Kültür -sanat, ekonomi ve seyahat alanlarındaki yazılarıyla dikkat çeken Yıldız Holding Yönetim Kurulu Üyesi, pladis ve GODIVA Yönetim Kurulu Başkanı Murat Ülker, kişisel internet sitesinde Kapadokya'da gerçekleştirdiği gezisini okurlarıyla paylaştı.
Murat Ülker, yazısında şu ifadelere yer verdi;
Kapadokya’ Güvercinlik Vadisi’nde gerçekleştirdiğim off-road etkinliğinden bahsedelim istedim…
Borusan’ın daveti üzerine yine bir Defender off-road deneyimindeydik. Güvercinlik vadisi dünyada tek! Burada off-road yapabiliyor olmak müthiş, kendine özgü bir deneyim. Hepsini yazdım, kaldığım oteli de anlattım, bölgenin tüm yıl süren turizm mevsimi büyük potansiyel.
Kapadokya’ya ilk defa çocukken babamla gitmiştik. Şimdi güzel bir açık hava müzesinin olduğu yerde yolun kenarında tabiri caizse bir delik vardı. Köylüler aşağıda bir yer altı şehri var, inip görmek ister misiniz, dediler, eğitilip bükülerek zahmetle girdik, gezdik hakikaten çok enteresandı. İkinci yüzyılda Romalıların zulmünden kaçan ilk Hristiyanlar bölgeye gelerek yerleşmişler. Fakat putperest Roma’nın askerlerinin takip ve tasallutundan kurtulmak için girişleri ve çıkışları belli olmayan yeraltı yerleşkeleri oluşturmuşlar. Kayseri ve Antakya üzerinden Kapadokya’ya gelerek yerleşen insanların sayıları o kadar artmış ki küçük yerleşkeler köylere ve şehirlere dönüşmüş. 2000 yıllık bu şehirler, yerleşim düzeni sosyal alanları, erzak depoları, havalandırma sistemleri düşmanın asla açamayacağı emniyet taş kapıları gibi düzenekleri olduğunu hatırlıyorum.
İnsanoğlu demek ki o günlerde bugün olduğu kadar savaşmaya meraklıymış. O zamanlar hayat kurtarmak için yapılan bu yapılar şimdi Unesco Dünya Mirası listesinde ve her yıl binlerce turist tarafından ziyaret ediliyor. Hakikaten yaşam oldukça ilginç bir akış…
Bu bana Ashabı Kehf olayını hatırlattı. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Ash%C3%A2b-%C4%B1_Kehf)
Daha sonraki Kapadokya ziyaretim 1977’de olmuştu. Ürgüp, Göreme, Avanos üçlüsünü gezmiştik. O sırada yaşanan bir nümayişde Nevşehir konuşmasını yapan Ecevit’e ateş edilmesiydi. Kısıtlı haberleşme imkanları dolayısıyla ertesi gün babamı arayıp biz iyiyiz, her şey yolunda dediğimde çok memnun olmuştu. Düşünün yıl 1977, evden kilometrelerce uzaktayım, oldukça riskli bir olay oluyor ancak bir gün sonra arayabiliyorum! Bugün olsa Whatsapp’tan bir mesaja, bir görüntülü aramaya bakar.
Şimdi ne zaman, neydi hatırlamıyorum, ama bölgede çeşitli etkinliklere günübirlik katıldığım olmuştu. Ve bu kez bir off-road etkinliği için yine Kapadokya’ya geldim.
Yeraltı şehri, insanların yaşama azmini ve o dönemlerde yaşamın ne kadar zorlu olduğunu göstermesi açısından oldukça kıymetli bir buluntu, dahası mühendislik harikası; geçmişe ışık tutuyor. Unesco Dünya Mirası listesinde bulunan ülkemizin en önemli kültürel zenginliklerinden biri olan yer altı şehrini oluşturan yapıların 200den daha fazla olduğu düşünülüyor. Muhtemelen daha derinlemesine araştırma yapıldıkça kim bilir neler keşfedilecek.
