Türk Milleti’nin kültürel değerleri konusundaki Mehmet Kaplan’ın muhteşem yazısını bütün Türk Dünyası’nın dikkatlerine bir daha sunmayı borç biliyorum:
“Türkiye'de kültür konularını ilk defa ciddî ve ilmî bir şekilde ele alan ve onu millî varlığın temeli yapan Ziya Gökalp, kelimenin kök manasına uygun olarak "hars" kelimesini kullanmıştır. Son yıllarda yine kelimenin kök manasına uygun olan "ekin" kelimesi kullanılmakta ise de henüz yaygın hale gelmemiştir.
İlim ve fikir adamlarının çoğu "kültür" kelimesine "tabiat’a” zıt bir mana vermektedirler. İnsanoğlunu diğer hayvanlardan ayıran taraf, tabiatın verdiği ile yetinmemesi, onu değiştirmesi, kendi emrinde kullanması ve aşmasıdır. Bu maksatla vücuda getirilen maddî ve manevî her şey, "kültür" sahasına girer.
"Kültür", maddî ve manevî her şeyi işlemek ve geliştirmek demektir. İnsanoğlu tabiatı işleyerek kendi iradesi altına aldığı gibi, kendisini de maddî ve manevî olarak işlemiştir. Teknik tabiatı, spor ve tıp vücudu, sanat duygu ve hayali, ilim ve felsefe düşünceyi işlemekle vücuda gelmiştir.
"Kültür" asırlar boyunca gelişmiştir. Bu gelişmede çeşitli kültürler arasındaki münasebetlerin büyük rolü vardır. Milletler tarih boyunca birbirlerinden maddî ve manevî pek çok şey almışlardır.
Fakat şahsiyet sahibi milletlerin kendilerine ait kültürleri de vardır. Yüksek seviyede olan hiçbir kültür "saf" değildir. Medenî milletlerin istisnasız hepsi başka milletlerin kültürlerinden istifade etmişlerdir.
Büyük Fransız şair ve fikir adamı Paul Valery "arslanın vücudu yediği hayvanlardan oluşur" der. Bu fikir, fertlerin kültür hayatına uygun olduğu kadar millî kültür sahasına da uygundur. Nasıl bir fert, maddî ve manevî şahsiyetini dışardan aldığı gıdalarla geliştirebilirse, milletler de öyledir. Fakat arslan yediği bütün hayvanları kendi vücuduna kalb eder. İnsanlar, toplumlar da öyledir. Her fert ve millet dışardan kendi bünyesine uygun olanları seçer. Bu bakımdan seçilen unsurlar son derece önemlidir. Nasıl hayvanlar ve insanlar dışardan bünyelerine uygun olmayan gıdaları alınca rahatsız olur, hastalanır, hatta ölürlerse, millî varlığa uygun olmayan yabancı kültürler de milletleri öldürebilir. Dünya ve Türk tarihinde yabancı kültürleri benimsemek yüzünden yok olan devletler vardır.
Türkler Çin'de Milattan çok önce hanedan kurmuşlardır. Çin ve Türk kültür münasebetleri üzerinde kaynaklara dayalı araştırmalar yapan Alman âlimi Prof. Dr. Wolfram Eberhard, M.Ö. 1050¬247 yılları arasında Çin'e hâkim olan Chou hanedanının menşe itibariyle Türk olduğunu ileri sürer.
Atı, arabayı, bronzu, hayvan takvimini ve gök dinini Çin'e Chou'lar sokmuştur. Chou'lardan sonra Çin'de daha birçok Türk hanedanı kurulmuştur. Fakat bunların çoğu büyük Çin denizinde erimişlerdir. VIII. yüzyılda Orta Asya'da Orhun nehri kıyılarında dikilen Göktürk kitabelerinde Çin tesirinden büyük bir dehşet ve korku ile bahsedilir. Göktürk kitabeleri hayret verici bir uyanıklıkla Türklere, kendi millî kültürlerine sıkı sıkıya sarılmalarını vasiyet eder.
Türkler akıncı bir kavim oldukları için, gittikleri ve yerleştikleri her yerde yabancı tesirlere maruz kalmışlardır. Yalnız Çin'de değil, başka ülkelerde hanedan veya devlet kuran Türklerden de zamanla yok olanlar vardır. Bulgarlar IX. yüzyıldan önce Türk’tüler. Fakat bu asırlardan sonra Slav ve Hıristiyan kültürü tesiri altında kalarak, millî şahsiyetlerini kaybetmişlerdir. Çin'de büyük bir devlet kuran Tabgaç'lar da Budizm’i kabul ettikten sonra yok olmuşlardır. Türk tarihinde daha buna benzer bir yığın örnek vardır. Yalnız İslâmiyet birçok bakımlardan eski Türk medeniyetine uygun olduğu için, muazzam tesirine rağmen Türklüğü yok edememiş, tam aksine onun asırlarca süren büyük bir devlet ve medeniyet kurmasını sağlamıştır. Anadolu Türkleri, Anadolu'da ve Balkanlar'da, bin yıl boyunca eski Türk, İslâm, Bizans, Akdeniz ve Avrupa medeniyetlerinden aldıkları unsurlarla, yüksek bir kültür ve medeniyet kurmuşlardır.
Bu başarının başlıca sebebi, Anadolu'ya gelen Türklerin yerli kavimlerden çok ve kuvvetli olmalarıdır.
Türklerin en belirgin özelliği, "hür ve müstakil olarak yaşama," dünyaya hâkim olma iradesidir. Türk tarih ve kültüründe bunu gösteren pek çok örnek vardır. Fakat Türk, münasebette bulunduğu veya idaresi altına aldığı kavimlere saygılı ve âdil olmasını da bilmiştir. Anadolu Türkünün başarısını sadece kılıç kuvvetiyle izaha kalkışmak çok yanlış bir görüştür. Anadolu Türk devlet ve medeniyetini kuranlar sadece gaziler değildir. Mevlâna, Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre gibi, bütün insanlığı sevgi ile kucaklayan ve birleştiren velilerin de bunda büyük rolü vardır. Anadolu'yu fetheden Türkler her yerde camiler, medreseler ve tekkeler kurmuşlardır. Bunlar Türklerin yiğitlik ve kahramanlığına adaleti, sevgiyi, müsamahayı, zarafet ve inceliği katmışlardır.
Türklerin Anadolu'da ve Balkanlar'da vücuda getirdikleri kültür ve medeniyet, tarihin en güzel, en üstün, en insanî, en ince medeniyetlerinden biridir. Türkiye'ye gelen Avrupalı seyyahlar, edebiyatçılar, fikir adamları, ressamlar bu medeniyet ve sanat eserleri karşısında duydukları hayranlığı belirtmekten geri kalmamışlardır. “
(devam edecek)