Okuyucularımızdan Salih AYDIN, Abdullah ERKÖSE, Süleyman KAYA, İsmail İNCE, Sakine AYCAN, Alev ATILGAN ve Nermin Oktay’ın soruları “Savaş” ve “Barış” üzerine…
Filistin’de. Gazze’de, Rusya'da, Ukrayna'da ,Dünyada savaş... Ülkemizde Barış...
Sorular bir hayli uzun…
Birbirine benzer soruları birleştirerek özetlemek ve sizlerle de paylaşmak istiyorum:Okuyucularımız özetle soruyor:
SORU : “Bizim PKK ve diğer terörist gruplarla yurt içinde ve dışında savaşımız devam ediyor…
Terör devleti İsrail; Gazze’de. Filistin’de 40 binin üzerinde Müslüman şehit etmiş, komşu ülkelerine saldırı peşinde…İslam ülkelerinde de asırlardır iç savaşlar oluyor. Tarihte Emeviler ve Abbasilerde de iç savaşlar vardı. Günümüzde şu anda Suriye'de ve Irak'ta iç savaş var. Ve bu ülkelerdeki teröristlerle savaşımız devam ediyor.1960 ihtilalini “Kansız İhtilal “diye niteleyenler Rahmetli Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’yu idam ettiler…
Bu Türk Milletiyle savaş değil midir? Barış bunun neresindedir?
Barış ve savaş hakkında İslâmiyet’in görüşleri nedir?
Müslümanlıkta savaşlar saldırı için mi yoksa barış için mi yapılmıştır?
Savaş kan dökmek değil midir? Öyleyse barış bunun neresindedir?
Müslüman Türkler savaşta kan dökmemiş midir? Bedir, Uhut, Hendek, Niğbolu, Kosova, Varna savaşlarında, Malazgirt’te, İstiklâl Savaşı’nda, 28 Şubatta, 12 Eylülde, 27 Mayısta ve Fetö’nün ihtilal denemesinde kan dökülmemiş midir?
Kur’an savaşı teşvik etmiş midir? Barış hakkında Ayet ve Hadis var mıdır?2024’lü yılları yaşadığımız şu günlerde barış hakkında İslâm’ın görüşü dünyadaki ve ülkemizde yaşananlara ters düşmüyor mu?”CEVAP: Terör devleti İsrail; Gazze’de. Filistin’de 40 binin üzerinde Müslüman şehit etmiş, komşu ülkelerine saldırı peşinde…
Komşumuz Suriye'de ve Irak'ta iç savaş nedeniyle kan gövdeyi götürüyor…
Bundan önceki dönemlerde Libya’da, Irak’ta, Mısır’da neler olduğunu hepimiz biliyoruz…
Yıllar yılı İsrail, Filistinlilere kan kusturuyor…
Afganistan'da Müslüman kanı akmaya devam ediyor…
Bir de ülkemizde olup bitenler…
Ergenekon davaları… Balyoz davaları…1960 İhtilali…12 Eylül darbesi…28 Şubat Postmodern darbe.…
Bütün bu olaylar okuyucularımızın zihninde değişik sorular oluşturuyor.İnternet siteme (ve mail adresime günde 10’nin üzerinde mail geliyor…
Gelen mail’lerden bir kısmı soru şeklinde…
Yeri geldikçe değişik gazetelerde ve özellikle İnternet sitelerinde bu soruların cevabını okuyucularımla paylaşmaya çalışıyorum.
Son günlerde gelen soruların büyük bir çoğunluğu Savaş ve Barış üzerine…
Okuyucularımız bazı konularda çok hassas davranıyor…27 Mayıs 1960 İhtilalini sorgulayanlar,12 Eylül darbesi üzerine fikir beyan edenler, 28 Şubatla ilgili ve Fetö’nün ihtilal denemesi hakkında niçin sık sık yazı yazmadığımı soranlar…İslâm dininin insanları ulaştırmak istediği en önemli hedeflerinden birisi barış içinde yaşamaktır.İslâmiyet barış dinidir. İslâm kelimesinin bir anlamı da barış halinde olmaktır.