Bölgenin jeolojik oluşumu sayesinde oymaya elverişli olması 85 metre derinliğe ulaşan 18 katlı şehirler inşa edilebilmesine olanak tanımış, büyük olanlarına şehir, daha küçük olanlarına ise yeraltı köyleri ismi verilmiş. 20 binden fazla kişiyi aylarca barındırabilecek şekilde donatılan şehir ve köylerde bulunan evlerin, neredeyse tamamı gizli geçitlerle de birbirine bağlanmış, geçişlere de tuzaklar hazırlanarak emniyet tedbirleri artırılmış.
Şimdi buluntulardan anlıyoruz ki bu bölge jeolojik özelliği sayesinde insanlık tarihinde çok eski zamanlardan beri tercih edilen bir yaşam alanı olmuş. Gizemli manzarası ki halk arasında peri bacaları denilmekte…
İnsanlar binlerce yıldır bu kolay oyulan kayalıkların içinde yaşamışlar; hayvanlarına ahır, mallarına depo yapmışlar. Şimdi ise peri bacaları butik otel olmuş. Ayrıca şimdi dağlara kocaman mağaralar oyarak mahsul, bilhassa patates depoluyorlar.
Hasankeyf de benzer bir kaya yapısına sahiptir. Orada da insanlar yakın zamanlara kadar mağaralarda yaşamışlar. Ziyaretimde duyduğum bir hadise beni çok etkilemişti. Yukarıdan düşen bir büyük kaya, bir ailenin yaşadığı mağaranın ağzını kapatıyor. Ve ne yazık ki o insanların yalvarmalarını duymalarına rağmen hiç bir şey yapamamışlar; binlerce tonluk kayanın ardında o aile sönüp gitmiş.
Peygamberimizin anlattığı bir kıssada buna benzer ibretlik bir hadiseden bahsediliyor.
Üç kişi, yağmurdan korunmak için bir mağaraya sığınırlar. Ancak büyük bir kaya parçası yerinden oynayarak mağaranın ağzını kapatır ve dışarı çıkamaz hale gelirler. Kendi güçleriyle kayayı yerinden kıpırdatmaları mümkün değildir. Bunun üzerine, Allah’a yaptıkları en samimi ve ihlaslı amelleri vesilesiyle dua etmeye karar verirler.
Her biri dua ettikçe kaya biraz biraz yerinden oynar ve sonunda mağaranın ağzı tamamen açılır. Böylece bu üç kişi, Allah’a olan samimi duaları ve yaptıkları iyilikler sayesinde kurtulur.
Demem o ki insanlar bazen yaptıkları bir iyilik veya geri durdukları bir kötülük karşısında ilahi ödüle layık olmuşlar, onçin kötülükten kaçıp, iyilik yapmaya devam! Velev ki yoldaki taşı kaldırmak veya hiç bir zulme kalben bile olsa rıza göstermemek olsun.
Borusan, Land Rover Defender SUV araçlarını deneyimlemek için davet etti. Etkinlik için seçilen yer kesinlikle çok doğru idi. Bölgenin coğrafyası malum, inişli, çıkışlı, engebeli, engelli yani tam da arazi tipi araçların test edilmesi ve maharetlerini sergilemesi için biçilmiş kaftan. İyi ki gitmişim, fotoğraf ve videolardan da anlaşılacağı gibi oldukça iyi bir off-road deneyimi oldu. Daha öncesinde farklı marka ve modellerde SUV (Sport Utility Vehicle) araçlarda off-road deneyimlerim olmuştu. Fakat Defenderlar hakikaten başka bir konfor ve deneyim sağlıyor. Sağlamlığıyla meşhur Toyotalardan daha iyi bir performans sergiliyor. Niye derseniz, ben de tecrübe ve birikim farkı derim. Zira nerdeyse 80 yıl önce üretilen Land Rover Seri 1 arazi şartlarına mukavemet gösterecek şekilde tarım alanında kullanılmak üzere üretilmişti. Sağlamlığı ve geliştirmeye açık yapısıyla yıldan yıla gelişen araba uzun yıllar boyunca bireysel kullanımda tercih edilmiş hem de askeri kurumlar tarafından da büyük rağbet görmüştü.
