin için şöyle diyordu: “Bibi’yi sevdim. Hala Bibi’yi seviyorum. Ama sadakati de seviyorum.” Doğrusu sadakatsizliği sebebiyle burada aktaramayacağımız çok galiz küfürler de sarf etti vaktiyle. Şu var ki Bibi, Biden’ı kutlayan ilk lider değildi, Trump’ın hışmına uğramamak için 12 saat beklemişti.
Görevde bulundukları dört yıl boyunca en yakın siyasî müttefik görünen ikili, kapalı kapılar ardında başkaca ihtilaflar da yaşamış. Trump’ın açık ettiği bu hususlardan biri, Kasım Süleymanî suikastıyla ilgili tam vuzuha kavuşmayan durumlar. Diğerleri de Netanyahu’nun Filistinlilerle barış istemiyorken kendisini oyalaması ve İran’a karşı kullanması…
Halbuki Trump onlar için neler yapmıştı neler… İran anlaşmasından çekilme, ABD Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma, bölgede askerî güç bulundurma, Golan Tepelerinin İsrail’in parçası olarak tanıma… Bu son hamle tam da Netanyahu’nun anketlerde geride olduğu Nisan 2019’da “seçimden hemen önce” gelmişti ve Trump bunu başa kakmakta beis görmüyordu: “Ben olmasaydım seçimi kaybederdi.”
Trump, son buluşmada lisan-ı hâl ile yer yer hınçlı davransa da lisanıyla “Asla kötü değildi, her zaman iyi ilişkilerimiz oldu” diyor, sureta âlicenaplık yapıyordu. Daha fazla kişiselleştirmeden “İsrail’e karşı çok iyiydim, hiçbir başkanın olmadığı kadar iyi!” diye konuyu başka bir bağlama oturtmaya çalışıyordu. Aslında tıpkı Netanyahu’nun oturtmak istediği bağlama: Muhafazakâr seçmenin -her iki ülkede de- yaklaşan seçimde yanlarında durmasını sağlamak. İkili, hazzettiği için değil, zaruret sebebiyle birbirine teveccüh gösteriyordu.
Bunu da en fazla ihtirasla dışa vuran yine Trump’tı. Konuğunun evvelce görüştüğü yeni rakibi Kamala Harris’in beyanlarını gündeme getirerek “Aslında Yahudi olan birinin ona nasıl oy verebileceğini bilmiyorum, bu onlara kalmış ama İsrail’e karşı gerçekten saygısızdı” diye konuştu. Onca senedir bir Yahudi’yle evli olsa da Harris’i, Yahudileri ve İsrail’i sevmemekle suçlamasına sebep olan şey ise Netanyahu’nun sessiz kalmayı seçtiği bazı ifadeleriydi.
Beyaz Saray alışılageldik İsrail yanlısı dili kullanmayı sürdürse de Harris, “Oradaki vahim insanî durumla ilgili ciddi endişelerimi açıkça belirttim. Sessiz kalmayacağım” demişti. İsrail’in kendini savunma hakkını tekraren teslim etmesi de onu yeterince saygılı yapmamıştı anlaşılan. Halbuki bu sadece bir tonlama farklılaşması denemesiydi ve herhangi bir politika değişikliği manasına asla gelmiyordu. Trump aleni biçimde son 100 günde Demokratlara oy veren Yahudileri çelmek için bunu bir fırsat olarak kullanma peşindeydi.
Netanyahu diplomatik bir dille döne döne başkan kim olursa olsun İsrail’in onunla yakın bir şekilde çalışacağını söylese de oy verme hakkı olsa tereddütsüz Trump’a vereceğine şüphe yok. Nitekim açıktan onun kampanyası için çığırtkanlık yaptığını Mısır’daki sağır sultan bile duyuyor. Bu yeni bir durum da değil; son yirmi yıldır siyasî ikbalini Cumhuriyetçi Parti’ye bağlayarak geçirmiş biri o. Kendi kabinesi de tabanı da Trump için yanıp tutuşuyor. Aralarından su sızmayan Elon Musk da Trump’ı açıktan destekliyor.
Görüşmede geçen beyanları bütüncül bir bakışla ele aldığımızda geleceğe dair ne tür bir tablo ortaya çıkıyor? Trump yaklaşan 3. Dünya Savaşı söylemine atıfta bulunarak bunu ancak kendisinin durdurabileceğini söyledi. Burada kast ettiği açıkça Ukrayna’daki savaştı. Doğrusu ilgi ve enerjisini oradan çektiğinde Orta Doğu ve Çin’le uğraşmaya daha fazla hevesli olduğu su götürmez bir gerçek. Peki Orta Doğu’yla ilgili kafasında ne var?
“İlk dönemim boyunca bölgede barış ve istikrar sağladık, hatta tarihî İbrahim Anlaşmaları’nı imzaladık ve bunu yeniden sağlayacağız.” İşte bu. BAE, Bahreyn, Sudan ve Fas’ı masaya oturtup İsrail’le normalleşmeye ikna ettiği gibi kalan Arap ülkelerini de bir bir masaya oturtmak. Eylül 2020’de Trump’ın aracılık ettiği anlaşmaların imza töreninde Beyaz Saray’da başkanı son kez gören Netanyahu’nun en büyük düşlerinden biri bu: Suudî Arabistan’la süreci tamamlamak. Bu Filistin davasının defin merasiminin tastamam bitmesi manasına geliyor.
Trump da sık sık Gazze hakkında “bu işin bir an evvel bitirilmesi gerektiği”ni söyleyip duruyor, defin törenine geçmeden önce. Ne ki bunun tam olarak nasıl yapılacağını açıkça dile getirmiyor. Oval Ofis’teki eski koltuğuna tekrar dönerse o zaman belki biraz daha açık konuşabilir.