Müslümanlığı benimseyen, İslâm’a inanan, İslâm’ın emirlerini yerine getirmek için çaba sarf eden kimseler; Her türlü şartlarda doğru bildiğine karar vermeli, önce Allah’la, sonra kendisiyle, en sonunda toplumla ve insanlıkla barış halinde olmalıdır.--“Allah’a karşı barış halinde olmak” demek; Onun gönderdiği emirleri tutmak, yasaklarından kaçınmak, Peygamberlerine, kitaplarına inanmak, onun gösterdiği yoldan yürümek demektir. Allah’a inanan, onun emrettiği şekilde yaşayan, gönlünde Allah inancı olan insanlarla birlik olan, Allah dostlarına destek veren, Allah'a karşı barış halinde olan insandır.--“Kendine karşı barış halinde olmak” demek; Dengeli ve dürüst bir hayat sürmek demektir.
Allah’ın kendisine emanet olarak verdiği vücudunu; içki-kumar gibi kötü alışkanlıklarla yıpratmamasının gerekliliğini bilmektir.Ölçülü yaşayan, yapacağı görevin kutsallığına inanarak insanlarımızdan destek isteyen ve destekleyeceği kişilerde güven- inanç, dürüstlük arayan, doğruluk prensibinin kutsallığını kendi iç dünyasında yaşatan insan, kendine karşı barış halinde olan insanlardır.--“İnsanlara karşı barış halinde olmak” demek; çevreye kötü örnek olabilecek davranışlardan kaçınmak, herhangi bir mevki ve makama geldiği veya getirildiği zaman topluma yararlı işler yapmak, devletten aldığı her kuruşun hakkını alın teriyle ödemek, lâyık olmadığı görevlere talip olmamaktır.
Bir göreve talip olacağı zaman yapabileceklerini vaat etmek, değişik vaatlerle iş başına geldiği zaman dürüst-adil hareket etmek, insanlarla kardeş gibi yaşamaya çalışmak demektir.
Elinden, dilinden ve davranışlarından insanların emin olduğu kimse; Dürüst, güvenilir, namuslu insandır.
Gönlünde vatan, millet, bayrak sevgisi yatan kimse; İnsanlığa karşı barış halinde olan kimsedir.
Allah'ın emirlerine inanan ve hatta yönetime talip olan insan; Yalancılık, sahtekârlık, rüşvet, yolsuzluk, karaborsa, zimmet, iltimas gibi halkımızın benimsemediği davranışlardan kaçınmalıdır.
Kin ve intikam, huzursuzluk, karamsarlık ve hırçınlık gibi zaaflardan kurtulmalı, herkesle barışık olmalıdır.İç huzura ermek ve vicdanen huzurlu olmak ancak bu suretle mümkün olur.27 Mayıs 1960 ihtilali,12 Eylül darbesi,28 Şubat darbesi ve 28 şubat kararları ve Fetö'cülerin ihtilal denemesi gerçekten düşündürücü…
"SALDIRANLAR" da "SALDIRILANLAR" da aynı ülkenin insanları…
"Saldıranlar" ve "saldırılanlar..."
Barış bunun neresinde?
Müslümanların Müslüman olmayanlarla münasebetlerinde bile esas olan “BARIŞ ”tır.İslâmiyet’te savaş, kan dökmek için değil, İslâmiyet’i tebliğ ve Müslümanların emniyetini sağlamak için yapılır.“-Müslümanları ve Müslümanların topraklarını düşmanın taarruzundan korumak ve esaret altına girmemek’”,“-İnsanlar arasında güvenliği kurarak din ve vicdan hürriyetini sağlamak”,“-Zayıfları ve güçsüzleri zalimlerin zulmünden kurtarmak” İslâmiyet’te savaşın haklı gerekçeleridir.
Bunlar “meşru müdafaa” ile izah edilebilecek sebeplerdir.“Asr-ı saadet” ve bunu takip eden “Hülefa-i Raşidîn” devirlerinde yapılan savaşların hepsi nefs-i müdafaa savaşlarıdır.“Bedir”, “Unut”, “Hendek” ve diğerleri hep savunma savaşlarıdır.
Müslüman milletimizin tarihteki savaşları da bu espriye uygundur.
Niğbolu, Kosova ve Varna’dan İstiklâl Savaşımıza kadar bütün savaşlarımızda “meşru müdafaa” haklı sebebi vardır.