Defender bence eski Freelander, aslında lüks olanı Range Rover; ama bizim bildiğimiz Land Rover, Birinci Dünya Savaşı’ndan beri 4×4 deneyimini bir elektronik tabloya taşımış. Ve tek düğmeyle hangi arazi şartlarında sürdüğünüzü belirleyerek (kum/çakıl, taş, çamur, 90 cm yüksekliğinde suya kadar) ilgili seçenek tuşuna bastığınızda araç tüm ilgili ayarları (diferansiyel kilidi, araç yüksekliği, kayma kontrol, ivme/tork) seçiyor. Ayrıca aracı sert veya yumuşak süspansiyon alçak veya yükseltilmiş şasi, arazi veya normal sürüş seçenekleriyle de kullanabilirsiniz, keza tek düğmeyle aktive edilen geri giderken dahi kullanılabilen eğim/iniş asistanı ise diğer 4×4 markalara şirketin lisansladığı ünik sürüş emniyeti veren bir özellik.
Tüm otomotiv dünyası düşünüldüğünde 40, 50 yaşındaki Defenderların dahi hala kullanılabilir durumda olması, onu ikonik bir araba haline getiriyor. Mekanikteki başarısını günümüzün elektronik dünyasına başarıyla taşıyan Defenderlar daha uzun yıllar off-road tutkunlarının yoldaşı olacak gibi görünüyor.
Nihayet, arazide mahir olan Defenderlarla otelden çıkıp Güvercinlik Vadisi’ne girerken komşu evde oturan yaşlı bir hanım önümüzü kesti ve “vadimizde arabanızla gezmeyin, yürüyün” dedi. Kendisi Fransız/Alman asıllı olup uzun yıllardır Türkiye’de yaşayan bir muhacirmiş. Aslında haksız da değil, zira vadi kayalıklara oyulmuş güvercin yuvalarından oluşan harikulade bir mahal. Bölge halkı güvercinlerin yerleşmesi için bu yuvaları kayalara oymuş, onları beslemiş, güvercin gübrelerini tarımda, yumurtalarını da fresk yapımında kullanmış. Tabiatla uyum içinde bir yaşam bu olsa gerek, herkesin faydasına olan bir yaşam formu. Biz bu muhacir hanımın uyarısına muhatap değildik, zira off-road etkinlikleri için gerekli tüm resmi izinler önceden alınıyor ve aktivite esnasında çevreye zarar vermek şöyle dursun, pek kimsenin geçmediği, uğramadığı köşe bucak gezildiği için işe yarayacak çevreci tespitler yapılabiliyor. Fakat çok haklı bir uyarı olduğu şerhini de düşmek isterim.
Arazi sürüşünü yaptığımız doğa hakikaten çok farklı, bence dünyada tek! Öyle ki bölgeye has bu jeolojik oluşumların sanki değişik evrelerini ve kullanımlarını aynı anda gözlemleyebiliyorsunuz. Bu benim ihtisasım olan bir konu değil ama, bir yanda daha bebek veya bodur diyebileceğimiz, oluşumunun ilk evrelerinde peri bacaları varken, diğer yanda artık sanki söküme ayrılmış gemiler gibi olan yıpranmışlarını görebiliyorsunuz. Burada eskiden muazzam bir göl ve ırmaklar varmış diyor zoologlar, dağlarda sanki sabit bir hat boyunca bu su seviyesi izini gördüğümü hayal ettim. Grup harici diğer vadilerde ve civar köylerde sürüş yaparken değişik jeolojik oluşum evrelerinin görüntülerine şahit olduk. Köylerde yeraltı erzak depoları olarak kullanılan doğal oluşumların yanında dağlara oyulmuş, içine kamyon giren büyük hangarlar da inşa etmişler mahsul depoluyorlar. Tüm bölgede kabak tarlaları her yerde, bostan diyemedim; zira çekirdek için susak kabağı ekmişler. Fakat görüntüleri çok renkli.
