Hayat deneyimlerimizden, günlerin bize getirdiği hikâyelerden ibaret değil. Yaşadığımız her şey ruhumuzda çeşitli duygular da uyandırıyor. Mutluluk, korku, öfke, tiksinti ve utanma gibi... Yaşamın getirdikleri içinde bu hisleri yaşamak gayet normal, hatta gerekliyken bu duygulardan biri 1980’li yıllardan bu yana bir hastalık olarak kabul ediliyor: Utangaçlık. Peki ama neden? Bir insan için acı verici bir deneyim olmaktan uzak olan bu duygu neden bir hastalık olarak tanımlandı? Dahası, bir insanın dışa dönük olabileceği gibi içe dönük olmaya yönelik bir tercihi de olamaz mı? Bu bağlamda normale ve onun normalliğine kim, nasıl karar verir?
Utangaçlığın bir hastalık olmasının uzun bir tarihi yok. Takvimler 1980’leri gösterdiğinde Amerikalı psikiyatrlardan oluşan küçük bir grup geniş kapsamlı bir konsensusa vardı ve utangaçlıkla beraber ona benzer pek çok kişilik özelliği aniden kaygı - kişilik bozukluğu olarak kabul edildi. Onlara göre bu utanma halinin davranışsal boyutu psikolojik çatışmalardan ya da toplumsal gerilimlerden değil, beyindeki kimyasal bir dengesizlikten ya da sinirsel ileticilerdeki işlev bozukluğundan kaynaklanıyordu. Hatta bu tanı ve bilgiler psikiyatristlerin temel başvuru kitabı sayılan “Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders”ın içinde de yer aldı. Söz konusu kitabın 1994’deki baskısında “yeni ruhsal bozukluklar” başlığında incelendi. Uzaktan görünen şuydu ki bu başvuru kitabı ilaç endüstrisinin ve yönlendirilen sağlık hizmetlerinin yardımıyla, dünyanın ruhsal bozukluklara bakışını dönüştürmeye başlamıştı.
Yazar Christopher Lane’in Utangaçlık isimli eseri tüm bu gerçekliğin ne anlama geldiğini ve tüm bunlarda bir yanılgı payı olup olmadığını tartışıyor. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan eserini Lane Amerikan Psikiyatri Kongresi’nin yayımlanmamış ve son yıllara kadar erişime kapalı durumda kalmış geniş arşivinden yararlanarak yazmış. Sayfalar boyunca da DSM’nin üçüncü ve dördüncü basımlarının hazırlanmasında önemli rol oynamış kişilerin mektuplaşmalarını ve bu kişilerle bizzat yaptığı röportajları da kullanarak bu yetersiz tanımlanmış, esrarengiz kaygı bozukluğunun, sosyal fobinin nasıl çağımızın bir numaralı psikososyal sorunu haline geldiğini açıklıyor. Bizlere de bu ilginç soruşturmada derinleşmemiz için şu soruları yöneltiyor: “Nüfuzlu psikiyatrlar, ilaç firmalarıyla ortaklık kurarak (ya da onların sponsorluğunda) her ülkede insanların sadece küçük bir yüzdesine acı veren bir sorunu abarttılar mı? Neden utangaçlık gibi, zorlayıcı da olsa sıradan bir duygu durumunu, ilaçla tedaviyi gerektiren bir beyin kimyası bozukluğu olarak tarif ettiler?” Son olarak ekleyelim: Christopher Lane halen Chicago’daki Northwestern Üniversitesi’nde tıp Tarihi ve tıbbi beşerî bilimler alanında dersler veriyor. Bunun yanında New York Times, Washington Post, Boston Globe, Los Angeles Times, Chicago Sun-Times, Slate, TIME ve New Statesman gibi gazetelerde yazılar yazıyor.