Malazgirt Zaferi ‘den sonra mağlûp ordu ve kumandanına barış eli uzatılmış, İstanbul’un Fethinden sonra Bizans halkına milletimizin tarihi müsamahası sergilenmiş, 30 Ağustos Zaferi’nden sonra istilâcı ordunun kumandanına güler yüz gösterilmiştir.
Cenab-ı Allah Bakara Sûresi’nin 208. ayetinde inananlara sulh çağrısı yapmakta ve şöyle buyurmaktadır:“Ey iman edenler!.. Hep birden barışa girin.”
Aynı sûre’nin 224′üncü ayetinde de barış emri te’yid edilmektedir:“-Müslümanların arasını düzeltmeniz, günahtan sakınmanız ve iyi olmanız için Allah’a yaptığınız yeminleri engel kılmayın. Allah her şeyi işitir ve bilir.”“Sulh hayırdır” ayetinde ise, her işimizde “sulhu” tercih etmemiz bildirilmektedir.
Bu sebepte; “Yurtta ve cihanda sulh” dinimizin de emridir.
Yurtta ve cihanda sulh halinde olmak, güçlü bulunmaya bağlıdır.
Sulh ve sükûn istiyorsak, devlet olarak güçlü olmaya mecburuz.“Güçlü devlet” olmak, dışarıdan yapılacak saldırılar için caydırıcı bir sebeptir.İçerde ve dışarıda barış istiyorsak, “en güçlü” olmaya mecburuz.“Gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayınız” ayeti bunu emreder.“Düşmana düşmanın silâhı ile mukabele ediniz.” Hadis-i Şerifi bunu tavsiye buyurur.
Bu sebeple cephede de, cephe gerisinde de güçlü olmalı, sulh ve sükûnu sağlamak üzere her zaman hazırlıklı bulunmalıyız.
En etkili barış, kuvvetli olmaktır.
Barışı prensip edinen Peygamberimiz, yaşayışında hep sulh istemiş, fakat bunu sağlamak üzere hep savaşa hazır olmuştur.
Biz de Peygamberi örnek edinen bir millet olarak barışa talip olmalı, ancak bunu sağlamak üzere güçlü bulunmalıyız.
Zira inandığımız Müslümanlık, kendi iç dünyamızda da çevremize karşı da daima “BARIŞ” halinde olmamızı emreden bir dindir.
Biz Türk milleti olarak bugünlere kolay gelmedik. Barış için savaşırken pek çok insanımız cephede kolunu, bacağını kaybetmiş, şehit düşmüştür.
Rus ordularının, Haçlı ordularının, Yunan ordularının yaptığı zulüm nesilden nesile anlatıla gelmiştir.Öyleyse aramızdaki bu ayrılık niye?
Bu ihtilaller,bu karışıklıklar niye?...
Artık millet olarak, siyasetçi olarak, insan olarak, cemiyet olarak, aile olarak toparlanmaya, birlik-beraberlik içinde, barış içinde yaşamaya mecburuz.
Kur’ân-ı Kerim’de;“Birbirinizle ihtilafa düşerek çekişip durmayın. Aksi halde başarısızlığa düşersiniz. Gücünüz, kuvvetiniz kaybolup gider,” buyrulmaktadır.
Yine:“İnanmayanlar bile birbirlerine yardımcıdırlar… Şayet siz böyle yapmazsanız yeryüzünde büyük bir fitne ve kargaşa ortaya çıkar” buyruluyor…
Peygamberimiz de:“Sakın benden sonra ihtilafa düşmeyiniz” buyuruyor.
Ayet ve Hadisler bizlere bir mesaj vermektedir.
Aklı başında olan herkes bir konuda karar verirken bu mesajları iyi düşünmek lazımdır. Dünya yürüyor…
Yürüyen ve ilerleyen dünyada düşmanca davranmak, barış halinde yaşamamak bizleri çağın ve ihtiyaçların gerisine götürecektir.
Devlet olarak, millet olarak, iktidar ve muhalefet partileri olarak menfaatimiz ayrılıkta, kavgada değil, birleşmede ve barıştadır.2024’lü yılları yaşadığımız şu günlerde her şeyin en doğrusunu yapmalı, PKK ve Fetö yandaşlarını yok ettikten sonra vereceğimiz en doğru kararlarla ülkemizin geleceğini, kendi geleceğimizi, çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceğini kendimiz belirlemeliyiz.
Hoşça kalınız.