Bir de burada da dikkatle sakınmak gerekiyor, bilhassa yılan gibi kıvrılarak giden atvli turist kervanlarından. Kask giyilmemesi gibi tedbir yoksunu pek fazla gördük. Hatta ne yazık ki her yaştan deli gibi atv süren, dikkat çekmeye uğraşan insanlarımız vardı. Biliyor musunuz, kazalarda sakat kalan insan sayımız ne kadar çok ve bu ne kadar acı!
Göreme’de gün batımı seyrine gittik, tavsiye ediyorum.
Gün doğumunda ise Uç Hisar’dan Göreme vadisine bakmak, güneş doğmadan balonları şişirmek için girişilen o hummalı faaliyeti izlemek ve nihayet gün doğarken sessizce ama ihtişamla yükselen o rengarenk balonları takip etmek, gün doğumunun haşmeti de cabası.
Bu arada Sivil Havacılık bu balon gezilerine müdahil olmuş. Bir derin oh çektim, rahatladım. Belki gelecek sefere balona da binerim.
Doğada yapılan sporların ortak özelliği, hem bol efor sarf edilmesi, hem bol oksijen alınması, hem de istirahat ihtiyacı doğurması olsa gerek ????. Biz de geçen uzun ve eğlenceli off-road etkinliğinin ardından istirahate çekilmek üzere rotayı otele çevirdik.
Konakladığımız Argos Oteli ile bilgi vereyim, bence önemli. Hem mimarisi hem de tüm detaylarıyla bölgenin tarihi dokusuyla uyumlu ve harikulade manzaraya sahip bir otel Argos, Uç Hisar’da. İlk olarak 1996 yılında yapımına başlanan otelin inşası arkeolojik kazılarla seyrini değiştirmiş. Tarihçiler, uzman mimarlar ve koruma kurulunun nezaretinde yapımı uzun yıllar süren otel bölgede “içinden köy geçen otel” olarak da biliniyor. Hakikaten sanki kapıdan her an bir Frigyalı elinde bir tabakla yemek masasına oturacak ve akşam yemeğinize eşlik edecek gibi bir hava hissettim.
Ferit Şahenk Bey malumunuz olduğu üzere Niğdeli, mevcut Argos Otelinin diğer hisselerini de almış. Herhalde bu çevrede yüksek standartlarda servis veren tek otel. Zaten sorduğumda bana tavsiye etmişlerdi. Başka otel yok mu derseniz burada her yer otel olmuş, oturanlar ya evlerini otele çevirmişler ya da terk etmişler.
Ama gece öyle bir ışık içindesiniz ki, bu çok yapay ve rahatsız edici bir hava veriyor. Tabii park problemi de var. Ama şunu söylemeliyim, burada yaşama entegre olmuş peri bacaları doğasının korunması açısından gayet başarılı olmuşuz. Bence yine de güney kıyılarımızda imarın gerçekleştirildiği gibi burada da pekala arazi tahsisi ile büyük markalar bölgeye çekilip turistlere daha iyi hizmet verilebilir; zira bu bölgeye yılda nüfusunun 15 misli turist geliyor ve burada sezon 12 ay! Turizm sektöründe ulaşılmak istenen nihai nokta da bu değil mi? 12 ay hizmet verebilecek, memlekete gelir sağlayabilecek ve mevsimsel dalgalanmalardan etkilenmeden sektörü canlı tutabilecek bu fırsatın en iyi şekilde değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Zira yol açılırsa müteşebbislerimizin bölge turizmini daha da canlandırmak üzere taşın altına elini ve işe tecrübesini koyacağına inancım tam.