Bu hafta “pazar” alıntımızı doğrudan değil, dolaylı bir anlatımla Haldun Taner’in “On İkiye Bir Var”ından yapalım. O meşhur kitabında Taner’in öyküsünde şu satırlar da var: “ ‘Sen kim oluyorsun da buraya geldin? Kaç paran var cebinde? Burada hiçbirimizin seni görmüşlüğü yok. Kimsin? Kimlerdensin?’ der gibi bir bakış... ‘Anlaşılıyor, alıcı değil, bakıcısın. Alıcı suratı yok sende pek. Pazar sabahı gazetede ilanı okudun. Bu ‘Artırma’ dedikleri de ne mene şeymiş diye kalktın buraya geldin. Hadi geldin, bir tıraş olmalı değil mi idin ele güne karşı? Evropa’da pazar günleri, en âdi işçi bile kılığına biraz özenir. Kalabalıktan ayakkabılarını pek göremiyorum ama, Allah bilir, onlar da eski ve boyasız. Anlaşıldı. Fazla bakılınca sıkılıyorsun. Hadi gelmişsin, seyrek bakalım. Ne dedin? Ben mi kimim?” Taner aslında Avrupa’da pazarlara yüklenen anlamın farklı bağlamları da olduğunu hatırlatmalı bize. Bunu daha uzun tartışmak için bir kenara bırakıp, bugüne geri dönelim. Sonra da “pazarların” dedikodusunu yapmak için yönetmen Ali Kerem Gülermen’in kapısını çalalım. Kendisi bize ilk önce klasik pazarını tarif etsin: “Bir pazar gününün gelişimi biraz da cumartesinin nasıl bittiği ile ilişkili. Eve geç dönülmüşse pazar gününün bir kısmı uyku ile devam edebilir. Ardından güzel, rahatlatıcı bir çay; gündelik işler, yapılacak işlerle meşguliyet ve yeni haftanın hazırlığı; bir pazar gününü klasik olsa da işe yarar yapan şeyler.”
Gülermen’e pazarları sıkıntı olmaktan kurtarmak için öneriniz nedir diye sorduğumuzda ise günleri etiketlememek, pazar gününü “zan” altında bırakmamak gerektiğini söylüyor: “Pazar gününü sıkıntılı olarak etiketleyip zan altında bırakmaktan vazgeçerek başlayabiliriz. Evet, yarını yoğun bir haftanın başlangıcı olacak talihsiz bir gün pazar günü ama haftaya hazırlanmak için de güzel bir son yirmi dört saat. Birikmiş işlerin bırakıldığı son yardımcı gün. Köprüden önce son çıkış.”
Gülermen, bu sıralar film izlemeye pek vakit bulamıyor olsa bize yine de pazar için film önerilerinde bulunuyor: “Risksiz bir tercihle severek izlenmiş bir filmi tekrar izlemek ya da seyirciyi iyi hissettiren dingin, yeni bir öykünün peşine düşmek daha iyi olabilir. Sakinliğin daha fazla arandığı pazar günlerinde böyle tercihler yapmak mümkün.”
Rahat geçirilen bir zaman dilimi olarak süreli yayınları, dergileri hızlıca okuyup karıştırmanın pazar gününe yakışan bir eylem olduğunu düşünen Gülermen’e “Özellikle pazar günleri görmek istediğiniz arkadaşlarınız var mı?” diye de soruyoruz. Şunları anlatıyor bize: “13 yıldan fazla süredir Kadıköy’ün Rasimpaşa Mahallesi’nde oturuyorum. Adını bu mahalledeki bir sokaktan alan ve Yeldeğirmeni olarak da bilinen bu yerde yakın zamanda birçok işletme açıldı ve açılmaya devam ediyor. Mahalleden arkadaşım Suat Karagöz ile her pazar yeni bir yerde kahvaltı deniyoruz. Bir ara öyle ciddiye aldık ki puanlamalarımız çok kıt idi ve kitap bile yazmayı düşünmüştük. Neyse ki kimsenin umurunda olmayacak bu sevda ve hayalden kısa sürede vazgeçmiş olduk. Ancak yine de bu bölgede ya da kimi zaman daha uzak yerlerde bazı pazarlar yeni kahvaltıcıları keşfetmeye çalışıyoruz.”
Gülermen’in pazarları favori mekânı ise evi oluyormuş. “Yoğun geçmiş Cuma ve cumartesi günlerinden sonra güzel bir çay demleyip dinlenmek, birikmiş işleri usulca bitirmek, sessiz sakin huzurlu bir gün geçirmek Pazar günü için biçilmiş kaftan” diyor bunu açıklarken.
Gelelim köşemizin en zor sorusuna: “En güzel ve en kötü geçen pazar gününüz hangisi?” Gülermen bu soruyu mesleki hayatının önemli bir parçasını hatırlatarak anlatıyor: “Yakın zamanlardan hatırlamaya çalışacağım. En güzel olarak aklıma, çektiğimiz filmin ilk reposu, tatil günü geliyor. Bir meziyet değil de mecburiyet açısından söylemem gerekirse, ilk uzun metrajım olan ‘Yakamoz’ filmini on iki günde çektik. Altıncı günden sonra da ilk repomuzu vermiş olduk. Kısıtlı vakit sebepli ekstra yoğun geçen bu günlerde bir sabah nispeten daha az sorumlulukla uyanmak güzel bir pazar gününe denk gelmişti. Aslında onun bir karşılığı olarak sonraki pazar gününü de kötü olmasa bile hüzünlü geçen bir gün olarak işaretlemek mümkün. İnsan boşluğa düşüyor. Duygulanıyor. Sadece iki haftalık set değil ama öncesinde yer alan bir seneyi aşkın tarihsel ön hazırlığı düşününce bir iç çekiyor.”
Hep beraber Günel’e çıkalım, Pazar günlerini de çalışarak geçiren Gülermen’e son sorumuz elbette “Pazar günü bir insan olacak olsa nasıl birisi olurdu?” oluyor. İşte Gülermen’in yanıtı: “Bazen yorgun, bazen yoğun, bazen hınzır, bazen gırgır bir kişiliği olurdu. Sabit kalmazdı diye düşünüyorum. Cumartesi ve pazartesi arasında bir köprü olmaya çalışırken en çok kendini yiyip bitiren cefakâr bir arkadaş gibi. Ve elbette Nazım Hikmet’in şiirinden ilhamla, masmavi bir gökyüzüne sahip ve en yakın dostları da toprak, güneş ve insan olurdu. Bugün pazar, bugün hep beraber Güneş’e çıkalım.”