Bu hafta Stefan Zweig’ın Bir Zanaatla Beklenmedik Karşılaşma’sıyla başlayalım. Bir pazar gününü anlatırken Zweig, “Pazar gününün keyfi ve neşesi sadece özenle giyinmiş mutlu insanların değil, hayvanların, hatta nesnelerin üzerine bile yansımıştı” diyor. Yazara kalırsa bu günün rahatlığı insanları, şehirleri, ağaçları, hayvanları da mutlu etmeye yetecek kadar çok… Peki ya bizim için? O hâlde bu karışık konuyu bir kez de editör-yazar Hamdi Akyol ile masaya yatıralım. İlk sorumuz “Klasik bir pazar gününüzü tarif eder misiniz?” Akyol’un cevabı şöyle oluyor: “Pazar günleri genellikle insanların tembellik yapma günüdür ama benim için uzun yıllardır tam tersi. Sabah 7.30 civarında uyanırım ve kahvaltı hazırlamak gibi bir keyfim vardır. Diğer günlere nazaran daha bir özene bezene kahvaltı olur bu. Öğlene kadar tembellik zamanıdır. Öğleden sonrasının en keyifli dakikaları, semt pazarına gidişimizdir. Doğumumdan itibaren İstanbul’da yaşamış biri olarak son bir senedir Bursa’dayım ve buranın pazarları inanılmaz derecede güzel, iştah açıcı. Her şey çok taze, günlük ve kaliteli. İstanbul’a göre de daha iktisatlı. Üç parça bir şey alacaksam da pazarı boydan boya gezip tezgâhları izlemek bile bana çok haz veriyor. İki haftada bir, mevsimin gereğine uygun gezintiye çıkarız. Kışları kapalı mekânlar, yazları ise Bursa’nın çok zengin tabiatı. Son zamanlarda eklediğimiz yeni alışkanlık, Botanik Park’a gidip uzun yürüyüş yapmak. Akşamları için bir rutinimiz yok. Artık serbest çalışan biri olduğum için, elimde bir iş varsa “bugün tatil” demiyorum, oturup işimi yapıyorum. Bir de son yıllarda roman çalışmalarım eklendi tabii ki…”
Elbette her günün kendine ait bir koşturması var. Ancak kimilerimize göre pazarlar oldukça “sıkıcı” geçiyor. Akyol’a bu konuda okurlarımıza bir tavsiyesi olup olmadığını sorduğumuzda bize öncelikle “Kim demiş pazar günleri sıkıntıdır diye?” diyor ve şöyle devam ediyor: “Buna katiyen iştirak etmiyorum. Bilakis, tüm ailenin bir arada olma imkânına kavuştuğu güzel bir gün. Birlikte bir şeyler yapmak için bir fırsat. Evet, modern zamanlardayız, herkes çalışıyor ve hafta sonları çamaşır, ütü, temizlik gibi “angarya” görülen işler de var. Ama doğru motivasyonla herkes bir ucundan tutunca bunlar çabucak bitiveriyor. Mesele, o angaryayı eğlenceye çevirmekte. Mesela ben ütü yapmaktan çok keyif alan bir insanım. Güzel de ütü yaparım. Benim bu keyfim, bir başkasının omuzundan da yük almış oluyor. Yani demem o ki, size sıkıntı gelen şeylere bakışınızı değiştirirseniz, sıkıntı olmaz. Sabık reisicumhurumuz Demirel’in de dediği gibi, ‘meseleleri mesele yapmazsanız mesele olmaktan çıkar!’”
Gelelim sinemaya… Sizce bugün izlenecek en iyi film hangisidir? Akyol, “Sadece pazar değil, herhangi bir gün izlenecek filmi belirleyen unsur, ilgi alanımızdır” diyerek şunları aktarıyor: “Mesela ben de eşim de aşırı derecede gerçekçi insanlarız. Bu yüzden fantastik filmleri asla izleyemiyoruz. Fantastik sinema harici her türlü film benim için izlenebilir. Ama illa bir film izleyecek olursam, benim için Godfather serisin ilk iki filmi listenin başındadır.”
Peki ya pazar günü hangi kitabı okursunuz, dediğimizde ise şu cevabı alıyoruz: “Pazar günlerine özel bir kitabım yoktur. İşim zaten “kitap okumak” olduğu için ve son yıllarda yoğunluğum sebebiyle özel olarak bir kitabı elime alıp okuyamıyorum. Ama başka bir meslekte olsaydım ve pazar günlerine özel ne okumak isterdim diye kendime sorduğumda, Çehov öyküleri diyebilirim cevap olarak.”
Pazarları favori mekânınız neresidir dediğimizde ise hepimizi gülümsetecek bir cevap duyuyoruz: “Üçlü kanepe.” Akyol bu cevabını şu cümlelerle açıklıyor: “Dünyanın en tatlı şekerlemeleri için üstüne tanımam! Yok, yaşadığım şehirde bir dış mekânı kastediyorsanız, öyle belirgin bir yer yok. Ruh hâlime, iklimin şartlarına göre anlık karar veriyoruz.” Akyol’a “en güzel ve en kötü geçen pazar gününüz hangisi?” sorusunu yönelttiğimizde ise biraz zorlanıyor ve şunları anlatıyor: “Babamı bir pazar günü toprağa vermiştik, ama bu o günü “kötü” yapar mı, bilemiyorum. Ölüm, hayatın bir parçası ve esas hayata doğru ilk adım. Üzücü evet, ama bu onu kötü yapmıyor. İyiye dair bir şey aklıma gelmedi.”
Gelelim en eğlenceli sorumuza: “Pazar günü bir insan olacak olsa nasıl birisi olurdu?” Akyol, “Muhtemelen bipolar bir insan olurdu veya ona yakın bir durum olan ikizler burcu insanı olurdu. Neşeli başlayıp yorucu ve sıkıcı bittiği gibi sıkıcı başlayıp neşeli de bitebilen bir gün” diyor.
Pazar günleri de çalışan, üretmeye devam eden Akyol, bu çalışma rutini hakkında da şunları anlatıyor: “Son bir buçuk senedir emekli olup editörlük mesleğimi serbest olarak icra ediyorum. Bu sebeple herhangi bir mesai anlayışına bağlı değilim. Öğleden sonraya kadar tembellik yapıp sonra gece saat ikilere, üçlere kadar masadan kalkmadığım olduğu gibi, günün de bir önemi yok. İş neyi gerektiriyorsa, öyle yaşıyorum.”